Artangel Open ve Sanatsal Teşvik Politikası Aldatmacası

23/1/2013 / skopbülten

Britanya’da Damien Hirst, Tracey Emin gibi Genç Britanya Sanatçıları’nın ‘yaşlanması’ ve Batı’da ciddi değer kaybına uğramasıyla birlikte, çağdaş sanat piyasasının “şok” ve “yenilik” arayışları başka kanallara yöneliyor. Brian Holmes’un dikkat çektiği gibi[1], çağdaş sanatta sosyal meselelere temas eden işler artık bizzat fon kuruluşları ve sanat kurumları tarafından sipariş ediliyor veya destekleniyor. Bunun Britanya’daki örneklerinden biri de, Artangel adlı sanat fonu kuruluşu. Artangel, Britanya’da son yirmi yıldır “sıradışı fikirler” üretmeleri için sanatçılara eser sipariş eden bir kurum. Britanya’da sanat ve kültür kurumlarına kaynak sağlayan kamu kuruluşu Arts Council’ın ve özel bağışçıların mali desteğiyle işliyor. Matthew Barney, Rachel Whiteread, Francis Alÿs, Steve McQueen, Artangel’ın eser sipariş ettiği çağdaş sanatçılardan yalnızca birkaç tanesi.

Artangel, bugünlerde, sanatçıları “sıradışı” fikirler üretmeye teşvik etme yönündeki girişimlerine  bir yenisini ekliyor: Sanatçılara “hiç kimsenin vermediği kadar özgürlük tanıdığı” iddiasıyla, daha önce 1996 ve 2004’te gerçekleştirilen Artangel Open yarışmasının bir üçüncüsünü bu yıl içinde ve BBC 4 Radio’nun da katkılarıyla yeniden düzenleyecek. Bu sefer kurum kendisi sanatçılara eser sipariş etmeyecek, sanatçılar fikirlerini Artangel’a sunacaklar. Tam 1 milyon sterlinlik para ödülü, seçilen beş projenin harcamalarını karşılamak üzere paylaştırılacak. Öte yandan bu tür projeleri cazip kılabilmek adına yapılan çağrılarda özerkliğe, bağımsızlığa yapılan vurgular ve politik karşıtlık arayışları tam bir moda akımı etkisine benziyor. Bir yandan ayrıksılık teşvik edililirken, “ayrıksı” kalmak istemeyen herkes bunları giymek istiyor.

Artangel kapsamında projeleri kabul gören kimi sanatçıların daha sonra Turner ödüllerini alması ise, yeni yıldızlar arayan çağdaş sanat dünyasının danışıklı dövüşünü eleştiren Dave Hickey’nin yerden yere vurduğu ilişkiler ağını da akla getiriyor.[2] Örneğin, Jeremy Deller, Battle of Orgreave adlı Artangel projesiyle 2004’te Turner ödülünü almıştı. Projede, 1984’te Britanya’daki maden işçileri grevleri sırasında madencilerle polis arasında yaşanan ve “Orgreave Savaşı” olarak bilinen çatışma yeniden canlandırılıyordu. Oysa artık ortalıkta, yaşananları üzerine alınacak kimse yoktu. Bugün Jeremy Deller, Artangel’a “fikirlerini sunacak” genç sanatçılara şöyle tavsiyede bulunuyor: “Artangel’ı biraz terletin. Kimsenin el atmaya cesaret edemeyeceği konuları ortaya atın.”[3] Oysa Deller'ın projesi, çatışmayı canlandırmak üzere projeye katılan gönüllülerden başka kimseyi terletmişe benzemiyor. Artangel projesiyle Turner ödülü alan bir diğer isim de Rachel Whiteread. Ona 1993’te ödülü kazandıran ise House adlı bir enstalasyon çalışmasıydı. Whiteread bu çalışmasında, 1990’ların başından itibaren kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan Viktorya döneminden kalma evlere dikkat çekmeye çalışmıştı. Oysa evler çoktan yıkılmıştı ve enstalasyon da 1994’te yıkıldı.

 

Jeremy Deller’in Battle of Orgreave canlandırması

 

Šejla Kamerić ve Anri Sala’nın yine Artangel’a sundukları 1395 Days without Red (2011) adlı kısa film de, çağdaş sanat dünyasının politik sanata gösterdiği ilgiye bir diğer örnek: İşgal altındaki Saraybosna’da birkaç yıl boyunca Sırp keskin nişancıların mevzilendiği bir bölgede, gündelik yaşamın akışı ve savaşın yarattığı travmayı yansıtmaya çalışan filmde, bir yerden bir yere gitmekte olan bir kadının bölgeye adım atar atmaz koşmaya başladığını ve her köşe başında durup korkuyla çevreyi kontrol edişini görüyoruz. Ve tabii ki her şey olup bittikten sonra.

 

 

1395 Days without Red, Šejla Kamerić ve Anri Sala


Yıkım, talan, adaletsizlik ve işkence uygulamalarına karşı sesinizi ancak tüm bunlar tarihselleştikten, yani görevlerini tamamladıktan sonra yükseltebiliyorsunuz. Batı demokrasisinde özellikle sanat alanında yaratılan söz ve düşünce özgürlüğü yanılsaması, iş pratiğe geldiğinde, işte bu nedenle bir anda renk değiştiriyor. Sınırlarımızın nereye kadar olduğunu, yakın zamanda gerçekleşen bazı kitlesel ayaklanmalarda erk sahiplerinin ve onun muhafizlarının gösterdiği tutum çok güzel özetliyor: 2011’de Londra’da çıkan isyanlarda binlerce kişinin içinde biriken öfke patlaması karşısında polisin uyguladığı şiddet ve ulusal medyanın bu insanları işi gücü olmayan serseriler olarak yansıtması ve yine 2011’de New York’ta gerçekleşen Occupy! eylemlerinde polisin uyguladığı şiddet bunun kanıtı. Bir diğer çifte standart örneği de, 2010’da ünlü Fransız futbolcu Éric Cantona, küresel ekonomik krizi protesto etme amacıyla banka müşterilerine hesaplarını kapatma çağrısı yaptığında yaşanmıştı. Cantona’nın iddiası şuydu: “Devrimi gerçekleştirmek için elimize silah alıp insanları öldürmeye çalışmıyoruz biz. Aslında bugünlerde devrim yapmak çok kolay. Sistemin temel dayanağı, bankaların büyük gücü. Onu yok etmenin yolu da yine bankalardan geçiyor.”[4] Oysa bu çağrıya yanıt veren ve bankadaki hesabını kapatmak isteyen bir müşteri, bu “demokratik” hakkında ısrar ederse gözaltına alınmakla tehdit edilmişti.

Dolayısıyla Artangel Open gibi sayısız organizasyonların, bienallerin, workshop’ların düzenlenmesinin tek nedeni spekülasyonlarla şişip patlayan sanat piyasalarına yeni bir soluk getirmek değil; aynı zamanda, bir fantezi dünyası, bir oyun alanı yaratarak, toplumda biriken gerginlikleri piyasaları etkilemeyecek yöntemlerle usul usul gidermek. Bu tür devlet destekli kurum ve kurumsal ödüller (Turner) ayaklanmanın politik imgesini beslerken, hakiki ayaklanmalar karşısında verilen tepkiler düşünüldüğünde, çağdaş sanat dünyasında isyankârlığın, bağımsızlığın ve özerkliğin yüksek meblağlı fonlarla özendirilip desteklenmesi, dönüştürücü potansiyele sahip beyinleri oyalayarak karantina altına almanın en kurnaz yollarından biri olup çıkıyor. [NÖ]