Baltayla Tarih Yazmak: "Heykeltıraş Baselitz"

20/1/2012 / skopbülten / Ezgi Bakçay

Paris Modern Sanat Müzesi Ekim ayının başından beri, Georg Baselitz’in heykellerinden oluşan önemli bir sergiye ev sahipliği ediyor. Sergi, 1938 Almanya doğumlu sanatçının 1979-2011 yılları arasında yaptığı kırk ahşap heykelin gövde gösterisi. Daha çok resimleriyle tanınan Baselitz’in otuz yıllık heykel çalışması hem modern heykel sanatının, hem de sanatçının güzergâhına ışık tutuyor.

“Heykeltıraş Baselitz” başlığını taşıyan sergide, sanatçının güzergâhını ve üretiminin tutarlılığını görselleştirebilmek için resimlerine, çok sayıda desenine ve gravürüne de yer verilmiş. Böylece, Baselitz’in evrenini tanıma şansı, ayrıca farklı ifade araçları arasındaki ilişki üzerine düşünme olanağı yaratılmış.

Baselitz’in hayali müzesinin koridorlarında Afrika ve Okyanusya sanatı, halk sanatları, Edvard Munch, Picabia, İtalyan maniyerizmi yan yana duruyor. Doğu Almanya’nın toplumcu gerçekçi geleneğinde yetişmiş, tutkulu bir Afrika sanatı koleksiyoneri olan sanatçı, eğitiminin büyük kısmını Fransa’da tamamlamış, Gaston Chaissac ve Jean Dubuffet gibi Fransızlardan etkilenmiş. Fakat “Fransa her zaman kültürün, Almanya ise barbarların ülkesi olmuştur… Elbette Almanlar bunu kendilerine yakıştıramazlar ama ben barbarlığı bütünüyle kabul ediyorum,” diyor.[1] Baselitz, barbarlığı onur nişanı gibi göğsünde taşıyan, klasik Batı sanatının "ifade ürkekliğinden"[2] kaçan sanatçılar soyundan gelir. Geometrik formları, ana renkleri, mitleri, sembolleri ve prototipleri, kişisel öyküsüyle birleştirip, yapıtını zamanın içinde göçebe kılar.

Baselitz’i heykellerinden önce, o ünlü, baş aşağı duran resimleriyle tanıyoruz. Fakat heykel onun için temel plastik problemlerle uğraşmanın en kısa yolu olmuş. Karşımızda elektrikli testere ve baltayla düşünen, eskiz yapan, desen çizen bir adam var: “Aranan sonuca ulaşmak için heykelin resme göre daha kısa bir yol olduğunu düşünüyorum. Çünkü heykel, bazı durumlarda resmin de olabileceği gibi, daha ilkel, kaba, daha az ağırbaşlı.”

 

 

 

Sergide ilk göze çarpan, büyük boyutlu ve ana renklerde boyanmış ahşap kütleleri enerjiyle yükleyen yoğun fiziksel çaba. Heykeltıraş ve ağaç, iki gürbüz delikanlı gibi neşeyle saldırıyorlar birbirlerine. Düşmanca ve öfkeli bir kavga değil bu. Daha çok aceleci, arzulu, kuralsız, tehlikeli bir oyun. Heykeltıraş ve ağaç birbirinin gücünü deniyor, her seferinde berabere kalıyorlar. Denklikten haz alarak direniyor ağaç. Heykeltıraş yükleniyor. Yorgunluktan bitkin düşünce omuz omuza dinleniyorlar, ta ki yeni bir saldırı, düzeni bozana kadar. Klasik sanatta kibar gözlerden gizlenen bedensel çaba, Baselitz’te yapıtın malzemesi olmuş. Ahşap heykellerin damarlarında yaratmanın şiddeti, telaşı ve neşesi dolaşıyor.

 

 

 

Sergide heykeller iki büyük salona yerleştirilmiş. İki salon arasında, eşikte, elektrikli sarıya boyanmış, anıtsal büyüklükte on üç kadın kafası var. Her birinin yüzü birbirinden farklı ama hiçbiri portre değil. Bombalanmış bir kent gibi dikeylikleri kırılgan. Yıkılmış, yırtık, yaralılar ama ağlamıyorlar, bağırmıyorlar. Sadece susuyorlar ve delik deşik bakıyorlar. Göz göze gelmekten utanmazsanız, “uygarlık” ne demek diye sorun onlara. Vatanı, milleti, ırkı, dini, parayı sorun. Cevap alamazsınız. Çünkü orada, iki bomba arasındaki sessizlikte, yaşam ve ölüm, soyut ve figüratif, görünen ve görünmeyen arasında bu sözcüklerin bir karşılığı yok. Bunlar "Dresden’in Kadınları" (Dresdner Frauen). Georg Baselitz’in 1989’da yapmaya başladığı, 1945’te bombalanan Dresden’de ölen kadınlara adanmış bir heykel grubu. Çocukluk anıları savaşla damgalanmış sanatçı, elektrikli testere ve baltayla sanat yapıyor.

 

 

 

Sergi kataloğunun kapağı için seçilmiş heykel ise sanatçının 2009 tarihli bir çalışması: Kasketi üzerinde “ZERO” yazan, dirseklerini dizlerine dayamış, başını eline yaslamış oturan bir figür. Mısır Fayyum masklarındaki gibi gözlerinin derin oyukları beyaza boyanmış. Tek parça ahşap, kütlesel, kabaca maviye boyalı, kapalı bir form: Volk Ding Zero. Baselitz sanat tarihinde yüzlerce örneğini gördüğümüz melankoli imgesini yeniden üretiyor. Fakat imgenin genel kabul görmüş anlamı ile heykelin malzemesi ve formu arasında ciddi bir gerilim yaratıyor. Baselitz sergi bağlamında verdiği bir röportajda heykeli yaparken, Rodin’in Düşünen Adam’ından değil, halk sanatlarındaki renkli İsa heykellerinden etkilendiğini söylüyor.

İnsanın kaderi üzerine düşünceye dalmış bu İsa, acemice yontulmuş, koca bir oyuncağı andırıyor. Baselitz Batı sanatında hep patetik biçimde ele alınmış imgeye, canlı bir renk, topuklu kadın ayakkabıları, komik bir kasket ve vidalı bir penis eklemiş. Mizah ve biçimsel kabalık imgeyi acısıyla özdeşleşebileceğimiz bir İsa olmaktan çıkarıp bir çeşit ikonaya dönüştürmüş. Tıpkı ikonalar gibi bu heykel de acıyı düşündürüyor fakat bu acıyla özdeşleşmemize engel oluyor. Volk Ding Zero kederli bir figür ama teselli beklemiyor. Merhamet duygusuna tahammülü yok, omzuna dokunsanız elinizi sertçe geri iter. Baselitz’in heykelleri insanlığın durumunu sorgularken bile asla patetik değil. (Bunu görmek için Barlach ve Baselitz heykellerini yan yana getirmek anlamlı olabilir.)

 

 

 

Baselitz, sergi sırasında verdiği röportajda “Zero” sözcüğünün anlamı sorulduğunda “bak işte, bu komik bir hikâyedir,” diye anlatmaya başlıyor. Zero, heykellerinde kullandığı inşaat boyalarını üreten firmanın adıymış. Firma bir gün sadık müşterisine promosyon olarak bir kasket hediye etmiş. Kasketin üzerinde “Zero, bir ressam için en iyisi” benzeri bir slogan yazıyormuş. Baselitz kasketi çok beğenince, isterse tüm kasketleri alabileceğini çünkü firmanın iflas ettiğini söylemişler. Baselitz bu hikâye üzerine Zero kasketiyle pek çok yağlıboya otoportre de yapmış.

Heykellerin yanında, Baselitz’in 2011 baharında yaptığı yedi resimden oluşan bir seriyi, Herfreud Grüssgott’u görmek ayrıca heyecan verici. Bu resimler Sigmund Freud’un etkisini taşıyor. Sanatçı, şoka girmiş insanın fizyonomisini araştıran 19. yüzyıldan kalma fotoğraflardan esinlenmiş.[3] Cepheden, düzlemsel, ters duran portreler bunlar. Androjen ve şizofrenik dağınık suretler şişe mantarlarının beyaz tuval üzerine bıraktığı siyah izlerden oluşuyor. Resimlerde boşluk ve doluluğun kullanımı çift anlamlı ikonografiyi güçlendiriyor. Baselitz bu resimler için heykel tekniğiyle yapılmış resimlerdir diyor. Zaten resimleri ile heykelleri arasında kesintisiz bir imge ve form tutarlığı var. Sanatçının üretim sürecinde iki teknik sürekli birbirini besliyor. Ayrıca Baselitz resimlerin sergilenme biçimine karar verirken, yakın zamanda gördüğü, Juan Miró ve Mark Rothko’nun şapel çalışmalarından etkilendiğini söylüyor. Loş ve ürkütücü bir salon, Baselitz’in cinselliğe, bilinçdışına ve çocukluk hayallerine dokunan son resimlerini tamamlıyor.[4]

Günümüzde sanat piyasası, daha çok, gösterdiğinin ötesinde sunacak bir şeyi olmayan pornografik temsillerin anlık etkisiyle, skandal ve sansasyonla besleniyor. Bu durum ister istemez çağdaş sanat dili üzerinde etkili oluyor. Baselitz’in yapıtı ise sanatın insanı derinden sarsabilen plastik etkisini bize yeniden hatırlatıyor. Biçimsel gücüyle günümüz sanatının içinde farklı bir yer tutuyor. Bununla birlikte, sanat piyasası temsil biçimleri arasında fark gözetmeden etkili ve sarsıcı olan her sanat nesnesini kolaylıkla ticari metaya dönüştürüyor. Bugün Baselitz’in eserleri milyon doların üzerinde fiyatlara satılıyor. En son, 29 Haziran 2011’de, Londra Sotheby’s’de, 1964 tarihli yağlıboya tablosu, 5.195.645 dolara alıcı buldu. Eserin adı ise ironik biçimde Spekulatius’tu.

 

 



[2]Paul Gauguin, Noa Noa, çev. Niran Elçi (İstanbul: İtaki Yayınları, 2002).