"Bedenin Düşünceleri": Japon Dans, Tiyatro ve Dövüş Sanatlarına Felsefeyle Bakmak

 

Basile Doganis, Japon kültürüyle ilgilenen bir Fransız filozof. Pensées du corps: La philosophie à l’epreuve des arts gestuels japonais (danse, théâtre, arts martiaux) [Beden(in) Düşünceleri: Japon Beden Sanatları (Dans, Tiyatro, Dövüş Sanatları) Karşısında Felsefe] adlı kitabında, bedenin bu sanatlarda nasıl ele alındığını analiz ediyor ve konuya Deleuze, Bergson, Whitehead gibi Batılı filozofların kavramlarıyla bakmayı öneriyor. Kitabın önsözünü, zamanında Doganis’in hocası olan Alain Badiou kaleme almış.

Doganis’e göre, jiujitsu, kendo, butoh gibi sanatların ortak özelliği, bedeni kişisizleştirip, çevresindeki kuvvetlere tabi bir “kukla”ya dönüştürmeleri. Tabii, hem Japon dövüş sanatlarının, hem de Doganis’in yanlış anlaşılmaması için bu iddianın epeyce açılması gerekiyor. Nitekim yazar da, bedenin bu paradoksal konumunu netleştirmek için bu fikre defalarca geri dönüyor (ne de olsa dans veya dövüş söz konusu olduğunda insanın ilk bakışta isteyeceği son şey bir “kukla” olmaktır):

 

[…] butoh’ta dans etme arzusuna daima bir yoksunluk ve engellilik arzusu eşlik eder. Engellilik, bir sınır gibidir – bedenin sessiz olduğu ve irade ya da denetime dair her türlü ilkeyi reddettiği yerdir. Dansçı, aşama aşama, tüm olağan yetilerinden vazgeçmeyi seçer ve içinde denetlenemeyen bir yoğunluğun harekete geçtiği bir araca, basit bir dayanağa dönüştürür kendini. (s. 62)

 

Doganis, böylesi bir açıklık ve hassasiyet haline ulaşmak için uygulanan teknikleri anlatırken, bedenin ağırlık merkezine ve bedenin unsurlarının hareketiyle ağırlık merkezinde oluşan mikro çeşitlemelere değinir. John Cage’in sessizliğin var olmadığında ısrar etmesi gibi, Doganis de “hareketsizlik diye bir şey yoktur” der:

 

Bedenin hareketini (mesela, yere uzanarak veya tamamen hareketsiz durarak) “ortadan kaldırırsak”, ağırlık merkezi, bedenin maddi ve geometrik oranları arasında, kişinin kas yapısına ve o kasların kullanımına göre değişen kas gerilimleri arasında devam eden yalın bir oyunla oluşur. Bunlara bir de, nefes alıp verme ve kan dolaşımı gibi diğer “bitkisel” faaliyetlerin gerçek bir hareketsizliği imkânsız kılmasını eklersek, şu sonuca varırız: Sessizliğin var olmaması gibi, hareketsizlik de mevcut değildir ve bedenin ağırlık merkezi mütemadiyen süren mikro çeşitlemelerin etkisi altındadır. (s. 54) 

 

İnsan bedeni için geçerli olan şey, mimarlık için de geçerlidir: onun da hareketsiz olduğu kesinlikle düşünülemez. Bir bina, “ömrü” süresince, maddi kompozisyonundaki sayısız mikro harekete maruz kalacaktır. Bu, Doganis’in kitapta öne sürdüğü tez açısından temel önemdedir: Beden ve onu kuşatan çevre maddi bir asamblajdır ve insanın Japon beden sanatlarına vâkıf olabilmek için bu asamblajı okumayı, yorumlamayı ve üzerinde etkide bulunmayı öğrenmesi gerekir:

 

[…] Japon beden sanatlarında birey, kendisinin ötesinde sonsuzca uzanan bir bütünün parçası olarak düşünülür. Bireyin asıl yeteneği, sadece bir parça olmakla yetinmeyip, kendisinde bu bütünle ilişkili yetileri keşfetmesinde yatar. Dövüş sanatlarında tüm kuvvet ilişkilerinin aynı tayf içinde yer aldığı düşünülebilir, bir parçanın rakip bir parça üzerindeki üstünlüğü gibi basit bir durum değildir söz konusu olan. Dolayısıyla galip olan kişi, rakipleri ve çevresi de dahil tüm bileşenleriyle dövüş durumunun oluşturduğu toplamla özdeşleşebilen, toplamın kendisi haline gelebilen, rakibini ise bu bütünün basit bir parçasına dönüştürebilen kişi olacaktır. (s. 59)

 

Bu materyalist okuma, bedeni, ruhun gönderdiği emirleri alan bir makine yerine, sınırları net biçimde oluşmamış bir bütün olarak okunacak biyolojik ve anatomik bir “makine” olarak kavrar. Gerçekte beden, çevresiyle maddi olarak etkileşime girmekle kalmaz, çevresinin “moleküler” kompozisyonuyla asamblajlar da oluşturur. Bu durum, bedeni içeren mimaride, Japon beden sanatlarındaki rakipte, ve Doganis’in açıkladığı “silah” kavramında geçerlidir:

 

Dövüş sanatlarında eğitime önce silahsız tekniklerle başlanır (jiujitsu, aikido, karate), ardından silahlı tekniklere geçilir (kendo, aia, kenjutsu); böylece bu disiplinler kendine has özellikleriyle birbirini besler. Ama daha da önemlisi, silah çabucak, tıpkı işçinin alet edevatı veya kör bir insanın değneği gibi, bedenin bir uzantısı, bir organı halini alır. İnsan, bir kılıcın ucuyla hissetme yetisini ne kadar hızlı geliştirdiğini görünce şaşırır.

Sanki beden artık derinin yüzeyinde bitmez: kendi dışındaki öğeleri kendine mal edip, kendini de onlara yansıtabilmekte, veya onlar aracılığıyla hissetme yetisi kazanıp dünyayla onlar yoluyla etkileşime girebilmektedir. (s. 81)

 

 

Kagemi. Sankai Juku dans grubunun kurucusu Amagatsu Ushio’nun bir eserinden. Foto: Jacques Denarnaud

 

 

Samuray dövüşü, Edo dönemi

 

Dolayısıyla, bedenimizi oluşturan maddi asamblajlara form verebilir, formlarını bozabilir, onları besleyebilir ya da yeniden biçimlendirebiliriz. Böyle düşününce, “bedenimizi” etrafımızı saran diğer maddi asamblajlardan (protezler, giysiler, hatta mimari) ayırt etmemiz de gerekmez. O zaman, doğallık ile yapaylık gibi eski karşıtlıkları bir kenara bırakabilir, dünyayı oluşturan tüm madde ve kuvvetlerin toplamına “doğa” diyebiliriz.

 

Deha, çeşitli doğal ya da mekanik öğelerin –“insan-alet-hayvan-şey”– bir konfigürasyonda biraraya gelecekleri, daha önceki ilişkilenmelerinden veya asamblajlardan tamamen kopuk ilişkilerle birbirlerine bağlandıkları bir asamblaj oluşturacakları “soyut çizgi”yi (yeniden) bulmakta yatar.

Bu anlamda, mekanik bir nesnedeki geleneksel anlamıyla “makine”, sadece soyut makinenin, ya da diğer tüm aygıtları düzenleyen “soyut çizgi”nin özgül bir örneği olacaktır. Tıpkı süvari gibi, savaşçı da (ve genel olarak herhangi bir silah ya da alet tutan herhangi bir insan) bir makinedir: Ama insan-kılıç asamblajı, değeri salt fiziksel gücüyle ölçülen bir “birim”den tamamen farklıdır. Bu makinistik asamblajın soyut çizgisi söz konusu bütüne “can verir” ve ona “organik” bir kaynaşma sağlar- her ne kadar buradaki organik, makinenin bir parçası olsa da. Bu, [Japon kukla tiyatrosundaki] bunraku bebeklerine ya da Kleist’ın kuklalarına can veren olağanüstü “yaşam”ı da açıklar. Butoh’ta, örneğin Amagatsu Ushio’da, melez aygıtlar kullanılarak dansçının kendini insanlığın ve evrimin toplamının bir ürünü gibi düşünmeye, son derece karmaşık ve yoğun bir soyut makinenin basit bir dişlisine dönüştürmeye davet edildiğini gördük. Pierre Levy de, modern dünyaya damgasını vuran ve her insanın bedenini etkileyen sanallaşma hareketini analiz ederken benzer sonuçlara varıyor: “Organ nakilleri, insan bedeninde geniş bir organ dolaşımı tertip eder. Bu hem bireyler arasında, hem de canlılar ile ölüler arasında bir dolaşımdır. Hem insanlar arasında, hem de başka türler arasındadır: Şebeklerin kalbini, domuzların karaciğerini naklederiz; bakterilerin ürettiği hormonları sindirmeye zorlarız onları. Organ nakilleri ve protezler mineral ile canlı arasındaki sınırları bulanıklaştırır: gözlükler, lensler, takma dişler, silikonlar, kalp pilleri, işitme cihazları… Yersiz-yurtsuzlaştırılmış bir kan, dev bir uluslararası şebeke aracılığıyla bir bedenden diğerine   akar; artık ekonomik, teknolojik, tıbbi bileşenlerini ayırt edemediğimiz bir şebekedir bu. Kolektif beden, kişisel vücudu yeniden dönüştürmeye başlar. Bazen onu hayata döndürür, bazen döller. Kolektif bir bedenin oluşturulması ve bireyin bu fiziksel cemaate katılması, eskiden, uzun süre boyunca, sembolik ya da dinî bir dolayımdan geçiyordu: ‘bu [ekmek] benim etimdir, bu [şarap] benim kanımdır’. Şimdiyse teknik araçları kullanıyor. Her bireyin bedeni, melez ve küreselleşmiş bir hiper-bedenin etkin bir parçası oluyor.”


 

Bunraku

 

Doganis’in atıfta bulunduğu “dişliler”, yazıyı, dünyaya dair başka bir Spinozacı yorumla bitirmemi sağlıyor: her “olay”ın, geçmişteki diğer tüm olayların toplamının “mantıkî” sonucu olduğu yorumuyla. Böyle determinist bir okumanın insanları özgürlüklerinden mahrum bıraktığı öne sürülür sık sık; ama buna, (kimi zaman savaşları bile meşrulaştırmak için kullanılan) yaygın tanımından farklı bir özgürlük tanımıyla cevap verebiliriz: Özgürlüğü, bize can veren kuvvetlerin bilinçli bir dışavurumu olarak görebiliriz. Basile Doganis’in kitabı, böyle bir bakış açısı geliştirmemize yardımcı olabilir.

 

Léopold Lambert’in “The Body as a Material Assemblage in Japanese Martial Arts & Dance as seen by Basile Doganis” adlı metninden kısaltılarak çevrilmiştir. Kitaptan yapılan alıntıların Fransızca'dan İngilizce'ye çevirisi yazara aittir. Yazının tamamı için bkz. http://thefunambulist.net/2013/02/08/philosophy-the-body-as-a-material-assemblage-in-japanese-martial-arts-dance-as-seen-by-basile-doganis/

 

 

beden