Bienal Siyaseti

1895 gibi erken bir tarihte, documenta’dan çok önce, Venedik’in belediye başkanı Riccardo Selvatico, yerel turizmi canlandırmak ve kentteki sanatçıları desteklemek üzere bir sanat fuarı icat etmişti. O sıralarda Avrupa’nın önde gelen ülkeleri bu girişime ilgi duydu. Fransa, Britanya ve Almanya da katıldı. Her biri birer ulusal pavyon inşa etti, Giardini Pubblici içindeki tepeye bayraklarını diktiler. Bu tepe, San Marco’nun çan kulesi 1902’de yıkıldıktan sonra, geride kalan molozlardan oluşturulmuştu. Zamanla başka ülkeler de aşağılara yerleştiler. Venedik Bienali, tüm bienallerin anası oldu.

 

Venedik Belediye Başkanı Riccardo Selvatico’nun büstü, Giardini Pubblici, Bienal alanı, Venedik.

 

1993 yılının Venedik Bienali Alman Pavyonu koordinatörü, o sırada Westfälisches Landesmuseum [Westfalya Eyaleti Müzesi] yöneticiliğini yürüten ve aynı zamanda Skulptur-Projekte Münster [Münster Heykel Projesi] kurucularından biri olarak bilinen Klaus Bussmann’dı. Pavyon, Alman hükümetinin mülküydü ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetiliyordu. İki Almanya artık birleştiğine göre, hükümet görevlileri Bussmann’a bir Doğu Alman ve bir de Batı Alman sanatçı seçmesi için ısrar ettiler. Oysa Bussmann’a göre bu milliyetçilik kokuyordu. Üstelik seçim sürecine karışılmasına da içerlemişti. Karşılık olarak, tepedeki Alman pavyonuna Nam June Paik’ı ve beni davet etti. Paik Koreli’ydi; ben ise 1965’ten beri New York’ta yaşıyordum ve anavatanımdaki resmî görevliler tarafından sevilmemek için elimden geleni yapmıştım.

Bir vicdan muhasebesi yaptıktan sonra, Bussmann’ın davetini kabul ettim. Almanya’yı iki anlamda temsil etmeye karar verdim: Almanya’nın resmî temsilcisi, deyim yerindeyse, bayrak taşıyıcısı olmak ve ülkenin bir temsilini üretmek anlamlarında. Hazırlık aşamasında Alman pavyonunun tarihini araştırdım ve bana ayrılan orta mekânda saatler boyunca tek başıma oturdum.

 

Hans Haacke, GERMANIA 1993. Venedik Bienali, Alman Pavyonu girişi.

 

Hans Haacke, GERMANIA (detay) 1993.

 

Öğrendim ki, pavyonun mevcut görünümü Hitler’in 1933’te iktidara gelmesiyle bağlantılıydı. Viyana’da bir ressam olarak tutunamayan Hitler, yoldaşı Benito Mussolini ile buluşmak için Venedik’e gittiğinde Bienal’i ve Alman pavyonunu ziyaret etmişti. Gördüklerinden hoşlanmadı. Bunun sonucunda, 1937’de Münih’te Dejenere Sanat başlıklı bir sergi açılması ve Venedik’teki Alman pavyonunun yenilenmesi tasarılarını onayladı. Ulus için yeni bir kurumsal kimlik oluşturulurken, bir yandan da Almanya’nın kendi sınırları dışında genişlemesi ve etnik temizlik için amansız bir programın hazırlıkları yapılıyordu.

1939’da Hitler’in Polonya’yı istilası ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Arnold Breker’in Giardini Pubblici’deki Alman pavyonunu istilası eşzamanlıydı. Bu vesileyle, Paik’la benim selefimiz, sanat dünyasına kılıcını çeken bir vücutçu takdim etmişti. Heykelin adı Teyakkuz idi. O zamandan beri çok şey yaşandı. 50 yıl sonra, Almanya’nın yeniden birleşmesiyle birlikte, ‘teyakkuz’un yarattığı dehşet verici hasarın belki biraz olsun giderilmesi için bir adım atılabilirdi. Hepimiz biliyoruz ki o yıllardaki insan kaybını geri döndürmek mümkün değil.

 

Alman Pavyonu’na giriş, Venedik Bienali, 1940 (Arnold Breker, Teyakkuz, 1939).

 

Hans Haacke, GERMANIA (detay) 1993.

 

Hitler’in mimarının, pavyonun orijinal parkelerinin yerine döşediği mermer levhaların kırılmış halleriyle, Caspar David Friedrich’in şimdi Hamburg Kunsthalle’de bulunan 1823-24 tarihli, Umudun Karaya Oturması başlıklı eserini çağrıştıracağı doğrusu aklıma gelmemişti. Bu resim, Orta Avrupa monarşilerinin, Fransız İhtilali’nden ve Napolyon’a karşı kazanılan zaferlerden ilham alan cumhuriyetçi hareketleri ve demokratik kalkışmaları başarıyla bastırmaları karşısında Friedrich’in duyduğu umutsuzluğun ifadesi olarak yorumlanmıştı. Buza saplanan geminin direklerinin, dalları kesilmiş köknar ağaçlarına benzemesi, benim bu yorumu kabullenmemi kolaylaştırıyor. Friedrich, resimlerine politik semboller yerleştirmesiyle biliniyor. Ona göre köknar ağaçları Almanya’yı temsil ediyordu. Alman pavyonunun zeminine yerleştirdiğim mermerlerden kırık olmayanlarını ziyaretçilerin duygulanarak nasıl ellerine alıp paramparça ettiklerine tanık oldum. Çocuklar ise burayı oyun alanına çevirdiler.

İşlerim birçok documenta’da ve bienalde yer aldı. Bu gösterilerden bazılarına ‘çığır açan sergiler’ deyip güzelleme yapmak mümkün. Ancak neyin çığır açıcı sayıldığı tabii ki değişebiliyor. Katıldığım son bienal, 2008 Eylül’ünde açılan Kore’deki Gwangju Bienali’ydi.

Her ikisi de 1995’te kurulan ve biri Afrika’nın, öteki Asya’nın ilk bienalleri olan Johannesburg Bienali’yle Gwangju Bienali, tıpkı documenta gibi, siyasi kökenlere sahipti. Johannesburg’daki, apartheid [ırk ayrımcılığı] sonrasında kültürel açılıma işaret ediyordu. Gwangju Bienali’nin gerisindeki hikâye ise pek bilinmiyor. Seul’un iki saat kadar güneyindeki Gwangju, 18 yıl iktidarda kalan Güney Koreli diktatör Park Chung-hee’ye ve onun kadar beter halefine ya mesafeliydi ya da açıkça muhalifti. 1980 Mayıs’ında üniversite öğrencileriyle hocalarının başını çektiği bir ayaklanma ordu tarafından hunharca bastırıldı. Yüzlerce gösterici katledildi. Seul’de demokratik yollarla seçilen bir başkanın göreve başlamasından birkaç yıl sonra, 1995’te düzenlenen ilk Gwangju Bienali, geriye dönük olarak demokrat güçlerin ayaklanmasının ve kurbanlarının anılması sürecinin parçasıydı.

 

Hans Haacke, Güney Kore diktatörlüğüne karşı 18 Mayıs 1980 ayaklanması                                                             kurbanlarının gömülü olduğu Gwangju’nun dışındaki Ulusal Mezarlık

 

Aynı zamanda Bienal Vakfı’nın da başında olan Gwangju belediye başkanı, bienal kataloğuna yazdığı önsözde “Gwangju Bienali sivil topluma aittir” diyordu; “kamusaldır ve kültür alanındaki temsilcilerin, sanatçıların, iktisatçıların ve Gwangju kentinin ortaklaşa çabalarının ürünüdür ... Harcanan çabalar kuşkusuz Gwangju’yu küresel dünyanın kültürel duraklarından biri ve Asya kıtasının kültür başkenti yapacaktır”.[1] Gerek 1,3 milyonluk kent, gerekse Seul hükümeti böyle bir girişime kaynak sağlamaya hazır görünüyorlardı. Siyasetin demokrasiye geri dönmesi hususu bir yana, Gwangju’nun sembolik sermayesinin kârlı ekonomik sermayeye dönüşmesi beklentisiyle, ‘Asya’nın kültür başkenti’ olarak kentin geleceğini garantiye almayı umuyorlardı. Sanat eserlerinin sembolik sermayesini ekonomik sermayeye dönüştürmek, sanat piyasasının da şiarı olagelmiştir.

 

Hans Haacke, Gwangju’yu ‘Asya’nın Kültür Merkezi’ olarak parlatmak (Gwangju belediye binası) 2008.

 

1997’de ikinci Johannesburg Bienali’nin, 2002’de documenta’nın küratörlüğünü üstlenen Okwui Enwezor, 2008’de Gwangju Bienali’nin sanat direktörü seçildi. Sanatın alınıp satıldığı yerler olan galerilerde sunulan eserlerin, görünüşte ticari amaçlı olmayan sergiler için yapılan eser seçimleri üzerinde her zaman etkisi olmuştur. Okwui Enwezor bienalin başlığını açık seçik Annual Report [Yıllık Faaliyet Raporu] koydu. İki dilde basılan kataloğun okuyucularını, Sergilerde Bir Yıl’ı izlemeye çağırıyordu: 60 sayfaya, ziyaret ettikleri galerilerin ve kâr amacı gütmeyen kuruluşların basın bültenlerini koydu. O ve eşküratörleri Koreli Hyunjin Kim ve Hint Ranjit Hoskote’nin yanı sıra, Kore’de, Filipinler’de, Fas’ta ve New Orleans’da yerleşik dört yazar, dünyanın dört bir yanından eserler seçtiler. Seçilen sanatçıların ya da sanatçı gruplarının arasında çağdaş sanat piyasasında büyük oynayanlar yoktu. Çoğu Batı Avrupa ve ABD dışındandı. Muhtemelen bu yüzden, ben pek azını tanıyordum. Üretildikleri bağlama yabancı olduğum için, eserlerin anlamlarını sökmekte de güçlük çektim. Zorluydu ve çok şey öğrendim.

 

Hans Haacke, Okwui Enwezor, Gwangju Bienali Sanat Direktörü, 2008.

 

2008’de Gwangju Bienali’ni 400.000 kişi ziyaret etti. Çoğu o bölgede yaşayanlardı ve aralarında sergiyi bütün sınıf birlikte gezen çok sayıda öğrenci vardı. Bir önceki yılın documenta’sını gezenlerin sayısı ise 750.000’e ulaşmıştı. Kassel’de de öğretmenleriyle gelen lise öğrencileri çoktu. Gördükleri eserler hakkında ne düşündüklerini bilmek ilginç olurdu. Yalnız şundan eminim, sergileri izlemiş olmak, kendilerine ve içinde yaşadıkları dünyaya dair algılarını etkilemiştir. Bu tür deneyimler, bir döneme ve ülkeye ilişkin toplumsal uzlaşma oluşmasına katkıda bulunma potansiyeli taşır.  

 

Fotoğraf Kayıtları, documenta 2, Temizlikçi Kadınlar, 1959. Fotoğraf: Hans Haacke.

 

Hans Haacke, Geniş Beyaz Akıntı (2008 Gwangju Bienali için enstalasyon).

 

2008’in Ocak ayında Okwui Enwezor, benim New York’ta, Paula Cooper Galerisi’ndeki sergimi görmeye geldi. Bu sergiyi, olduğu gibi, Annual Report’un bir parçası olarak Gwangju’ya taşımaya karar verdi. Sergide beş eser vardı. 1959’da documenta’da çektiğim fotoğraflar; 1960’lardan hareketli öğeleriyle bir enstalasyon, Geniş Beyaz Akıntı; 1971’de Guggenheim Müzesi’ndeki kişisel sergime mal olan üç eserimden biri ve mevcut Amerikan siyaseti hakkındaki hislerimi yansıtan iki iş, Damla Damla Ak ve Görev Tamamlandı. En yakın tarihlisi, gökteki yıldızların parçalanmış bir görüntüsü ile yerdeki Amerikan bayrağından oluşuyordu.

 

Hans Haacke, Sol Goldman ve Alex Dilorenzo Manhattan Emlakları, 1 Mayıs İtibariyle Gerçek Zamanlı Toplumsal Sistem (detay), 1971.

 

Hans Haacke, Damla Damla Ak, 1992 (Gwangju Bienali’nde sergilendiği haliyle, 2008).

 

Hans Haacke, Görev Tamamlandı, 2005 (Gwangju Bienali’nde sergilendiği haliyle, yerdeki detay, 2008).

 

Hans Haacke, Görev Tamamlandı, 2005 (Gwangju Bienali’nde sergilendiği haliyle, duvardaki detay, 2008).

 

Hans Haacke, “Lessons Learned”. Yazının son bölümünden çevrilmiştir. (Erişim tarihi: 26 Şubat 2018). Yazıdan diğer bölümleri okumak için bkz. Ders Çıkarmak: “Documenta Komplosu”

 


 

 



[1] Önsöz, Annual Report: A Year in Exhibitions, sergi kataloğu, 7. Gwangju Bienali (Gwangju Biennale Foundation ve BOM [Books on the Move], 2008).

sanat-politika, bienal