Çizginin Dansı, Renklerin Sesleri: Ressam Tiraje Dikmen’in Anısına

21/9/2016 / skopbülten / Necmi Sönmez

 

1925 yılında Büyükada’da doğan ressam Tiraje Dikmen’i 1 Eylül 2014’te kaybettik. Sıradışı bir yaratıcı olan Tiraje, vefatının ikinci yıldönümünde, resimlerine yüklediği derin anlamlarla, hatırlanmayı hak ediyor. Bu satırları okuyan kimi kişilerin, şimdi Tiraje’yi anmanın sırası mı diye sorguladıklarını duyar gibi oluyorum. Evet şimdi Tiraje’yi düşünmenin, tüm yaşamını içine gömdüğü eşsiz resimlerini, çizgilerin adeta dans ettiği desenlerini, her biri ayrı sesler çıkaran çılgın renkli tuvallarini hatırlamanın tam zamanı!

Tiraje, Paris-İstanbul ekseninde geçen yaşamında büyük başarılarına rağmen, sessizce kendi yolunda ilerledi. Işık Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Prof. Kessler yönetiminde “İstanbul’daki Kadın İşçilerin Çalışma Koşulları" konulu doktorasını verdi. 1939’da İstanbul Akademisi’ne resim atölye şefi olarak atanan Léopold Lévy ile resim çalışmaya başladı. Akademik olmayan bir eğitimden geçen Tiraje, 1949’da Fransız Hükümeti bursu ile Paris’e giderek buraya yerleşti. 1956’da ünlü Galerie Edouard Loeb’da desenleriyle ilk kişisel sergini açtığında Max Ernst iki çalışmasını satın almıştı.

 

Bireyin Özgürlük Mücadelesi

Bu yıllarda Man Ray, André Breton, Yves Tanguy, George Herold, Victor Brauner başta olmak üzere dönemin sürrealist sanatçılarıyla yakın ilişki içinde olan Tiraje, resimlerinde gerçeküstücü denemelere girmedi. İnsan figürünü soyutlayarak ele alması ona “gerçeklik sınırlarını aşma" imkânını tanıdı ama “insanın varoluş mücadelesi" çalışmalarının temelini oluşturdu.

1960’ta bu kez yağlıboyalarıyla Galerie Edouard Loeb’da ikinci kişisel sergisini açan Tiraje, Paris sanat ortamında “imgesel resmin" temsilcisi olarak kabul ediliyordu. Ancak ailevi sorunları, Paris ile İstanbul arasında mekik dokumasına neden olan zorlu bir hayat mücadelesini gündeme getirdi. 1970’te İstanbul’da, 1985’te Ankara Galeri Nev’de çalışmalarını sergileyen sanatçı için, Ali Artun Zamanların Hafızası isimli efsanevi kitabı, Patrick Waldberg’in metniyle yayınladı. 1980’li yılların tamamını, elinde kalması için mücadele ettiği Büyükada’da doğduğu köşkte geçirdi. 1990’lardaysa Lévy’nin kendisine bıraktığı Paris’teki muhteşem atölyenin yıkılmaması, resimlerinin müzayedelerde ziyan olmaması için çırpındı. Büyükada’nın sit alanı ilan edilmesi için de çalışan Tiraje, özünde “bireyin özgürlük" mücadelesinin olduğu bir anlatım dili geliştirdi.

Vefatından sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bıraktığı mirası ve arşivi hakkında bugüne kadar hiçbir çalışma yapılmamasını büyük bir eksiklik olarak değerlendirmek gerekir. Bir müze olarak korunmasını dilediği Büyükada’daki köşkünün, Paris’teki atölyesinin kaderleri kadar, içinde Léopold Lévy’den Selim Turan’a, Abidin Dino’dan Hakkı Anlı’ya kadar pek çok sanatçının işlerinin, mektuplarının olduğu arşivinin son durumuyla ilgili olarak neler yapıldığını merak ediyoruz. Umut ediyoruz ki Tiraje kayıp sanatçılar kervanına eklenen bir halka olmaz, olmamalı da.

Türk modernistler, Tiraje