/ Dadanın 100. Yılı / Dada ve Ekspresyonizm

13/8/2016 / skopbülten

Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgisi, II. Wilhelm'in tahttan feragat etmesi, imparatorluğun sona ermesi, parlamenter demokrasiye geçilmesi, ekonominin çökmesi, devrim hareketlerinin parıldayıp sönmesi, hepsi 1918 sonlarındaki birkaç aya sığan dramatik gelişmelerdi. Dada'nın Berlin çıkarması bu zamana denk geldi. Dada bu ortamda siyasallaştı ve devrime sarıldı. Ancak Berlin'deki sanat ve devrim tartışmalarının merkezinde Dada değil, ekspresyonizm vardı; devrimin sanatı olmaya ekspresyonizm adaydı.[1] Ekspresyonistler sanatın öncülük edeceği bir devrimin hayalini kuruyorlardı. Berlin'deki dadacılar ise sanatın, özellikle ekspresyonistlerinki gibi tinselliği öne çıkaran bir sanatın, gerçeklerin üzerini örtmekten başka bir işe yaramadığını düşünüyorlardı. Yaşanmakta olan vahim toplumsal çatışmaları kaydetmek bir yana, ekspresyonistler insan ruhunun çalkantılarını ifade etmeye öncelik vermişler; yeryüzü cehenneme dönerken, "tıpkı narin esin perileri gibi bakışlarını gökyüzüne çevirmişlerdi".[2] Dadacılar ekspresyonistlerin devrimciliğini sorgulayıp, onlarla topyekûn mücadeleye giriştiler.[3] Ancak Dada'nın ekspresyonizmle ilişkisi, ters düştükleri bu dönemde göründüğünden daha karmaşıktı. Nihayetinde, aynı sanat çevrelerinin içindeydiler, dadacıların çoğunun yolu ekspresyonizmden geçmişti ve benzer sosyalist idealleri paylaşıyorlardı.

 

Savaş Öncesinde Ekspresyonizm

II. Wilhelm akademik sanatı destekliyor, bir yandan Prusya Sanat Akademisi aracılığıyla, bir yandan da siparişler ve sanat ödülleriyle sanatçıları denetim altında tutuyordu. Ekspresyonizm, Almanya'da emperyal sultaya ve burjuva hakimiyetine karşı ilk modernist başkaldırıydı. Ernst Ludwig Kirchner ve Emil Nolde gibi sanatçıların Dresden'de 1905'te kurdukları Die Brücke ve Vasili Kandinski'yle Paul Klee'nin dahil oldukları Münih'teki Der Blaue Reiter sanatçılarını içini alan ekspresyonizm, kübizme, fütürizme, soyut sanata bağlı sanatçıları da kapsıyordu. Hepsinin ortak noktası, eserlerinde insanın iç dünyasına eğilmeleriydi. Ama onları asıl bir arada tutan, devletin sanat politikaları karşısında muhalif konumda olmalarıydı. Ekspresyonistler savaş öncesinde örgütlü siyasi hareketlere pek karışmadılar; kendi sanatlarını siyasetin müdahalesinden korumaya çalışıyorlardı.[4] 1912'de ekspresyonizmi destekleyen iki sol dergi, Die Aktion ve Der Sturm'un çıkmaya başlaması ve Berlin'de Der Sturm Galerisi'nin kurulması ekspresyonizmin Alman sanatı içindeki yerini bir miktar sağlamlaştırdı. Bu sıralarda kimi sanat eleştirmenleri ekspresyonistleri devrimci diye yaftalayıp, eserlerini "proleter sanatı" diye aşağılıyorlardı. Mesela bir müze yöneticisi olan Gustav Pauli 1913'te ekspresyonist eserlerin bir burjuva salonunun ipek duvar kağıtları üzerine değil, bir işçi evinin çıplak duvarlarına yakışacağını söylemiş ve eklemişti: "küçümsediğimden değil ama bu proleter sanatı".[5] Etkili sanat eleştirmeni ve tarihçi Wilhelm Hausenstein ise aynı yıl yayınlanan kitabında ekspresyonizmi geleceğin sosyalist toplumunun sanatı olarak gördüğünü yazmıştı.[6]

Sonradan Dada'ya dahil olacak Hugo Ball'dan Emmy Hennings'e, Richard Huelsenbeck'den Walter Serner'e, Wieland Herzfelde'den George Grosz'a, çoğu sanatçı ve yazarın şiirleri, yazıları ve illüstrasyonları o sıralarda Die Aktion'da ve Der Sturm'da yayınlanıyordu. Raoul Hausmann'ın 1912'de Sturm galerisinde ekspresyonist resimlerle karşılaşması sanatında dönüm noktası olmuş, ilk litografilerini bir ekspresyonist ressamın atölyesinde yapmış ve sanat kurumunu eleştiren ilk yazılarını yine Der Sturm dergisine yazmıştı. Hans Richter de 1913'de Sturm galerisinin çevresindeki ekspresyonistlere katılmış, Die Aktion için desenler yapmıştı. Grosz'la John Heartfield ve Herzfelde 1915'de ekspresyonist ressam Ludwig Meidner'in Berlin'deki atölyesinde tanışmışlardı. Der Sturm'un kurucusu Herwarth Walden, Hans Arp'ı sergi düzenlemesi ve dergiye yazması için Berlin'e davet etmişti. Keza Kurt Schwitters da Merz resimlerini 1919'da Sturm galerisinde sergileyecekti ve yazıları onun dergisinde çıkacaktı.[7]

 

                 "Die Aktion" ve "Der Sturm"un Kasım 1918 sayıları.

 

Ekspresyonistlerin bu dönemde radikal siyasetten uzak durmalarının yegâne istisnası, 1913 Ekim'inde bir grup sanatçı ve yazarın Münih'te çıkardığı Revolution adlı dergiydi. Gazete kağıdına basılan ve yalnızca beş sayı yayınlanan dergi, siyasette anarşizmi, cinsellikte özgürlüğü ve sanatta ekspresyonizmi savunuyordu. 1918 devriminin bastırılmasından sonra iktidara gelecek olan Sosyal Demokrat Parti SPD'nin öngördüğü, zaman içinde evrilen bir reform süreci yerine, devrimi, devrimin yaratıcı yıkımını destekliyordu. Avangard sanatçıyı, burjuva sanatının geleneklerini ortadan kaldıracak bir devrimci olarak görüyordu. Revolution, isyankar ekspresyonist şair Hans Leybold'la Hugo Ball'ın girişimiydi. İlk sayının editörlüğünü birlikte üstlenmişlerdi. Zaten ikisinin Ha Hu Baley mahlasıyla ortak yazdıkları şiirler Die Aktion'da yayınlanıyordu.[8] Die Aktion'a seçenek olacak böyle bir dergi çıkarmayı Leybold, Ball ve Richard Huelsenbeck bir yıl öncesinden başlayarak tartışmışlardı.[9] Bir süre sonra felsefe okumak üzere Sorbonne'a giden Huelsenbeck, Revolution'un Paris muhabiri olacaktı.

Ball'la birlikte ilerde Kabare Voltaire'i kuracak olan Emmy Hennings de 1913'te Münih'e yerleşmiş ve Café Simplizissmus'ta buluşan ekspresyonist yazarlarla arkadaşlık kurmuştu. Derken, bu kafede popüler kabare şarkıları söylemeye ve şiirlerini okumaya başladı. Ball'ı burada tanıdı. Hennings hayatını burjuva adabının kabul edilebilir bulacağı sınırların çok dışında, adeta topyekûn bir protesto olarak yaşıyordu: fuhuş, uyuşturucu, suç. Şiirleri de yalnızlık, esriklik, ölüm gibi ekspresyonistler için çekici temaları ele alıyordu, bazıları Die Aktion'da yayınlandı.[10] Hennings ilk sayısından başlayarak Revolution'a katkıda bulundu.

Savaş başlar başlamaz yaralanan ve hemen ardından intihar eden Leybold, Ball'ın ilerde Dada'ya varacak düşüncelerinin oluşumunda etkili olan kişilerin başında geliyordu, bir başkası da Ball'ın yine Münih'te tanıştığı Kandinski'ydi.[11] Leybold'un ölümünün ardından Ball ve Huelsenbeck Berlin'de savaşta ölen şairlere adadıkları bir ekspresyonist suare düzenlediler.

 

Revolution'un ilk sayının kapağında ekspresyonist Richard Seewald'ın                                                                                   "Devrim" adlı bir özgün baskısı yer alıyordu (15 Ekim 1913).

 

Devrim ve Ekspresyonizm

Savaş sonrasında ekspresyonistler geriye doğru bakıp, sanatlarının devrimin habercisi olduğunu düşünmeye başlamışlar, geleceğin sosyalist, kolektivist toplumunun sanatını kendilerinin yaratacağına inanmışlardı.[12] Modernist sanatın nihayet toplumla kucaklaşma umudu ortaya çıkmıştı. Devrim sanat alanında da eski düzeni değiştirmek için bir imkan sunuyordu.

Ekspresyonist sanatçılar, devrimci işçilerin ve askerlerin fabrikalarda ve kışlalarda kurdukları, Rus 'sovyet'lerini örnek alan konseyleri benimsediler; Novembergruppe, Sanat İçin Çalışma Konseyi, Devrimci Sanatçılar Hareket Komitesi gibi, isimleri devrimi çağrıştıran örgütler oluşturdular. Hararetli manifestolar yayınladılar. Mutlak sanatsal özgürlük sağlanmasını, kapitalist sanat piyasasının lağvedilmesini ve sanatın seçkinlere ait lüks bir meta olmaktan çıkarılıp, izleyicisinin proletaryadan oluşmasını talep ettiler.[13]

 

Max Pechstein, Sanat İçin Çalışma Konseyi'nin programı için illüstrasyon (1919).

 

Sanatçıların yanı sıra mimarları, eleştirmenleri, sanat hamilerini, hatta memurları içine alan geniş katılımlı Sanat İçin Çalışma Konseyi'ne kıyasla, Novembergruppe üyeleri konusunda daha seçiciydi. Sadece sanatçılardan oluşuyordu çünkü güzel sanatların ayrıcalıklı bir konumu olduğuna inanıyorlardı. Katılımcılarından yirmi kadarı 13 Aralık 1918'de ilk bildirilerini yayınladı: "Sanatın geleceği ve yaşanılan anın ciddiyeti biz tinin devrimcilerini (ekspresyonistler, kübistler, fütüristler) birlik olmaya ve yakın ittifak kurmaya zorluyor. Dolayısıyla, sanatta eski formları paramparça eden sanatçıları Novembergruppe'ye katılmaya çağırıyoruz."[14]

Devrimin bu ilk aşamasında SPD'nin geçici hükümeti yönetimdeydi. Der Sturm dergisiyle galerisinin kurucusu ve yöneticisi Herwarth Walden, devrimin patlak vermesinin hemen birkaç gün sonrasında Kültür Bakanı'na yazdığı mektupta ekspresyonizmin üstünlüklerini dile getirmişti: "Bir ekspresyonizm diktası kurma niyetinde değiliz ancak sanatsal çabalarımızın karşılığında başka sanat hareketlerine tanınan aynı hakları –ayrıca devlet desteği ve yardımı– istiyoruz."[15] Gerçekten de SPD'nin gazeteleri Sanat İçin Çalışma Konseyi'nin ve Novembergruppe'nin bildirilerini ve manifestolarını yayınladılar. Hemen hiç ekspresyonist eser bulunmayan devlet müzelerine ve koleksiyonlarına birkaç ekspresyonist eser satın alındı. Buna karşılık, Aralık ayından başlayarak Novembergruppe'nin önderleri arasındaki bazı sanatçılar hükümetin Propaganda Ofisi için afişler ve ilanlar üretmeye başladılar; bunların arasında SPD'den ayrılıp Komünist Part'yi kuran Spartakistlere karşı yapılmış olanlar da vardı. Zaten Ofis'in başında da SPD üyesi bir ekspresyonist yazar vardı.[16] Ekspresyonist sanatçılar ilk kez devlet nezdinde kabul görüyorlardı.

Novembergruppe 1919’da An alle Künstler! (Bütün Sanatçılara) başlıklı bir kitapçık yayınlayarak, sanatçıları devrimin yanında birleşmeye çağırdı. Kitapçığın içinde ressam ve şair Ludwig Meidner'in “Bütün Sanatçılara, Müzisyenlere ve Şairlere” başlıklı bildirisi yer alıyordu. "Hepimiz, kaderleri sanat koleksiyoncusu burjuvaların hevesleriyle yazılan dilenciler değil miyiz!" diyordu Meidner, "Sömürüye de sömürülmeye de son vermeliyiz! ... Sosyalizm yeni amentümüz olmalı!".[17] Propaganda Ofisi kitapçığın yayınına destek olmuştu. Kitapçığın kapağını da hazırlayan Max Pechstein, "Ne İstiyoruz" başlıklı yazısını, devrimin başarıya ulaştığını varsayarak yazmıştı. [18]

 


Max Pechstein, "An Alle Künstler" (1919). Sağ alt köşedeki meşale, SPD hükümetinin                                                     Propaganda Ofisi'nin mührüydü.Pechstein da SPD üyesiydi.

 

Ekspresyonistlerin devrimin ilk zamanlarındaki iyimserliği kısa süre sonra hayal kırıklığına dönüştü. Sanatçıların sanat kurumlarını ve piyasasını baştan aşağıya değiştirme umudu çabucak söndü. Geçmişte emperyal sanat politikalarına karşı mücadele ederken, bu sefer yeni hükümetin reformist kültür politikalarına karşı çıkmaya başladılar. Dadacılar ise Spartakist hareketi desteklemeye koyulmuşlardı ve "sanata karşı tavır almayı gerekli görüyorlardı çünkü ahlaki bir emniyet supabı işlevi gördüğünde, onun ne kadar sahte olabileceğinin farkına varmışlardı."[19]

1920'de Dada'nın tarihini yazmaya girişen Huelsenbeck'e göre, "canına okunan, bezdirilen, kurutulana kadar sömürülen ve kırılma noktasına getirilen" Alman toplumunun o sıralarda gerçeklikten mümkün olduğu kadar uzaklaşmayı yeğleyip içine dönmeyi istemesi doğal bir kendini savunma güdüsünün sonucuydu. Böyle bir zamanda ekspresyonistleri öne çıkaran, toplumdaki usançla ve gerçeklerden kaçma dürtüsüyle örtüşen, tinselliğe yaptıkları vurguydu. Bir anlamda, ekspresyonistler toplumdaki duyarlılıkları istismar etmişlerdi.[20] Dadacılar ise içinde yaşadıkları dehşet verici çağda sanatçıların da, deyim yerindeyse, ellerini kirletmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. 1918'de Berlin'deki ilk manifestolarında yine Huelsenbeck'in dile getirdiği gibi,

 

En yüksek sanat, bilinçle oluşturulmuş içeriğiyle, ait olduğu zamana özgü binlerce sorunu yansıtır ... En iyi ve en olağanüstü sanatçılar, hayatın çalkantılı çağlayanından saat başı kendi bedenlerinin parçalarını kapıp çıkaranlar olacak; elleri ve yürekleri kan içinde, zamanlarının aklına sıkıca tutunanlar olacak.[21]

 

Komünist Parti'nin kurucuları ve Spartakist hareketin önderleri Rosa Luxemburg'la Karl Liebknecht'in katledilmesi üzerine ekspresyonist ressam Conrad Felixmüller'in yaptığı "Dünyanın Yukarısındaki İnsanlar" başlıklı litografi, Die Aktion'un Luxemburg ve Liebknecht'e adadığı özel sayısında yayınlanmıştı. Birçok dadacı gibi Alman Komünist Partisi üyesi olan Felixmüller, iki devrimciyi tıpkı Hıristiyan azizleri gibi huzur içinde Berlin'in gökyüzüne yükselirken resmetmişti. Yeryüzü ise resminde hiç de cehennem gibi görünmüyordu. Ne dehşet vardı, ne kargaşa ne de kan. Huelsenbeck ekspresyonistleri eleştirirken, "tıpkı narin esin perileri gibi bakışlarını gökyüzüne çevirmişlerdi" demişti. Felixmüller'in litografisi sanki dadacıların ekspresyonistlere itirazının gerekçesini ifade ediyor; bir taraftan da Spartakist olduklarında bile ekspresyonistlerin estetiğinin Dada'yla nasıl çatıştığını gösteriyor. [NAA]

 

Conrad Felixmülller, "Menschen über der Welt" (1919).

 

 

Ludwig Meidner

Bütün Sanatçılara, Müzisyenlere ve Şairlere

1919

Yaradana karşı daha fazla mahçup olmamak için, artık harekete geçip devlette ve toplumda adil bir düzen kurmalıyız. 

Biz sanatçılar ve şairler, ön saflarda birleşmeliyiz.

Sömürüye de sömürülmeye de son vermeliyiz!

İnsanlığın büyük çoğunluğunu en sefil, en aşağılık, en alçaltıcı koşullarda yaşatırken küçük bir azınlığın hayvanlar gibi tıka basa yiyip içtiği bu düzen daha fazla devam edemez. Kendimizi sosyalizme adamalıyız: Üretim araçlarının sonuna kadar toplumsallaştırıldığı, her insana iş, boş zaman, aş, ev ve daha yüce bir amaç duygusu veren sosyalizme. Sosyalizm yeni amentümüz olmalı!

Sosyalizm her iki tarafı da kurtarmalı: yoksulu köleliğin, mezalimin, gaddarlığın ve garezin utancından, zengini ise merhametsiz bencilliği, açgözlülüğü ve acımasızlığıyla elde ettiklerinden.

Biz ressamlar ve şairler, kutsal bir ittifakla yoksulların yanında saf tutalım! Aramızdan birçokları, sefaleti, açlığın ve maddî bağımlılığın utancını çoktan tatmadı mı?! Toplumdaki yerimiz proleterlerinkinden çok farklıymış gibi, karnımız tok, sırtımız pek mi?! Hepimiz, kaderleri sanat koleksiyoncusu burjuvaların hevesleriyle yazılan dilenciler değil miyiz!

Gençsek ve henüz tanınmıyorsak, ya üç kuruş sadaka atarlar önümüze, ya da sessiz sedasız ölüme terk ederler.

İsim sahibi olmuşsak, paraları ve anlamsız arzularıyla bizi saf amaçlarımızdan döndürmeye çalışırlar. Nihayet mezarı boyladığımızda, gösteriş budalalıkları, leke sürülmemiş eserlerimizin üzerini altın yığınlarıyla örter – ressamlar, şairler, besteciler, bağımlılığınızdan ve korkaklığınızdan utanın ve dışlanmış, itilip kakılmış, hakkı ödenmemiş köle kardeşlerinizin saflarına katılın!

Bizler işçi değiliz, hayır. Vecd, coşku – tutkudur gündelik işimiz.

Bizler özgür ve bilgeyiz, alaylara kılavuzluk eden bayraklar gibi, gürbüz kardeşlerimizin önünde dalgalanmalıyız.

Ressamlar, şairler... Bu haklı dava uğruna biz savaşmayalım da kim savaşsın?! Dünyanın şuuru tüm gücüyle kalbimizde atıyor hâlâ. Tanrı’nın sesi her daim tazelenerek, isyanla havalanmış yumruklarımıza ateşini üflüyor.

 

                                                             ***

Ressamlar, şairler! Tinin uğruna, sindirilmiş, savunmasız kalmış kardeşlerimizle birleştirelim davamızı.

İşçi tine hürmet eder. İşçi, bilmek ve öğrenmek için yanıp tutuşur. Oysa burjuva saygısızdır. O sadece eğlenmeyi sever, estetik süslerle bezenmiş aptallıkları sever ve tinden nefret eder, ondan korkar – çünkü içten içe bilir ki tin, onun maskesini indirebilir.

Burjuvanın bildiği tek bir özgürlük vardır: kendi özgürlüğü – yani başkalarını sömürebilme gücü. İşte sessiz sedasız kol gezen soluk dehşet budur, ve milyonlar yıkılıp zamansız ölür.

Burjuva sevgi nedir bilmez – tek anladığı sömürü ve sahtekârlıktır. Kalkın! Bu çirkin avcı mahlukla savaşmak için, ganimet peşinde koşan, geleceğin bu bin başlı imparatoruna, bu ateiste ve Deccal’e kafa tutmak için kalkın!

Ressamlar, mimarlar, heykeltıraşlar! Burjuvaların –sırf gösteriş budalalığından, züppelikten ve can sıkıntısından– işiniz karşılığında yüksek ücretler ödediği sizler, dinleyin: O paraların üzerinde yorgunluktan harap olmuş binlerce yoksulun teri, kanı, gözyaşı var – o paraların üzerinde kirli yollarla edinilmiş bir kâr var.

 

                                                          ***

Bitmedi, dinleyin: Fikirlerimize, bu harikulade inancımıza sımsıkı sarılmalıyız. İşçilerin saflarına katılmalıyız, ne olduğu ve nereye gittiği belli olan saflara.

 

                                                          ***

İşin ucunda sosyalizm var – adalet, özgürlük ve insan sevgisi var. İşin ucunda, Tanrı’nın yeryüzündeki düzeni var![22]

 

Çeviri: Elçin Gen

 



[1] Joan Weinstein, The End of Exspressionism, Art and the November Revolution in Germany, 1918-1919 (Chicago & Londra: University of Chicago Press, 1990) s. 3.

[2] Richard Huelsenbeck, "En Avant Dada: A History of Dadaism [1920]", The Dada Painters and Poets: An Anthology içinde, der. Robert Motherwell, çev. Ralph Manheim (New York: Wittenborn, Schultz, 1951) s. 40.

[3] "Berlin Dada ve Alman Devrimi", e-skop (21 Mayıs 2016) http://www.e-skop.com/skopbulten/dadanin-100-yili-berlin-dada-ve-alman-devrimi/2951 (erişim: 8 Ağustos 2016).

[4] Joan Weinstein, The End of Exspressionism, s. 9-10.

[5] A.g.e., s. 12.

[6] A.g.e.

[7] Leah Dickerman (der.), Dada (Washington: National Gallery of Art, 2005) s. 460-485.

[8] A.g.e., s.  s. 476 ve 463.

[9] Dafydd W. Jones, Dada 1916 in Theory, Practices of Critical Resistance (Liverpool: Liverpool University Press, 2014) s. 25-26.

[10] Leah Dickerman, Dada, s. 473-474 ve Ruth Hemus, Dada's Women (New Haven & Londra: Yale University Press, 2009) s. 35.

[11] "Kandinski", e-skop (18 Mart 2016) http://www.e-skop.com/skopbulten/dadanin-100-yili-kandinski/2864 (erişim: 8 Ağustos 2016).

[12] Joan Weinstein, The End of Exspressionism, s. 3.

[13] A.g.e., s. 1.

[14] A.g.e., s. 27.

[15] A.g.e., s. 39.

[16] A.g.e., s. 32.

[17] Çeviren Elçin Gen, Sanat Manifestoları, Avangard Sanat ve Direniş içinde, der. Ali Artun (İstanbul: İletişim Sanathayat, 2010) s. 109-112.

[18] Joan Weinstein, The End of Exspressionism, s. 50 ve 55.

[19] Richard Huelsenbeck, "En Avant Dada, s. 43.

[20]  A.g.e., s. 39-41.

[21] Richard Huelsenbeck, "Dadaist Manifesto", çev. Elçin Gen, Sanat Manifestoları, Avangard Sanat ve Direniş içinde, der. Ali Artun (İstanbul: İletişim Sanathayat, 2010) s. 113.

[22] Meidner'in bildirisi, Novembergruppe'nin Ocak 1919'da yayınladığı, Bütün Sanatçılara başlıklı kitapçıkta yer alır. Sanat Manifestoları, Avangard Sanat ve Direniş içinde, s. 109-112.