/ Dadanın 100. Yılı / Merz Mimarlığı: Erotik Katedral

1/10/2016 / skopbülten

Kurt Schwitters'in bütün hayatını adayacağı Merzbau ya da "Erotik Katedral", 1917'den başlayarak yaptığı dada-sütunlardan veya dada-kulelerden türer. Bunlardan ilki "Istırap"tır (Leiden). Ahşap, mukavva, hurda demir levhalar, kırık mobilya parçaları, tablo çerçeveleri gibi atıklardan bir asamblajdır ve en tepesinde de Schwitters'in eşi Helma'nın bir büstü bulunur. Sanatçı bu işlerin doğası gereği, sütunla sürekli oynamış ve onu değiştirmiştir. Bu arada yedi yılda on kadar da başka sütun yapmıştır. Bunlarda geriye temiz bir fotoğrafı kalan sadece 1923 tarihli sütundur (merzsäule). Bu, büyük ihtimalle, üzerinde epeyi oynanmış olan 1917 sütunudur. Örneğin 1923'e kadar Helma'nın büstünün yerinde, daha küçücükken kaybetmiş olduğu oğlu Gerd'in ölüm maskesi vardır. Kaidede üst üste iliştirilmiş bir takım harf karakterlerinin arasında "merz" ve "dada" logoları göze çarpmaktadır. Schwitters'in mimarlığının kaynağı gibi gösterilen bu sütun, Johannes Baader'in 1920'deki Birinci Enternasyonal Dada Fuarı'nda sergilediği işten etkilenmiştir: "Büyük Plasto-Dio-Dada-Drama: Almanya'nın Azameti ve Çöküşü ya da Ulu-Dada'nın Fantastik Hayatı". Schwitters'in aşağıdaki metninde "Erotik Istırap Katedrali" (Kathedrale des Erotischen Elends-KdeE) olarak bahsettiği, başlı başına bir sütun olmaktan ziyade, sütunların birliğinden oluşan yapıyı ifade eder. Yani Merzbau'u.

 

 

Johannes Baader, "Büyük Plasto-Dio-Dada-Drama", 1920; ve Kurt Schwitters, "Hannover Merzbau" ya da Merz-sütunu, 1923 civarı.

 

Merzbau: Erotik Istırap Katedrali

Merzbau'nun sütunlar dışındaki diğer elemanları rölyef havasındaki kolajlardır. Schwitters 'inşaat'ında kullandığı değişik döküntüler arasındaki gizemli ilişkilere (correpondance) işaret etmek üzere onlar arasına ipler gerer. 'İnşaat'a giderek ahşap elemanlar ve alçı plaklar da eklenir. Daha sonra etkilendiği arkadaşlarının adıyla andığı grottolar belirir. Grottoları bulunanlar arasında zaman zaman ortak çalıştığı Hans Arp, El Lissitzki, Theo van Doesburg, Hans Richter, Hannah Höch gibi yakın arkadaşlarının yanı sıra, Bruno Taut, Mies van der Rohe ve Walter Gropius gibi Bauhaus çevresinden ahbapları olan ve etkilendiği kimi dadaist, konstrüktivist sanatçılar da vardır. Grottolardan biri ise romantik çağı açan Goethe’ye adanmıştır. Bir grotto vardır ki, bir sanatçıya değil, bir madene, simya alanındaki sembolizmi nedeniyle altına adanmıştır. Kurşunu altına dönüştüren 'felsefe taşı'nın büyüsünü canlandırır. Merzbau’da grottoların yanı sıra, başka odalar, inler, köşeler de bulunur: De Stijl Odası, Luther Köşesi, Ruhr Bölgesi… İnlerin, oyukların adları ise oldukça farklıdır: Caniler İni, Seks Cinayetleri İni, Değersizleşmiş Kahramanlar İni, Kahramanlara Tapanlar İni… Schwitters zamanla Merzbau’da en az kırk kadar grotto, oda ve in inşa etmiştir. Azizlere adanmış bir tür şapeli hatırlatan bu grottolarda, oyuklarda ‘rölikler’ de yer alır. Örneğin Mies’den yürüttüğü kalemler, Richter’den bir tutam saç, tırnaklar, ayakkabı bağcıkları, diş köprüleri, izmaritler…

 

Kurt Schwitters, Merzbau - Erotik Katedral, Hannover.

 

Merzbau ya da Erotik Katedral zamanla Schwitters’ın Hannover’deki aileden kalma evinin bütün odalarını, bodrumdan çatıya bütün katlarını işgal eder. Yani sanatçı baba evinin mimarlığını da merzler. Öyle ki, gerektiğinde duvar ve döşemeler yıkılır. Kalan yerler ise zaten büyük bölümüyle çöp yığınıdır: kalaslar, puro muhafazaları, gazete parçaları, kitaplar, yırtılmış kitap sayfaları, paçavralar, her cins düğme, kendininkiler de dahil, kırık dökük resimler, heykeller, oyuncaklar, taşlar, plastikler, tekerlekler, kravatlar, peynir kutuları, başka ambalajlar, dallar… Bütün bu rasgele birikmiş döküntü, ilerde Merzbau’a monte olsalar da olmasalar da, onun uzantısıdırlar. Merzbau özünde sınırsızdır ve sürekli değişim halindedir. Dünyada var olan her şeyin birbiriyle kaynaşmasıdır.

Erotik Katedral'i sergilenmek, satılmak, paylaşılmak üzere yaratılan bir eser değildir. Aslında, kamuya ve topluma ne kadar karşı çıkarsa çıksın, her eserin kimyasında birileri tarafından izlenmeyi bekleyen bir cevher vardır. Bu Schwitters’ın işleri için de geçerlidir. Ama Katedral hariç. O Schwitters’dan başkasının deneyimleyemeyeceği, anlamlandıramayacağı, sahip olamayacağı bir âlemdir. Yer yer mumlarla aydınlatılmış, ikonlarla donatılmış, yarı karanlık aurasıyla kendine mahsus, özel bir tapınaktır. Ve sanatçı tapınağını ancak birkaç yakınıyla paylaşır. Zaten kimi girintilere ve oyuklara ancak o ulaşabilir. Hatta bunlar bazen evin mimarlığının içine gömülüp kaybolurlar. Artık sadece Katedral’in hafızasında var olurlar.

Hannover-Merzbau’un inşaatı 1937’ye kadar sürer ve 1943’te Hannover’in bombalanmasıyla o da yıkılıp yok olur. 1937 yılında Hitler’in modernist sanatı, avangardı silmeye yönelik “Dejenere Sanat” (Entartete Kunst) sergisi düzenlenir ve arkasından bütün arkadaşlarıyla birlikte Schwitters’ın işleri de müzelerden kaldırılır. Aynı yıl, Nazi rejimini açık açık protesto etmekten kaçınmayan sanatçı, Gestapo’nun takibinden kıl payı kurtularak Norveç’e kaçar ve Oslo yakınındaki Lysaker’e yerleşir. Hayatını, Akademi'den mezuniyetinden beri geçimini sağlayan birtakım peyzajlar ve portreler boyamanın yanı sıra, gene yerleştiği evde bir Merzbau inşa etmekle geçirir. Ancak Nazilerin Norveç’i de işgal etmesi üzerine 1940’ta İngiltere’ye kaçar. Burada on yedi ay enterne edilir. Bırakılır bırakılmaz yerleştiği Londra yakınındaki Ambleside’da Merzbau ‘inşa etmeye’ devam eder. Ta ki 1948 yılında, altmış bir yaşında burada ölene kadar. [AA]

 


Kurt Schwitters

Ben ve Hedeflerim

1931

Kimsenin burada benden böyle bir şey istediği yok ya, bir defa da kendimden söz etsem fena mı olur? Kibirli değilim, çünkü hiçbir şeyin önemli olmadığını biliyorum. Burada sırf mütemadiyen niçin ve neden diye soranlara topluca bir yanıt vermiş olmak için yazıyorum, örneğin neden “menekşe”nin sonunda başlangıçta planlandığından tamamen farklı bir şey olduğunu soruyorlar, çünkü ben de böyle kasıtlı olarak kuytuda çiçek açan bir menekşeyim, çünkü orada daha güzel koktuğuma inanıyorum.

Başlangıçta “menekşe” olarak yeni şiirlerimin bir toplamını yayınlamak istemiştim yalnızca, en yeni işlerimi nereden satın alabileceklerini ikide bir soranlara bir fırsat tanımış olayım diye. Şimdi satın alabileceklerini bildiklerinden, artık sormayacaklardır elbette, çünkü sormaktan hoşlanıyorlar, ama satın almaktan hiç hoşlanmıyorlar. Ama neden hep başkalarını düşünmem ve başkalarına iyilik yapmam gerekiyor? Bir sanatçı olarak bir şeyler yayınlama fırsatımız çok az oluyor. Dünya partilerle dolu ve her parti sanatçıyı, kendi programından başka bir şeyi önemli bulan, kabiliyetsiz biri olarak görür. Hiçbir parti, kendi programı için savaşmayan, ya da bir biçimde kendi programını hayata geçirmesine yardımcı olmayan sanatın, içsel bir meşruluğunun bulunduğunu kabul etmez. Bugün geçerli slogan “etkin olmak”, oysa sanatın sakince “dalıp gitmeye” ihtiyacı vardır, sanat yaratmak ister ve var oluşunun gerçeğinden başka bir yolla etkin olmak istemez. Parti bana “Ama neden aynı zamanda etkin olmak istemiyorsunuz?” diye soruyor, bunu derken onun fikirleri doğrultusunda geliştirmem gereken büyük çaplı propagandayı kastediyor, sanatçı olarak meşruluğumu ona böyle kanıtlamamı bekliyor; ama ben bir işte yalnızca bir hedef güdülebileceğini biliyorum ve sanat benim gözümde, bir alet olarak kötüye kullanılamayacak kadar değerlidir; kişisel olarak güncel politik olaylardan uzak durmayı tercih ederim.

Umarım, zaman ben olmadan da politik olarak var olmayı sürdürebilecektir, buna karşılık, sanatın gelişimi için bana ihtiyacı olduğunu kesinlikle biliyorum. Sanat tuhaf bir şeydir, sanatçıya bütünüyle ihtiyaç duyar.

Sanat yapıtı her birim gibi bir toplam değil, bir durumdur, tıpkı kimyasal bir maddenin elementlerinin toplamı olmayışı gibi. H2O yalnızca her 2 birim hidrojenin bir birim oksijene orantısını ifade eder. Her iki birim hidrojenin ve bir birim oksijenin dengede durdukları anlamına gelir. Buna SO3 eklersem H2SO4 elde ederim, bu da yeni bir maddedir, artık su değil sülfürik asittir. Bunun gibi, parçaların ritmine bir şeyin lehine ya da aleyhine bir etki eklediğimde, saf sanatsal yaratımın özü değişir ve sanat bir tavize dönüşür. Bir sanatçı olarak böyle bir şeye yanaşmayacağım açıktır. Sanat yapıtının hedefi yalnızca dengedir ve amacı sanattır.

Sanat etkide bulunmak ve etkin olmak değil, özgürleştirmek ister, hayattan, ulusal, politik ya da ekonomik mücadeleler gibi insanlara yük olan her şeyden. Sanat devletten, partiden ve karın doyurma kaygılarından kirlenmemiş saf insanı ister.

Zamanı bir biçimde sanat yapıtımda yansıtmazsam, onu yaşamış olmayacağım eleştirisi yöneltiliyor bana. Soyut sanatın ve yalnızca soyut sanatın zamanımızı yansıttığını öne sürüyorum ben de; çünkü soyut sanat, bildiğimiz tüm zamanlardaki sanatın gelişiminde son mantıklı evredir ve yılların ya da onyılların bir meselesi değildir, muhtemelen gelecek binyılların sanatıdır. Resim sanatında yeni nesnelcilik denilen şey geçici, dönemsel ve taraflı bir reaksiyondur; üstelik ona tamamen yanlış bir isim verilmiştir çünkü çağımızın yeni ve nesnel sanatı soyutlamadır. Bunu izleyen her gelişme ancak soyutlama temelinde yükselebilir, betimleyici sanat gelecekte ancak bir reaksiyon olarak mümkündür, çünkü gelişme onu aşıp ötesine geçmiştir. Gerçi bir soyut sanatçı olarak ben zamanın sosyal ve politik olaylarına uzak duruyorum, ama onyılın içinde duran politikacılardan daha fazla zamanın içindeyim.

İster sağda dursun ister solda, bugün başka şeylerle ilgilendiği için soyut sanat hakkında bir şey duymak istemeyen gençliği dikkate almadığım eleştirisi yöneltiliyor bana. Gençliğin tamamının başka şeylerle ilgilendiğine inanmıyorum. Ancak her iki aşırı ucun, hem sağ hem de sol partilerin, gençliği kendi anladıkları tarzda bir politika için eğitmek üzere her türlü gayreti gösterdiklerinin farkındayım. O zaman, bu tarzda eğitilmiş olan ve bu konuda tamamen yetişkinlerin zihniyetiyle düşünen gençliğin sanattan pek hoşlanmaması mümkündür; ama bu durum değişir. Çünkü insan için sanatın kesin yasaları içine dalıp gitmekten daha değerli bir şey yoktur. İnsanlığa binlerce yıl boyunca mutluluk vermiş olan tanrı kavramının, tüm ulusal ve sosyal sınırların ötesinde sanatla yakından akraba oluşunu bir küfür olarak algılamayın. Sanatın içine dalıp gitmek insanın gündelik hayatın kaygılarından kurtulup özgürleşmesi bakımından, tanrıya ibadet etmeye eşittir. Tam da bu yüzden sanat ulusal ve sosyal olandan kendini ne kadar uzak tutarsa, saf insani olanı, dalıp gitmeyi, bakmayı ve dinlemeyi, kendini unutmayı ne kadar çok isterse o kadar çok vardır. Gerçi sanat sırf duyular için yaratılmamıştır ama sanat betimleme ve anlatımdan uzunca bir süre birer araç olarak yararlandıysa da, bunlar sanat yapıtının hedefleri değillerdir. Kendinde her araç ve her malzeme sanat yapıtı içinde değerlendirilebilir ve dengelenebilir, ama önemli olan araçlar ve malzemeler değil, ritim içinde değerlendirmeyle ortaya çıkan sanatın kendisidir.

Gelişme, soyut resimde, yani betimlemeyen, aksine orada-tutan resimde bir sanat yapıtının yaratılabileceğini gösterdikten sonra, sanatın gelişiminde yine bir ileriki aşamaya ulaşılmıştır ve bu gelişme geriye gidemez.

Böylelikle yeni gelişme aşamasında, önceki aşamalardakilere göre daha değerli sanat yapıtlarının değil, yalnızca çağdaş sanat yapıtlarının ortaya çıktığını açıkça vurguluyorum; çünkü her gelişme aşamasının sanat yapıtı sonsuzdur ve sonsuz sonsuza eşit olduğu için, sanat yapıtları birbirleriyle kıyaslanamaz.

Edebiyatta soyutlamayı saf bir biçimde uygulamak zordur, günümüzün şartları henüz buna yeterli değil. Benim şiirlerim içinde en saf soyut olanı, Scherzo bölümünü burada yayınladığım die Ursonate’dir. Burada kanıtlamaya girişmekten imtina ediyorum, bunun yerine “Schacko”da, yapıya, kompozisyondaki soyut yasaya dikkat çekmek istiyorum. Schacko’nun öyküsünü bir kadından dinledim, kelimesi kelimesine –tüm şiiri– ve bu arada zavallı hayvancığı da gördüm. Her şeyden çok sevdiği kocasını kaybeden ve şimdi kocasından kendisine biricik yadigâr olarak, günah gibi nefret ettiği bu iğrenç hayvan kalan bu kadının yazgısından etkilendim. Kocasını, nefret ettiği bu hayvanın şahsında sevmeye devam ediyor, bu durum beni malzemeye insani olarak daha yakınlaştırdı; ama bu haliyle henüz kesinlikle bir sanat yapıtı değildi. Mesele ancak form yoluyla bir sanat yapıtı haline geldi: kadının ifadelerinin karşı karşıya konuşu, yinelenişleri, birbirlerini bütünleyişleri, birbirlerini önceleyişleri ya da doğrulayışları, bütünün içinde bir arada yer alışları... hepsi, kadının kocasına olan sevgisini (soyut bir kavram) ve ümitsizliğini (yine soyut bir kavram) gitgide daha anlaşılır bir biçimde netleştirmek içindi – işte bu şiirin içeriği budur. Bu yöntemle benim bütün şiirlerimi analiz edebilirsiniz ve bu anlamda formlarının daima soyut olduğunu teslim edeceksiniz: ifadeler değerlendirilmiştir.

Resim sanatında da, tıpkı “Schacko” şiirinin, kuşun sahibesinin sözlerinden inşa edilmiş olması gibi, kompozisyon için gündelik çöpün kırıntılarını kullanmayı seviyorum. Merz resimlerim böyle oluştu, özellikle büyük sütunum böyle ortaya çıktı. – Evet, bu sütun nedir? Öncelikle, yaklaşık 10 sütundan bir tanesidir. Erotik ıstırap katedrali, ya da kısaltılmış haliyle K d e E [Kathedrale des erotischen Elends] adını taşıyor, kısaltmalar çağında yaşıyoruz. Ayrıca bu sütun tamamlanmamıştır, hem de ilkesel nedenlerle. Büyük şehir ilkesine göre büyür o: bir yerde bir ev inşa edilecektir, imar müdürlüğünün bu yeni evin bütün şehir görüntüsünü bozmaması için bakması gerekir. İşte bunun gibi, ben de bir nesne görüyorum, onun K d e E’ye ait olduğunu anlıyorum, o nesneyi alıp yapıştırıyorum, zamklıyorum, toplam etkinin ritmine uygun olarak boyuyorum ve günün birinde tamamen ya da kısmen nesnenin cesedini çiğneyip geçmesi gereken yeni bir yönün yaratılması gerektiği çıkıyor ortaya. Böylece her yerde, kendi başına bir bütün olarak değersizleştirilmelerinin açık bir işareti olarak tamamen ya da kısmen kesişmiş nesneler kalıyor. Yan kemerlerin büyümesiyle vadiler, derinlikler, grottolar [küçük mağara] oluşuyor; daha sonra bunlar bütünün içinde kendi yaşamlarına devam ediyorlar. Kesişen yön çizgileri yüzeylerle birbirlerine bağlandığında, vida gibi kıvrılan formlar ortaya çıkıyor. Bütün bunların üstüne, gizli kalmış ya da dağılmış formlar üzerine en kesin geometrik biçimde küplerden oluşan bir sistem örtülüyor, tamamen çözülünceye kadar. K d e E adı yalnızca bir tanımdır. İçerikle ilişkili değildir, ya da çok az ilişkilidir ama bu yazgıyı tüm tanımlarla paylaşır: örneğin Düsseldorf artık bir köy değildir [Dorf: köy], Schopenhauer [Schoppe: bir şarap ölçüsü] de bir ayyaş değildir. K d e E’nin birkaç istisnayla son yedi yıllık yaşamımda saf form açısından önemli ya da önemsiz olan tüm şeylerin şekillenmesi olduğu söylenebilir; ancak bu şekillenmenin içine belirli bir edebi biçim karışmıştır. 3 ½ x 2 x 1 metreküp boyutlarındadır ve bir zamanlar büyük bir elektrikli aydınlatması vardı, ama bu aydınlatma kısadevre nedeniyle içerden bozuldu. Bunun yerine şimdi dört bir yanında yapı ışıkları bulunuyor, bunlar inşaat ve boyama sırasında köşelerin aydınlatılması için kullanılan küçük noel mumları; aslında bu mumlar kompozisyona dahil değil; ama yandıklarında bütüne gerçek olmayan, ışıklandırılmış bir noel ağacı etkisi veriyorlar. Tüm grottolar belirli esas unsurlarla karakterize edilirler. Bir yanda parıldayan hazinesiyle Nibelungen zulası, taştan masasıyla Kyffhäuser,[1] Göthe’nin[2] rölik olarak bir bacağı ve çoğuyla handiyse tükenene kadar şiir yazılmış kurşunkalemlerle Göthe grottosu; Feininger’in Weimar evleriyle batık kişisel birlik şehri Braunschweig-Lüneburg; Persil reklamları ve Karlsruhe şehrinin tarafımdan tasarlanmış amblemi; acınası bir genç kızın fena halde parçalanmış cesediyle şehvet cinayeti mağarası, domateslerle renklendirilmiş; ve bol miktarda adak, gerçek bir linyit kömürü ve gerçek bir kok kömürüyle Ruhr bölgesi; Michel-Angelo’nun ve benim resim ve heykellerimizle resim sergisi (bu serginin yegâne ziyaretçisi kuyruğu yerde sürünen bir köpek); helası ve kırmızı köpeğiyle köpek alanı; “Stille Nacht, heilige Nacht” şarkısını çalması için sola doğru döndürülmesi gereken laterna, daha önce “Ihr Kinderlein kommet”[3] şarkısını çalıyordu; %10 hasarlı, artık bir kafası olmayan ama kendini hâlâ iyi hisseden savaş gazisi ve kızı; üzerine Raul Hausmann’ın yüzü yapıştırılmış ve böylelikle basmakalıp gülümsemesini tamamen yitirmiş bir Monna Lisa resminden oluşan Monna Hausmann; Hannah Hoech’ün[4] yaptığı 3 bacaklı hanımefendinin olduğu genelev, ve büyük aşk grottosu. Tek başına aşk grottosu sütunun alt yüzeyinin yaklaşık ¼’ünü kaplıyor; geniş bir merdiven dışardan bu oyuğa çıkıyor, onun altında uzun, dar bir koridorda Hayatın Klozet Kadını yer alıyor, aynı koridorda deve pisliği de var. İki çocuk bizi selamlıyor ve dünyaya gözlerini açıyor; bir anne ve çocuğundan geriye hasar nedeniyle yalnızca bir parça kalmış. Parıldayan ve çatlamış nesneler ortamın ruh halini karakterize ediyor. Ortada sevgi dolu aşk çifti: adam kafasını yitirmiş, kadın da iki kolunu; adam bacaklarının arasında devasa bir manevra fişeği tutmakta. Âşık çiftin üzerindeki, gözleri frengili çocuğun gizlenmiş büyük kafası çifti acele etmeleri için uyarıyor. Ama sidiğimin içinde ölümsüz çiçeklerinin çözüldüğü küçük yuvarlak şişe yine huzuru sağlıyor. Burada sütunun yazınsal içeriğinin yalnızca küçük bir bölümünü verdim. Bazı grottolar o anki yüzeyin altında çoktan gözden yitmişlerdir, örneğin Luther köşesi. Yazınsal içerik Dadaisttir; ama bu yalnızca sütunun 1923 yılına ait olması ve o dönemde benim Dadaist olmam hasebiyle anlaşılır bir durumdur. Ne var ki, bu sütunun inşası yedi yıl sürdüğünden, formu da benim düşünsel gelişmeme uygun olarak, özellikle kemerlerinde gitgide daha kesin bir şekilde gelişti. Genel izlenimiyle kübist bir resmi ya da gotik mimariyi (hiç de az değil) anımsatır.

Bu K d e E’yi oldukça ayrıntılı betimledim, çünkü bu onun hakkındaki ilk yayındı ve çokanlamlılığı yüzünden onu anlamak çok zordur. Sütunumu tamamen anlayacaklarını varsaydığım yalnızca üç insan tanıyorum: Herwarth Walden, Doktor S. Giedion ve Hanns Arp.[5] Diğerleri, korkarım ki, bu açıklamadan sonra bile, tamamen anlamayacaklar, ama zaten böyle tamamen olağanüstü şeyleri tamamen anlamak gerekmez. K d e E, kuytuda açan tipik bir menekşedir. Belki benim K d e E’m her zaman kuytuda kalacaktır, ama ben değil. Sanatın gelişiminde bir faktör olarak önemli olduğumu ve her daim önemimi koruyacağımı biliyorum. Daha sonra “Zavallı adam ne kadar önemli olduğunu kendisi hiç bilemedi” demesinler diye, bunu açık ve net ifade ediyorum. Benim için ve soyut hareketin diğer önemli kişileri için, tüm bir nesli etkileyeceğimiz büyük zamanın bir gün geleceğini çok iyi biliyorum, yalnızca bunu kendi gözlerimle göremeyeceğimden korkuyorum, bu yüzden topluyorum, şiir üstüne şiir, taslak üstüne taslak ve resim üstüne resim koyuyorum; hepsini özenle paketliyor ve imzalıyorum, bunları yangın tehlikesine karşı farklı yerlere koyuyorum ve hırsızın bulamayacağı şekilde gizliyorum. Bu, beni henüz anlayamadığı için kendisine kızgın olmadığım dünyaya bıraktığım mirastır.

Burada serinkanlılıkla ve aklımı başıma toplayarak tahmin ettiğim şudur ki, bir gerçeklik sıradan bir doğallıktan başka bir şey değildir, çünkü yapıtlarımızda dile getirdiğimiz ne budalalık ne de öznel bir oyun değil, zamanımızın ifadesidir, zamanımız tarafından dikte edilmiştir ve zaman, en hareketliler biz olduğumuz için herkesten önce biz özgür sanatçıları etkilemiştir. Bizim üzerimizden ve bizim yanımız sıra, tipografide ya da mimarlıkta çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, bağımlı anlatım biçimlerini de etkilemektedir.

Tipografi ya da mimarlığın soyut sanatın uygulanışı olarak kavranmasını kesinlikle istemiyorum, çünkü öyle değiller. Özgür, amaçsız bir tasarım, amaca yönelik bir forma uygulanamaz. Tipografi ve mimarlık soyut sanatın yan olaylarıdır. Tipografi yalnızca optik nedenlerle yaratılamaz. Dahası, tipografinin kendi dışında bir amacı vardır, etkilemek ya da yönlendirmek ister. Mimarinin amacıysa, bir konut ya da amaca yönelik olarak belirlenmiş başka bir mekân oluşturmaktır. Mimarın kuracağı şeyin görsel bir ifadesini oluşturma zorunluluğunu görmezden gelmiyorum ama ulaşılmak istenen hedef, mekânın inşasıdır ve bu hedef değişmez.

İmdi, niyetlerindeki tüm farklılıklarına rağmen bir yanda mimari ve tipografi diğer yanda soyut resim ve heykel arasında biçimsel olarak yine de büyük benzerlikler vardır. Her iki form da bizim için tipik olan, zamanın form isteğinden doğmuştur. Daima eskimiş formlarda düşünen insanlık, zamanın formunu henüz sevmiyor; öte yandan yeni üslup, bununla eşzamanlı olarak ama genel tarafından farkına varılmadan, yalnızca az sayıda yetenekli sanat tarihçisi tarafından fark edilerek, gelişiyor. Daha sonra günün birinde genelleşecek ve ondan sonra hepimiz, belki ancak o zaman, geleceğin çoktan başka gereksinimlere sahip olduğu zamanda, kuytu köşelerimizden dışarı çıkartılacağız, çünkü genel olarak insanlığın kaderi yanılmaktır, ve bunu da ona çok görmemeli, çünkü kendini böyle iyi hissediyor. Bugün o süssüz, içeriden dışarıya doğru tasarlanmış evlerde oturmayı seven çok fazla insan yok, genel olarak eski, tıka basa dolu barok evler tercih ediliyor, çünkü güzellik için de bir şeyler yapmak isteniyor. Tam da o süssüz evlerin, Haesler gibi yetenekli bir mimar tarafından inşa edilmişlerse, yalnızca tüm konfor ve hijyen gereksinimlerine karşılık veren, teknik açıdan en iyi çözümler olmakla kalmayıp aynı zamanda optik açıdan en güzel formları da oluşturdukları, ancak daha ilerdeki bir dönemde anlaşılabilecektir. Yeni tipografi ise geniş kesimler tarafından nispeten daha kolay anlaşılıyor. Gerçi basit formlar sevilmiyor, ama yeni tipografinin başlıca amacı olan içeriğin daha yoğun bir biçimde netleştirilmesiyle bağlantılı olduklarında iyi karşılanıyorlar. Yeni tipografi genel olarak gitgide daha çok takdir ediliyor, çünkü daha kolay yönlendiriyor, daha iyi reklam yapıyor, zamandan ve paradan kazandırıyor.

Şimdi günümüz gençliğine ve genel olarak günümüz insanına dönelim. Hepinizden rica ediyorum, bırakın kendi kuytumda çiçek açmaya devam edeyim. Orada çok iyiyim ben ve şan şeref peşinde de koşmuyorum, ya da sizin tarafınızdan kabul edilmek derdinde değilim. Atölyemde ya da yazı masamda rahatsız edilmeden, tamamen huzur içinde, sokağın gürültüsünden etkilenmeden ve karnımı doyurma derdine düşmeden çalışmaya devam edebildiğimde hoşnut oluyorum. Yılda 500’den fazla baskı nesnesi hazırladığım çok sayıda şirket ve fabrikanın tipografi tasarımcısı ve danışmanı olarak çalışmak, beni bu konuda destekliyor. Beni kimse anlamıyor ve hepiniz beni anlıyorsunuz, özellikle mutlu bir evlilik de yaptığım için; tipografi çalışmalarım giderek artan bir kabul görüyor. Olağanüstü karışık ve çok yönlü olan bu baskı alanını da yavaş yavaş öğreniyorum.

Sanatta durum farklı, çünkü birincisi kimse bu alanı bilmiyor, çünkü bu alan hâlâ önemli ölçüde karmaşık; ikincisi de, henüz kişisel olarak kabul görmüş değilim. Yalnızca kötü eleştiriler var, çünkü eleştirmenler özünde hep aynı. Genç bir eleştirmen benim bir sergim üzerine katlanılmaz olduğumu yazdığında, hiç umurumda olmuyor, günümüzün en iyi sözcüsü olduğumu yazsaydı da bir o kadar umurumda olmazdı, çünkü bu da tamamen doğru olmayan, ama kişisel olarak elbette kendini daha az rezil edeceği bir iddia olurdu. Benim zamanım gelecek, bunu biliyorum, ve o zaman aynı eleştirmenler: “İnsanlar eskiden Schwitters’i göremedikleri için ne kadar aptalmışlar, oysa biz şimdi onu anladığımız için ne kadar zekiyiz” diye yazacaklar. Gerçi henüz doğmamış olan insanlara hakaret etmek gibi bir niyetim yok, ama şimdiden biliyorum ki, eleştirmen oldukları sürece, bugünkü meslektaşları kadar ahmak olacaklar ve idrak kabiliyetleri de aynı onlar gibi düşük olacak, çünkü bu genel olarak insani bir durumdur, bunun için kimse bir şey yapamaz; yeter ki numara yapmasınlar. Siz geleceğin insanları, bana özel bir iyilik yapmak istiyorsanız, çağınızın önemli sanatçılarını tanımaya çalışın. Beni, zaten çoktan keşfedildiğim bir dönemde keşfetmenizden daha önemlidir bu ve beni de çok sevindirir.

Ama sizler, siz sağdaki ya da soldaki politik insanlar, ya da orta yolcular, ya da aklın hangi kanlı kampına dahilseniz artık, günün birinde politikadan iyice gına geldiğinde, ya da yalnızca bir akşamlığına kafanızı dağıtmak istediğinizde, sanata buyurun, hiçbir eğilimi olmayan, saf apolitik sanata, ne sosyal, ne ulusal ne de zamana bağlı olan, moda olmayan sanata. O sizi ferahlatabilir ve bunu seve seve yapacaktır.[6]

 

Çeviri: Mustafa Tüzel

 


[1] Almanya’nın Thüringen eyaletinde, Kyffhäuser kentindeki Kaiser Wilhelm anıtı kastediliyor – ç.n.

[2] Goethe; Schwitters’in orijinal yazımı korunmuştur – ç.n.

[3] “Stille Nacht, heilige Nacht” ve “Ihr Kinderlein kommet” Noel şarkılarıdır – ç.n.

[4] Hannah Höch; Schwitters’in orijinal yazımı korunmuştur – ç.n.

[5] Başkaları da katılırsa sevinirim – yazarın notu

[6] Kurt Schwitters, "Ich und Meine Ziele", Merz, 21 (1931) s. 113-117. http://sdrc.lib.uiowa.edu/dada/merz/21/pages/08.htm (erişim: 12 Eylül 2016).

Kurt Schwitters, Dada'nın 100. Yılı