"Ev Sahipleri" ve "Konuklar": Arap Baharı'nı Batı Sanat Sermayesine Tahvil Etmek

4/2/2012 / skopbülten / Elçin Gen

“Arap Baharı” olarak anılan olaylarla birlikte, Batı’da da Arap ve Ortadoğu sanatıyla ilgili ciddi bir “canlanma” yaşanıyor. Venedik Bienali’nde Arap Baharı’na göndermede bulunan sergiler açılıyor; Paris ve Londra gibi merkezlerde peş peşe Arap sanatçıların eserleri vitrine çıkarılıyor; müzayedelerde çağdaş Arap sanatçıları bundan üç-beş sene önce hayal edemeyecekleri rekor fiyatları görüyorlar; nitekim son Contemporary İstanbul Fuarı’nın teması da Arap Baharı’ndan esinleniyor…

British Museum’dan Venetia Porter’ın dediğine göre, 2005’ten önce eserlerinin satış fiyatı 5000 sterlin civarında seyreden sanatçılar, bugün 30-50.000 sterline satılıyor.“Gerek British Museum, gerek Victoria ve Albert Müzesi, bölgeye ait çağdaş sanat koleksiyonlarını genişletiyorlar. Arap Baharı bu talebi besledi.”[1] Londra’daki Modern İslam ve Çağdaş Sanat Galerisi sahibi Reedah El-Saieise şöyle diyor: “İsyanlardan önce [Batılı izleyiciler] Arap sanatını egzotik ve suya sabuna dokunmayan, ya da İslam geleneğine ait eserler olarak görüyorlardı. Sanatçılar fazla politik olarak algılanabilecek işlerini sergilemekten kaçınıyorlardı. Ama şimdi isyanların arka planını gösteren işler aranıyor, politik açıdan çok daha keskin işler üretiliyor.”[2]



Mısırlı sanatçı Khaled Hafez’in “Tomb Sonata in Three Military Movements” adlı eserinden.

 

İsyanlardan önce bölgenin sanatı daha ziyade çokkültürlülük, kimlik/melezlik vs. meseleleri etrafında vitrine çıkıyordu; şimdi gerçekten de “politik” yönü keskin işler talep ediliyor (tabii en son örnekleri Sharjah ve Venedik bienallerinde görüldüğü gibi, “müstehcenlik” hâlâ sansürleniyor).[3] Yemenli sanatçı Abdülrahman Jaber, gösterilerde “yaralanan veya şehit düşen” insanların fotoğraflarını çekiyormuş: "Yanı başınızda insanlar ölürken sanat yapmak kolay değil. Üzerinizde çok büyük baskı oluyor.”[4] Ama Batılı artokratların sıcak isyan imgelerine karşı kabaran iştahı ve ufuktaki rekor fiyatlar, bu baskıyı bir nebze de olsa dindiriyor olmalı.

Velhasıl, kendi topraklarına gelen bahar rüzgârlarına müze işgalleri vasıtasıyla maruz kalmaktan pek de memnun olmayan Batı sanat dünyası, Arap Baharı’nı sanat sermayesine tahvil etmek için canla başla çalışıyor. Ama bütün bu seferberliğin altındaki yegâne saik, “küresel” çağdaş sanat piyasasına yeni soluklar katmakla sınırlı değil. Bölgedeki çağdaş sanatı kolonize etme girişimlerinin ön saflarında yer alan Britanyalı sanat yöneticisi Stephen Stapleton,[5] Suudi Arabistan’da yürüttüğü sanat faaliyetlerine atıfta bulunarak şöyle diyor:  "[Suudi Arabistan], devrime gerek olmadan dünyaya açılacak” ve ekliyor: "Bu ülkelerin dışarıya açılmasının çok büyük bir etkisi olacak, zira özgürlük olmadan yaratıcı bir ekonomi filizlenemez.”[6] Yani, Stapleton’a (ve temsil ettiği zihniyete) göre devrimin yegâne amacı, söz konusu ülkeleri “dünyaya açmak”; halklar kendi başlarına devrim yapamıyorlarsa da, Batılı hamileri devreye girip “yaratıcı bir ekonomiyi” filizlendirecek “özgürlük” alanını muhakkak açacaklardır.

Bölgede yaşanan toplumsal değişim rüzgârını sanat vasıtasıyla küreselleşmenin ve serbest piyasanın rayına oturtma yönündeki son büyük girişimlerden biri de “Ortadoğu’da Sanat ve Himaye Zirvesi”. Bu yıl, 12-13 Ocak günlerinde ilki düzenlenen zirve, Londra’da British Museum ile Royal College Of Arts’ta toplandı. Türkiye’den de Oya Eczacıbaşı, sanatçı Banu Cennetoğlu ve küratör Zeynep Öz, Zirve’ye konuşmacı olarak katıldılar. Diğer konuşmacılar arasında, tahmin edilebileceği gibi, Tate Modern yöneticisi Chris Dercon, Serpentine Gallery’den Hans Ulrich Olbricht, Paris’teki Institut du Monde Arabe’ın yöneticisi Mona Khazinder, Washington’daki Hirshhorn Museum and Sculpture Garden’dan Richard Koshalek yer alıyordu. Sanat ve Himaye Zirvesi, misyonunu “Ortadoğu’da geniş çaplı bir değişim yaratmak üzere, sanatçıları ve sanat kurumlarını desteklemek” olarak sunuyor.[7] Zirve’den çıkan sonuçlar, her yıl rapor olarak yayınlanacak.

 

 

 

Çağdaş post-kolonyal çalışmaların babası ve “melezlik” gibi kilit kavramlarının mucidi Homi Bhabha, Zirve için gönderdiği mesajda, “bu soğuk Londra gününde bir bahar –belki bir Ortadoğu baharı– havası hissediyorum” diyor.[8] Bir “Ortadoğu Baharı”nın Londra’da örgütleniyor olmasından duyduğu memnuniyeti bu şekilde ifade eden Bhabha, uzun uzun serbest piyasanın, “açık toplumun” erdemlerini övüyor; sanat piyasasındaki temel sorunun “manipüle” edilmesi olduğunu, bu yüzden özellikle Ortadoğu gibi piyasaya yeni giren bölgelerde üretilen sanatın piyasa manipülasyonlarından korunması gereğini anlatıyor. Bu “düzenleyicilik” misyonunu da, himayeciliğe, yani “Himaye Zirvesi”ne atfediyor:

Sanat hamiliğindeki sorumluluklar, hayırseverlik ve sosyal girişimcilikle sınırlı değildir. Her iki yurttaşlık erdemi de, sivil toplumun başarısına ve kültürel yurttaşlığı besleyen kurumların yaratılmasına önemli katkılarda bulunur. Ancak, ister özel ister kamusal olsun, himayenin etik değeri, en iyi örneklerinde bir konukseverlik, konuk etme eylemi olmasıdır. Ev sahipleri, sanatçılara ve eserlere kucak açar ve onları besler. Himaye, sanatın karizmatik varlığını yükseltir, onun bir metaya dönüşmesini engeller. Himaye, sanata da sanatçıya da armağanların en kıymetlisini –zamanı– sunan bir yuva verir: müze, Kunsthalle, özel koleksiyon, kamusal galeri, atölye, işlik… Sanatçıya, günümüzün sembolik dillerini şekillendirmesi için geçmiş ve gelecek üzerine düşünecek zamanı, sanat eserinin günümüz küresel sanat dünyasını oluşturan eğitimli gözlere farklı boyutlarını açması için gereken zamanı verir.

Bhabha’nın “hayırsever kapitalizmi” [philanthropic capitalism] övdüğü yazısının mahiyeti, bu kısa alıntıdan ve kilit sözcüklerinden anlaşılabilir: “sivil toplum” ve “kültürel yurttaşlık”, “ev sahipleri” ve “konuklar”, “eğitimli gözler” ve“küresel sanat dünyası”. Arap Baharı’nın sanatçıları kendilerine cömertçe kucak açan ev sahiplerine kavuştular; sıra bir Ortadoğu Baharı yaratmakta. "Devrim"le –ya da doğrudan askeri müdahaleyle– olmuyorsa, en makbulü, sanatla… Bu arada, Uluslararası Müzeler Konseyi ICOM, Mısır’dan yağmalanıp “piyasaya düşmesi” beklenen eserlerle ilgili bir “kırmızı” listeyi ancak oluşturabildi. Libya’da ise faal bir ICOM komitesi bulunmadığından durumun çok daha “karışık” olduğu söyleniyor. ICOM genel sekreteri, “önümüzdeki aylarda Libya’ya özel bir uluslararası delege göndereceklerini” söylüyor.[9] Ne de olsa, bölgenin yağmalanan kültürel mirası birkaç yıl daha bekleyebilir – ta ki “ev sahiplerine” kavuşana kadar…

 

 



[5] Stapleton’ın Ortadoğu ve Arap dünyasındaki faaliyetleri ve bağlantıları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. “Küreselleşme Çağında Yeni Kolonyalizm”, http://www.e-skop.com/skopbulten/kuresellesme-caginda-yeni-kolonyalizm-avrupada-cagdas-arap-sanati/432

kolonyalizm