Hito Steyerl'in Hakikat Montajları

29/4/2015 / skopbülten

New York’taki Artists Space 24 Mayıs tarihine kadar Hito Steyerl’in 2004-2014 yılları arasında çekmiş olduğu dokuz filme ev sahipliği ediyor. Steyerl’in filmlerinin hepsi, ortak temalar etrafında birbirine bağlanıyor: Savaş, büyük sermaye, güvencesizlik ve bunlara göbekten bağlı çağdaş sanat.

Liquidity Inc./Akışkanlık A.Ş. filminde Steyerl, “akışkanlık” kelimesinin farklı anlamları üzerine düşünüyor: finanstaki likidite, bir çevre özelliği olarak sıvılık, ve insanların koşullara uyarlanma kabiliyeti anlamında esneklik. Film, Jacob Wood adlı eski bir yatırım danışmanının hikâyesini odağa alıyor. Wood, Vietnam Savaşı’nda ailesini kaybettikten sonra, ABD Başkanı Gerald Ford’un “Operation Babylift” programı (1975) kapsamında çocukken ABD’ye getirilmiş bir Vietnamlı. 2008 mali krizinde işten atılınca, kendini baştan yaratıp karma dövüş sanatlarına (MMA) geçiyor ve dövüşçü oluyor. Bir anlamda, MMA’in babası Bruce Lee’nin “Biçimsiz ol, şekilsiz ol, su gibi ol” şiarını hayata geçiriyor. Steyerl, film boyunca ekranı su görüntüleriyle dolduruyor: dijital olarak oynanmış su görüntüleri, haber programlarında yayınlanan kasırga çekimleri, ukiyo-e ustası Hokusai’nin  “Kanawaga’nın Büyük Dalgası” adlı eserinin kolaj versiyonları, kar maskesi takmış bir sunucunun görüldüğü şifreli bir hava durumu yayını, Benjamin’in geçmişin fırtınalarıyla geleceğe sürüklenen “tarih meleği” olarak tarif ettiği Klee’nin meşhur “Angelus Novus”unun hareketli GIF versiyonu.[1]

 

 

 

Guards/Korumalar ise, yine çağın ‘akışkanlığı’ ve esnekliği gereği meslek değiştirmiş iki siyahiye odaklanıyor: Müzede güvenlik görevlisi olarak çalışan eski polis Ron Hicks ile eski asker Martin Whitfield. Güvenlik görevlileri, Chicago Sanat Enstitüsü’nün modern ve çağdaş sanat galerilerini adımladıkça, duvarlardaki Cy Twombly’ler ve Eva Hesse’ler polis gözetim kamerası çekimlerinin görüldüğü ekranlara dönüşüyor. Böylece, modern sanat müzesinin dingin görünümlü mekânının arkasında örtük bir paramiliter gücün bulunduğuna, işbölümünün de ırk ve sınıf sınırları üzerinden belirlendiğine işaret ediliyor.[2]

Steyerl’in ilk kez 2013’te İstanbul Bienali kapsamında sunduğu “Müze Bir Savaş Alanı mıdır?” başlıklı video, Van’da cephanelerin saçılmış olduğu bir çatışma alanını gösteren bir PowerPoint sunumuyla başlıyor. Burası, Steyerl’in çocukluk arkadaşı Andrea Wolf’un, 1998’de 30 gerillayla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından infaz edildiği yer. Gerek Alman gerek Türk hükümetleri, cenazesi hâlâ kayıp olan Wolf’un halen yaşadığını ve saklandığını iddia ediyorlar. Steyerl burada, insan kemiklerinin ve mühimmat parçalarının arasında, General Dynamics tarafından üretilmiş 20 milimetrelik bir kovan buluyor. Merminin izlediği yolu geriye doğru takip ediyor ve güzergâhın sonunda, kendi video yerleştirmelerinden birinin sergilenmekte olduğu Chicago Sanat Enstitüsü’nün önüne varıyor: kısmen, General Dynamics şirketini kuran ailenin bağışlarıyla ayakta duran bir sanat kurumu. Böylece Steyerl’in yolculuğu, sanatın üretimi ile savaşın imalatı arasındaki rahatsız edici bir döngüye dönüşüyor. Bu bağlantılar, Koç Holding gibi savunma sanayiinden sponsorların desteğiyle düzenlenen İstanbul Bienali’ni, dolayısıyla bizzat Steyerl’i de içine alıyor. Steyerl, Türkiye sanat piyasasındaki canlanma ile büyük sermayenin yükselişi arasındaki bağı gözler önüne seriyor ve her ikisinin de 12 Eylül darbesiyle mümkün olduğunu hatırlatıyor.  

"Kasım" filmi, Steyerl’in 17 yaşındayken Andrea Wolf’la birlikte çektiği, adalet adına erkeklere savaş açmış bir kız çetesini konu alan amatör filmden sahnelerle açılıyor. Arka planda Steyerl, çalıntı bir kamerayla çektikleri filmin hikâyesini anlatıyor. Ardından Andrea Wolf’u “Ronahî” kod adlı PKK şehidi olarak gösteren, ve bir sinema salonunda seks filmi afişlerinin yanına asılmış bir afişin görüntüleri geliyor ekrana. Steyerl, “Müze Bir Savaş Alanı mıdır?” filminde, Wolf’u öldüren silahların izini sürerek bir müzeye varıyordu. “Kasım”da ise, onu kahramanlaştırıp ikonlaştıran gerçek ve kurmaca senaryoların izini sürüyor. Sonunda, Wolf’un başrolde olduğu 1983 tarihli feminist dövüş sanatları filminin, 1990'larda gerilla kampında gerçekliğe dönüştüğünü; bu gerçekliğin bir kısmının da, hem Wolf'u kendine mal edip ikonlaştıranlar, hem de katledildiğini inkâr eden devletler tarafından kurmaca haline getirildiğini anlatıyor Steyerl.  

 

 

 

 


In Free Fall/Serbest Düşüş, Steyerl’in California’daki bir ‘uçak mezarlığı’ndan esinlenerek çektiği bir film. Mali kriz vurduğunda, uçakların kullanımı çok maliyetli olduğu için buraya gönderiliyor, ya yeniden kullanılacakları güne kadar bekletiliyor, ya da parçalarına ayrılıp hammadde olarak satılıyorlar. ‘Mezarlık’ Hollywood’a çok yakın olduğu için, ıskartaya çıkarılan uçakların bazıları da filmlerde kullanılmak üzere satılıyor. Steyerl, insanların ve nesnelerin ‘serbestçe’ dolaştığı küreselleşme koşullarında bu kez bir uçağın döngüsel yolculuğunu kurguluyor: Önce mali kriz nedeniyle ıskartaya çıkarılıp Mohavi Çölü’ne yollanan, ardından bir Hollywood filmindeki patlama sahnesi için havaya uçurulan uçağın parçaları, hammadde olarak Çin’e satılıyor ve DVD’lerin arka yüzündeki yanardöner tabakanın malzemesine dönüşüyor. Sonra, Çin’de üretilmiş bu DVD’lerden birine, uçağın ‘başrolde’ olduğu filmin korsan kopyası basılıyor. Steyerl böylece, “gayri maddi” olduğu iddia edilen üretimin maddi temellerini, dünya çapındaki imaj akışının arkasında yatan maddi altyapıyı gözler önüne seriyor.

 

 


“Bir Rüya Düşledim: Kitlesel Sanat Üretimi Çağında Politika” adlı video/konuşma ise, herkesin bir sanatçı olmasını hayal eden tarihsel avangardın bu düşünün günümüzde hangi koşullar altında gerçeğe dönüştüğünü irdeliyor. Ateşli silahların icadıyla birlikte şiddetin ‘demokratikleşmesi’ süreci ile, herkesin rahatlıkla sanatçı olduğunu iddia edebildiği sanatın ‘demokratikleşme’ sürecini karşılaştırıyor. Tabancanın icadıyla birlikte, isteyen herkesin, hiçbir eğitim almadan ve düşük bir maliyetle insan öldürme ‘sanatına’ vâkıf olabilmesi gibi, günümüzde de herkes sanatçı olabiliyor. Tabancanın icadının savaş ‘sanatlarında’ yarattığı “beceriden arındırma” (deskilling) sürecinin bir benzerinin, 20. yüzyıl başlarından itibaren, özellikle yeni teknolojilerin icadıyla çağdaş sanat alanında da yaşandığını hatırlatıyor Steyerl. Konuşmasına şu sözlerle başlıyor:

 

Neden günümüzde bu kadar çok sanat projesi var? Çünkü kitlesel sanat üretimi  dünyasında yaşıyoruz. Bugün, ilkede herkes bir sanatçı, veya bir sanat projesi var. Sanat üretiminde bir taşkından söz edebiliriz. Peki bu noktaya nasıl geldik? Vaktiyle sanat üretimi, yeteneklerini geliştirmek için muazzam bir zaman ve emek harcamak zorunda olan erkek ustalara ait gizemli bir faaliyetti. Bu faaliyet, nasıl oldu da böylesine demokratikleşti? Herkes, nasıl olup da, sanat yapma iddiasında bulunabilme hakkına sahip olabildi? Bu süreci, bir başka büyük teknolojik ve toplumsal dönüşümle karşılaştıralım: ateşli silahların icadı. Kitlesel sanat üretimi de, acaba toplumda benzer bir değişim yaratacak mı?

 

Steyerl, çağımızda artık insanların devrim üzerine tartışmak, “Lenin mi Mao mu” diye sormak yerine, birbirlerine ‘sanat projeleri’ni sorduklarını söylüyor ve bir gerillayla yaptığı görüşmeden bahsediyor. 1971 doğumlu “Yoldaş X”, Steyerl’e bir sanat projesinden söz ediyor: Hugo’nun Sefiller romanına, kitabın kahramanlarından Müfettiş Javert’in bu kez intihar etmediği yeni bir bölüm yazmak. “Yoldaş X”, en büyük hayalinin günün birinde bu projeyi gerçekleştirmek olduğunu söyleyerek, projesini Steyerl’e emanet ediyor. Videonun başlığı da buradan geliyor: Bir Rüya Düşledim, Victor Hugo’nun Sefiller romanından uyarlanan müzikalde seslendirilen bir şarkı – ağır güvencesizlik koşullarında, tek başına çocuğuna bakmak zorunda olan, orta yaşlı bir kadın karakterin hikâyesi.

 

 

 

Ardından 2009 yılına geliyor Steyerl, Britanya televizyonlarında yayınlanan bir ses yarışması programına. Türkiye televizyonlarında da örneklerine bol bol rastlanan, kendine güvenen herkesin ‘sanat projesi’ni gerçekleştirme hayaliyle katıldığı bir program. Madenci bir aileden gelen, kırk sekiz yaşındaki İskoçyalı Susan Boyle, Bir Rüya Düşledim şarkısını seslendirerek önce Britanya’da, ardından tüm dünyada ‘fenomen’ oluyor. Steyerl böylece, edebiyatın kitleselleşmesini başlatan gazeteler yoluyla 1800’lerde tefrika edilen ve bu anlamda “pembe dizi"lerin öncülerinden sayılan Sefiller romanının, günümüzün kitle kültüründeki izlerini sürmüş oluyor. Bir Rüya Düşledim’in 1800’lerdeki bekâr annesi ile, 2009’da yarı alaycı yarı merhamet dolu bakışlarla kendisini izleyen jüri üyeleri önünde onu seslendiren Susan Boyle’un, güvencesizlikte ortaklaştığını hatırlatarak... [EG]

 

http://artistsspace.org/exhibitions/hito-steyerl



[2] A.g.e.

prekarite, sinema, çağdaş sanat