Joyce’la Proust’un Karşılaşması

 

 

 

Nabokov, karısı Vera’ya yazdığı bir mektupta, Joyce ile Proust’un 1922’deki dillere destan karşılaşmaları hakkında yeni bir hikâye anlatır. İki yazarın tanışmasıyla ilgili envai çeşit anlatım vardır (Richard Ellmann’ın James Joyce: Hayatı ve Eserleri [Kabalcı] kitabında bunların çoğu aktarılmıştır) ve hepsi de birbirinden farklıdır. Yine de bu meşhur tanışma, muhtemelen, 18 Mayıs’ta yazar Sydney Schiff’in evinde vuku bulmuş olmalıdır: Stravinski’nin Renard’ının Paris prömiyeri şerefine verilen partide. Hikâyenin bir versiyonuna göre, Joyce partiye sarhoş ve üstü başı dökülür vaziyette gelmiş, kürkler içindeki Proust ona kapıyı açmıştır.

William Carlos Williams, otobiyografisinde Joyce ile Proust’un tanıştıkları gün hastalıklarını yarıştırmaya başladıklarını anlatır:

 

Salonun ortasına yan yana iki sandalye kondu. Kahramanlarımız sandalyelere otururken, taraftarları da sağlı sollu yerlerini alıp bu iki keskin zekânın ortalığı kızıştırmasını bekledi.

“Her gün başım ağrıyor. Gözlerim berbat,” dedi Joyce.

“Midem perişan. Ne yapsam ki? Canıma okuyor. Aslına bakarsanız hemen gitmem lazım,” diye karşılık verdi Proust.

“Benim halim de farklı değil,” dedi Joyce. “Biri beni kolumdan tutarsa sevinirim. Hoşçakalın!”

Charmé,” dedi Proust. “Ah, midem...”

 

Ford Madox Ford da aynı hikâyeyi anlatır:

 

Bir kapı aralığına, iki dik sandalye karşı karşıya kondu. Joyce’un sadık hayranları yarım daire şeklinde dizilerek bir odaya, Proust’unkilerse aynı şekilde öbür odaya dizildi. Joyce ve Proust yüzleri birbirlerine dönük halde dimdik oturdular. Hayranları onları düelloya teşvik ediyordu. Onlar da başladılar.

Proust: “Comme j’ai dit, Monsieur, dans Du Cote de Chez Swann, que sans doute vous avez lu…” [Swann’ların Semtinde kitabımda da dediğim gibi mösyö, ki herhalde okumuşsunuzdur...]

Joyce sandalyesinde hafifçe kıpırdandı: “Non, monsieur.” [Hayır, okumadım mösyö.]

Sonra Joyce sazı eline aldı: “Ulysses’imde Mr Blum’un dediği gibi, ki kuşkusuz bu kitabımı okumuşsunuzdur...”

Proust da kendi sandalyesinde biraz daha görünür biçimde kıpırdandı: “Mais non, monsieur.” [Yo mösyö, okumadım.]

Servis atışı yine Proust’a geçti. Geç kaldığı için özür diledi. Karaciğer rahatsızlığı yüzünden olduğunu söyledi. Hastalığını en ince belirtilerine varana kadar büyük bir sarihlikle anlattı.

Joyce sözünü kesti: “Tiens, monsieur. [Bir dakika mösyö.] Bende de tamı tamına aynı belirtiler var. Fakat bana konan teşhis...”

Böyle böyle, sabahın sekizine kadar, etraflarını saran hayranlarının bakışları altında,   büyük şevkle bu dostane sohbetlerine devam ederek hastalıklarından bahsettiler.

 

Joyce kimi zaman Proust’u hiç okumadığını iddia etse de, eserine göz gezdirdiğini itiraf ettiği zamanlarda “en ufak yetenek izine” rastlamadığını da söylemiştir. Proust’a karşı itiraf ettiği tek kıskançlığı, onun çalışma koşullarına yönelikti: “Proust tabii ki yazar; Etoile’da, zemini ve duvarları ses geçirmesin diye mantar kaplanmış rahat bir odası var. Halbuki ben burada, onun bunun girip çıktığı bu yerde yazıyorum. Ulysses’i nasıl bitireceğimi merak ediyorum.”

Joyce tanışmalarıyla ilgili anlattıklarında –altı ay sonra ölen Proust bundan hiç bahsetmez– sohbetlerinin anlamsızlığını bilhassa vurgulamaktan zevk alır, ama kendine iltimas geçmeyi de ihmal etmez. “Bütün sohbetimiz ‘hayır’ kelimesinden ibaretti,” diye anlatır Frank Budgen’a. “Proust bana dük bilmemkimi tanıyıp tanımadığımı sordu, ‘hayır’ dedim. Ev sahibimiz Proust’a Ulysses’teki şu şu bölümü okuyup okumadığını sordu, Proust da ‘hayır’ dedi. Sohbet bu minvalde devam etti.”

Pek çok kaynak, o gecenin bir takside son bulduğu ve Joyce’un arabadaki herkesin canını sıktığı konusunda hemfikir. Ellmann’a göre Joyce camı açmış, Schiff  ise Proust’un üşütmesinden korkup camı hışımla kapatmış. O akşama dair anlatılan hikâyelerin hepsi aynı derecede inandırıcı, fakat belki de en az inandırıcı olanı, Nabokov’un anlattığı, en güzeli. Ona göre iki yazar gecenin sonunda birbirlerine tek kelime etmiyor, hatta bir “hayır” bile demiyor:

 

Joyce Proust’la sadece bir defa, o da tesadüfen karşılaştı; Proust’la aynı taksiye binmişlerdi. Joyce arabanın camını açıyor, Proust ise habire kapatıyordu – az daha kavga edeceklerdi.

 

Ben Jackson’ın 27 Ekim 2014’te London Review of Books’ta yayınlanan Mais non monsieur başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.