Komünizm Hayaleti Dirilirken...

 

20. yüzyıl komünizmine dair kamusal hafıza bir savaş alanıdır. İdeolojik silahlarla donanmış iki ordu, güvensizlik ve yanlış anlamalarla örülü bir uçurumun iki yakasından birbirine bakar. Soğuk Savaş bundan neredeyse otuz yıl önce sona ermiş olsa da, komünist geçmiş hakkındaki gerçeği tanımlama mücadelesi ABD ve Avrupa’da tüm hiddetiyle devam ediyor.

Sol cenahta, sosyalizmin ideallerine şu ya da bu ölçüde sempati besleyenler, ve devlet sosyalizmi altındaki geçmişlerine nostaljiyle bakan yüz milyonlarca Rus ve Doğu Avrupalı var. Sağda ise, Marksizmle yapılacak her tür deneyin kaçınılmaz olarak Gulag’la son bulacağında ısrarcı olan Doğulu ve Batılı, yeminli anti-totaliterler...

Özellikle ABD’de, devletin rolünün artmasını arzulayan emek hareketi destekçileri ve sosyal liberaller, otoritarizmin yanında demokratik sosyalizm de yanmasın diye uğraşıyorlar. Muhafazakâr maliye politikalarını benimseyenler ve milliyetçiler ise, ülke kaynaklarının adilce paylaşılmasından yana olanların en mütevazı argümanlarını bile itibarsızlaştırmak adına, tasfiye ve kıtlık hatıralarını sahaya sürüyorlar.  

Doğu Avrupa’da yapılan etnografik çalışmalar ve anketler, 20. yüzyıl komünizmini safi kötülük olarak resmetmek isteyenlerin basit anlatılarla işin içinden çıkmasını zorlaştırıyor. Daha 1992’de, Hırvat gazeteci Slavenka Drakulić, “sosyalizm koşullarında sahip oldu[kları] bütün o nimetleri –tıbbi yardım, bir yıllık ücretli doğum izni, ücretsiz kürtaj– kaybetme ihtimallerinden” endişe duyduğunu yazıyordu. Hükümetlerin, sosyal güvenlik ağlarını parçalaması ve yoksulluğun tüm bölgede yayılmasıyla beraber, sıradan vatandaşlar devlet sosyalizmiyle yönetildikleri zamanları arar oldular.    

2009 yılında sekiz Doğu Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklamasında katılımcılara, sıradan insanların ekonomik durumunun “komünizm koşullarında olduğundan daha mı iyi, daha mı kötü, yoksa aynı mı” olduğu soruldu. Sonuçlar, gözlemcileri şaşkına çevirdi: Hırvatların %72’si, Ukraynalılar ve Bulgarların da %62’si, 1989’dan sonra insanların durumunun kötü’ye gittiği kanısındaydı. Hiçbir ülkede ankete katılanların %47’sinden fazlası serbest piyasaya geçişle birlikte hayatlarının iyileştiğini kabul etmedi. İleriki yıllarda yapılan kamuoyu yoklamaları ve nitel araştırmalar, Rus ve Doğu Avrupalıların hislerinde bir değişiklik olmadığını ortaya koydu. Başta yaşlılar olmak üzere genel olarak halkların, refah vaadini yerine getiremeyen serbest piyasa düzeninden duydukları hoşnutsuzluk giderek artıyordu.

Bu duruma cevaben, Doğu Avrupa’da iktidarda bulunan muhafazakâr ve sağcı hükümetler, komünizmin kurbanlarını onurlandırmak adına müzeler kurdular, anıtlar diktiler ve anma günleri düzenlediler. 2008 yılında bir grup muhafazakâr politikacı, komünizmin suçları hakkında halkları eğitmeye yönelik çabaları artırma hedefiyle Avrupa Vicdanı ve Komünizm üzerine Prag Deklarasyonu’nu imzaladı. Bunu takiben, 2011 yılında, 20. yüzyıla ilişkin görüşlerini Avrupa’da okutulan tarih kitaplarına sokma mücadelesi veren örgütlerden oluşan bir konsorsiyum olan Avrupa Hafıza ve Vicdan Platformu kuruldu: Bu platform, komünizmi Nazizm’le eş tutuyor.    

 

8-9 Kasım 2017’de Paris’te düzenlenen “Komünizmin 100 Yılı” sempozyumunda, Avrupa Hafıza ve Vicdan Platformu mütevelli heyeti üyesi Stéphane Courtois, “Lenin: Totalitarizmin Mucidi” başlıklı kitabını sunuyor. Kaynak: www.memoryandconscience.eu

 

Polonya ve Ukrayna’da demokratik yollarla seçilen hükümetler, komünist sembol, slogan ve şarkıları yasakladı. Ukrayna’da hükümet, kulağa fazla komünist gelen kent ve köy isimlerini değiştirdi. Ukrayna’da, yakın geçmişe ilişkin resmî tarih anlatısı kanunlaştı – halkın çoğunun bizzat tanıklık ettiği bir tarih bu. Kanun uyarınca, 1917 ile 1991 yılları arasındaki hayatın şu ya da bu olumlu yönünü gündeme getirmeye kalkışan bir gazeteci olursa, hükümet söz konusu gazetecinin çalıştığı gazete, dergi ya da blog’u kapatma hakkına sahip. Ayrıca, gazetecinin kendisi 5 ila 10 yıl arası hapis yatma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Serbest piyasa kapitalizminin basın-yayın özgürlüğü getirdiği söylenemez.    

Ekim 2016’da, Komünizmin Kurbanlarını Anma Vakfı, New York’un göbeğindeki yedi panoya astığı ilanlarla, komünizmin kamusal hafızası üzerine dönen savaşta yeni bir cephe açtı. Vakfın icra kurulu başkanı Marion Smith, twitter hesabında şöyle yazıyordu: “Komünizmin suçlarının tüyler ürpertici sicilini ifşa eden ilanlarımız Times Meydanı’nda yükseliyor”. Yoldan gelip geçenler, panolardan şu bilgileri edinebiliyorlardı: “100 yıl, 100 milyon ölü”: “Komünizm Öldürür”: “Günümüzde 5 Kişiden 1’i Komünist Bir Rejimde Yaşıyor”.  

Bundan yaklaşık bir yıl sonra, Bret Stephens The New York Times’a yazdığı “Pembe Gözlüklerle Komünizme Bakmak” başlıklı yazısında, Nazizm ile komünizm arasında ayrım gözetmek konusunda ısrar eden “ilerici entelijansiya”ya saldırıyor ve ABD Senatörü Bernie Sanders ve Britanya İşçi Partisi lideri Jeremey Corbyn’yi karalamak için Sovyet mezalimlerini gündeme getiriyordu. Bir sonraki hamle, 7 Kasım’ı Komünizmin Kurbanlarını Anma Günü ilan eden Donald Trump’tan geldi.

Muhafazakârlar, bir kez daha aynı yola sapma olasılığı karşısında insanlara komünizmin gerçek kusurlarını hatırlattıklarını ileri sürebilirler elbette. Onlara göre, Sovyet bloğunun hatalarını tekrarlama tehlikesi her daim mevcuttur; dolayısıyla, komünizm her haliyle reddedilmelidir. Fakat, Batı’nın 21. yüzyılda komünizme dönme olasılığının yok denecek kadar az olduğunu hesaba katar ve Doğu Avrupa’daki dinmek bilmez devlet sosyalizmi nostaljisini de aklımızın bir kenarında tutarsak eğer, bu anti-komünist argümanların daha sıkı bir değerlendirmeyi hak ettiği sonucuna varabiliriz.

 

1993’te Bill Clinton’ın Başkanlığı döneminde Kongre kararıyla kurulan Komünizmin Kurbanlarını Anma Vakfı’nın Times Meydanı'na astığı ilanlar

 


Komünizmin Kurbanlarını Anma Vakfı’nın projelerinden biri olan sanal Komünizm Müzesi ekran resmi. www.thegulag.org

 

Komünizmin Kurbanlarını Anma Vakfı ve diğer muhafazakârlar, komünizm aleyhine argümanlarını iki ayrı nokta üzerinden geliştiriyorlar: 1) komünist rejimlerde ölen insanlar üzerinden geliştirilen bir tarihsel iddia ve 2) buradan hareketle, politik bir ideoloji olarak komünizmin reddedilmesi gerektiği sonucu.

Vakfın icra kurulu başkanı, panoları duyurduğunda, karşıt görüşlü Twitter kullanıcıları şu soruyu sordular: “Kölelik, katliamlar ve kapitalizmin işlediği diğer bütün suçların da tüyler ürpertici sicilini ifşa edecek misiniz peki?” 1989 sonrası ekonomik büyümede yaşanan sert düşüşün cefasını çeken Doğu Avrupalılar da aynı soruyu sorabilirler pekâlâ. Etnografik çalışmalar, bir türlü dinmek bilmeyen kızıl nostaljinin, yitip giden gençlik yıllarına duyulan bir özlemden ziyade serbest piyasaların yarattığı derin hayal kırıklığıyla alakalı olduğunu ortaya koyuyor. Pek çoğuna komünizm bugün eskisinden daha iyi gözüküyorsa eğer, bunun sebebi kapitalizmin daha kötü gözükmesi.

Bu noktada, Doğu Avrupa’dan alınacak dersleri es geçmemekte fayda var. Bu bağlamda, komünizmin kurbanları anısına düzenlenen günler, yükselen kapitalizm eleştirilerini dindirmeye ve yerel sağ milliyetçilik tarihlerini temize çıkarmaya yaradı. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerle beraber Kızıl Ordu’ya karşı savaşan Ukraynalı paramiliter güçler, kanunen Ukrayna bağımsızlığının kahramanları sayılıyor. Tazelenen anti-komünist duygular ABD ve Batı Avrupa’da da sağ milliyetçiliğin ekmeğine yağ sürebilir mi acaba?

Trump, Ağustos 2017’de Charlottesville’de yaşanan şiddet olaylarından “her iki tarafı” da sorumlu tutmaya kalktığında, beyaz üstünlüğünü protesto eden insanların ahlaki düzeyde neo-Nazilerle bir tutulmasına pek çok Amerikalı’nın gönlü el vermedi. Ama Trump’inki ağızdan kaza eseri çıkmış bir laf değildi. Sağ milliyetçiler, özgürlüklerimizi elimizden almaya gelen imansız bir öcü yaratma ihtiyacı içindeler. Benzer bir retoriğe Almanya’da da rastlanıyor: Giderek güçlenen antifaşist hareketi, neo-Nazilerin aşırı sağcı holiganlığıyla bir tutmaya başlayan hükümet, “Almanya’daki şiddet yanlısı aşırı solu” susturmak amacıyla Ağustos 2017’de, kitlesel G20 protestolarını örgütlediği düşünülen internet sayfasını kapattı.   

ABD ve Avrupa’daki muhafazakâr ve milliyetçi politik liderler, bir zamandır, İslamcı köktendincilik ve yasadışı göç canavarlarına ilişkin masallar anlatarak topluma korku salıyorlardı zaten. Ama, göçün korkunç bir tehdit olduğuna inanmayanlar da var ve sağ muhafazakârların çoğu, Batılı ülkelerin, şeriatla yönetilen teokratik devletlere dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünmüyor. Buna karşın, komünizm, akla gelebilecek en elverişli yeni (eski) düşman adayı. Başlıca siyasi gündeminiz serbest piyasa kapitalizminin belini doğrultmasını sağlamak, süper zenginlerin servetini korumak ve sosyal güvenlik ağlarından geriye kalan ne varsa parçalamaksa eğer, o zaman, daha adil bir servet dağılımından yana olanları Batı medeniyetini yıkmayı kafaya koymuş, gözü dönmüş Marksistler olarak resmetmek işinize gelecektir elbette.   

Komünizm hayaletini hortlatmak için bundan daha iyi bir zaman olabilir mi? Tüm dünyada gençler, kapitalizmin vahşi eşitsizlikleri karşısında hayal kırıklığına uğrarken, statüko savunucuları, genç seçmenleri kolektivist fikirlerin kötülükleri konusunda ikna etmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır elbette. Ders kitaplarını baştan yazacak, anıtlar dikecek ve komünizmin kurbanları için anma günleri düzenleyecekler – ve tüm bunları, sosyal adalet çağrıları ilelebet zorunlu çalışma kampları ve kıtlıkla bir tutulsun diye yapacaklar.    

 

Kristen R. Ghodsee ve Scott Sehon’un Anti-anti-communism başlıklı yazılarından kısaltılarak çevrildi.