Londra'da Postmodernizm Sergisi

19/11/2011 / skopbülten

Londra, Victoria & Albert Müzesi bir postmodernizm sergisi düzenliyor: “Postmodernizm: Stil ve Yıkıcılık, 1970-1990”. 15 Ocak 2012 tarihine kadar açık kalacak sergi, Müze’nin web sitesinde şöyle tanıtılıyor:

Postmodernizm, sanatın ve tasarımın tarihindeki hareketler arasında belki de en tartışmalısı. Teatralin ve teoriğin dengesiz bir karışımından oluşan bu dönemin görselliği baştan çıkarıcı. Renk cümbüşünden harabeye, gülünçten lükse, bu çok yanlı stili tanımlamak neredeyse imkânsız olsa da, öne çıkan ortak özelliklerinden bahsetmek mümkün.

Bu özelliklerin başında, açıklığa ve yalınlığa dayanan modernizmin ütopyacı hayallerinden köklü biçimde kopulması geliyor. Modernistler yeni bir dünyaya pencere açma derdindeydiler. Buna karşılık postmodernizm, daha ziyade kırık bir aynayı, pek çok parçadan oluşan yansıtıcı bir yüzeyi andırıyordu. Postmodernizmin temel ilkeleri, karmaşıklık ve çelişkiydi. Otoriteye karşı çıkar gibi görünüyordu. Gelgelelim 20 yıllık bir zaman dilimi içinde –1970’ten 1990’a gelindiğinde– kendini, tam da dağıtmak üzere yola çıktığı para ve nüfuz ağlarının içine gömülmüş buldu.

Geçmişin Güncelliği

1960 ve 1970’li yıllara, geçmişe ait mimarî stillerle yapılan deneysel çalışmalar damgasını vurdu. Bazı eleştirmenler bu eğilimi bir geri adım addettiler, pastiş olduğu veya salt ironiden ibaret olduğu gerekçesiyle ona karşı çıktılar. Fakat tarihselcilik, çok kapsayıcı ve iyimser de olabilirdi, ya da modernizmin dışladığı hüzünlü bir geçmiş duygusundan ilham alabilirdi. Postmodernizm, temel meselesine sadık kalıyordu: Homojen bir dilin yerine, birbirine karşıt fikirlerin ve stillerin çoğulluğunu geçirmek.

 

Hans Hollein, Strada Novissima’nın ön cephesi, 1980. Venedik Mimarlık Bienali


Kıyamet

Modernist obje, ütopyayı, ilerlemeyi, makine benzeri bir kusursuzluğu çağrıştırdığı ölçüde, postmodern obje de distopik ve kesinlikle kusurlu bir gelecekten çıkıp gelmiş gibiydi. Tasarımcılar, kentsel bir kıyamet estetiği yaratmak için adeta enkazın altında kazı yapıyor, nesneleri kasten bozuyorlardı. Ridley Scott’un 1982 tarihli “Blade Runner” filmi tam bir postmodern çalışmaydı.

 

“Blade Runner”ın distopik dünyası


Yeni Dalga

1980’lere gelindiğinde postmodernizm vites değiştirdi. Radikal bir hareket olarak çıktığı yolda, “tasarım onyılı”nın egemen yüzü haline geldi. Göz alıcı renkler, teatrallik, abartı: Her şey, bir stil beyanıydı. Yüzeyler ister cilalı, ister sahte, ister kasten bozulmuş olsun, hepsinin altında yıkıcı ifadeleri ticari cazibeyle birleştirme arzusu yatıyordu. Postmodernizmin bu yeni evresinin dolaşıma girdiği başat kanallar, dergiler ve müzik endüstrisiydi. Bu, Yeni Dalga ânıydı: İmajın her şey demek olduğu soluk kesen birkaç yıl.

Para

1981’de, Pop sanatçısı Andy Warhol, yeni onyıla selam durmak istercesine, alamet-i farikası haline gelen ipekbaskılardan birini üretti. Üzerinde, kocaman bir dolar işareti vardı. Sanatçının, kendi eserlerinin piyasa değerine göndermede bulunduğu bu ironik hamle, postmodernizmin son evresini temsil ediyordu. “Tasarım onyılı” uzadıkça uzar, dünya ekonomisi hızla büyürken, postmodernizm tüketimciliğin ve kurumsal kültürün, şirket kültürünün en çok rağbet ettiği stil oldu. Zaten bu da nihayetinde onun sonunu getirdi. Geriye baktığımızda, postmodernizmin parayla öldürücü karşılaşmasından öğrenecek çok şey var.

 

Andy Warhol, “Dollar Sign”, 1981

postmodernizm