/ Pasajlar / Çokkültürcülük, Kimlik Savaşları ve Sanat

17/10/2018 / skopbülten

   Kimlik siyaseti gericiliktir.

Alain Badiou

 

 

 

Çağdaş ırkçılık konusunda Etienne Balibar, ırkların biyolojik farklılığa dayalı olduğunu varsayan eski hikâyelerden, kültüre dayalı yeni hikâyelere geçiş üzerinde duruyor. Görünüşteki bu “politik doğruculuğun” arkasında, aslında eski ırkçılığın yeni bir sürümü bulunuyor: “Bunun egemen teması, biyolojik kalıtım değil de, kültürel farkların aşılmazlığı. İlk bakışta, birtakım halkların diğerleri nezdinde üstünlüğünü savunan bir ırkçılık değil de, 'yalnızca' sınırları kaldırmanın zararlarından, hayat tarzlarının ve geleneklerin bağdaşmazlığından bahseden bir ırkçılık”...

Bu yeni tanım çerçevesinde, 'ötekilerin' her başarısı, herhangi bir ırkçılığın olmadığını 'ispat etmek' için kullanılıyor. G. W. Bush hükümetinin savunma bakanı Colin Powell, ABD'deki belli başlı her şehirde yaşanan ırk ayrımına rağmen, Cumhuriyetçilerin ten rengiyle ilgili bir meselesi olmadığını söylemişti. Aynı ilke şimdi sanat dünyasını da yönetmektedir. Dünya sanatı, yeni dünya düzeninin katılımcılığını göstermektedir. Aynı zamanda, farklılıkların kaynaştırılmasıyla ilgili mesajı temellendirmektedir. Silinmesi mümkün olmayan kültürel farklılıkları sergileyen sanat gayet değerli sayılmaktadır. Çünkü bu tür ayrımcı sanat yeni-ırkçılığın temel görüşünü desteklemektedir. Bu görüş de, parçalanması mümkün olmayan kültürel farklılıkların, ideolojik olarak beyazların egemenliğinin sürmesini açıklayan farklılıkların var olduğunu kabul eder.

Sean Cubitt, The Third Text Reader on Art, Culture and Theory, s. 3, 4.

 

 

1970'lerde Britanya'da artık, “etnik azınlık” denmeye başlayan Afrikalı, Asyalı halkların kültürel arzularını inkâr etmenin olanağı kalmamıştı. Ne var ki, eski görüşlerin terk edilerek, Britanya toplumunun değişik halklarını birleştirecek yeni politikalar geliştirmek yerine, ayrı ayrı “etnik azınlık sanatları”nın yaratılması, Güney Afrika'da ırk ayrımına uğrayan Bantustanlar misali, daha da beter bölünmelere yol açtı...

Aslında, öylesine bakılınca herkese uygulandığı sürece çokkültürcülüğün bir zararı yok. Ne var ki, Batı'da, eşitlik isteklerini yönetmek ve denetlemek amacıyla, beyaz olmayan nüfusun etnikleştirilmesi için kültürel bir araç olarak kullanılıyor. Ayrıca emperyal mirasını terk edemeyen veya terk etmek istemeyen beyazlardan oluşan bir toplumun çelişkilerini perdelemeye hizmet ediyor. "Kültürel farklılık" merakını ve hevesini bu çerçevede anlamalıyız.

Rasheed Araeen, Global Visions Towards a New Internationalism in the Visual Arts, s. 8, 9.

 

 

Batı'da sergilenen Afrikalı sanatçılar "sirk hayvanları” gibi, Batı'yı eğlendirmek için Karanlık Kıta'dan getirilen nadireler gibi takdim ediliyor. Böylece Batılı “dâhi sanat ustalarının” yeniden değer kazanması gizleniyor ve “gittikçe yayılan enternasyonalizm” izlenimi beslenip duruyor. Eğer bu uygulamalarla olduğu gibi, Afrika sanatının temel doğasının naiflik olduğu savunuluyor ve bu naifliğin de Batı enternasyonalizminin çeperlerine özgü olduğu iddia ediliyorsa, besbelli Afrika'nın “enternasyonalizme” girişini temsil eden sanatçılar da buna göre seçilecek; yani hiçbir zaman tam anlamıyla kabul göremeyecek. Dolayısıyla Afrikalı sanatçıların yeni şekillerde primitifleştirilmeleri kasıtlı; temelde ötekileştirmeye ve alaya almaya yönelik çirkin bir oyun. Ve tabii bir ırkçılık meselesi.

Olu Oguibe, Global Visions Towards a New Internationalism in the Visual Arts, s. 57.

 

 

Küresel kapitalizmin ideal ideolojisi çokkültürcülüktür. Her yerel kültüre kolonyalistlerin yerli koloni halklarına davrandığı gibi davranmaktır; yani, geleneklerinin araştırılarak bunlara saygı gösterilmesidir. Dolayısıyla, geleneksel emperyalist kolonyalizmle, küresel kapitalizme özgü kendi kendini kolonileştirme rejimi arasındaki ilişki, Batı'nın kültürel emperyalizmi ile çokkültürcülük arasındaki ilişkiyle tıpatıp aynıdır. […] Çokkültürcülük yerel kültürlere karşı Avrupamerkezci bir mesafe koyar ve saygı gösterir. Başka deyişle, çokkültürcülük, inkâr edilen, tersine çevrilmiş […] bir ırkçılık biçimidir, “mesafeli bir ırkçılık”tır. Öteki'nin kimliğine “saygı” gösterir. Ötekini, çokkültürcü otoritenin, ayrıcalıklı evrensel konumu sayesinde sahip olduğu mesafeyi koruduğu, kendi içine kapalı, “otantik” bir cemaat olarak kabul eder. […]Çokkültürcü doğrudan doğruya ırkçı değildir, Öteki'nin karşısına kendi kültürüne özgü değerleri çıkarmaz, ama yine de diğer kültürleri gerekli gördüğü gibi takdir (ya da tekdir) edebileceği ayrıcalıklı konumunu elinde tutar.

Sonuçta, […] ayrı kültürel dünyaların birarada yaşaması anlamına gelen çokkültürcülük tam da aksi bir biçimde kendini dayatmaktadır: evrensel bir dünya sistemi olarak kapitalizm. Çağdaş dünya tarihte hiç görülmediği kadar homojenleşmektedir. Toplumsal hayal gücümüz artık kapitalizmin son bulduğu bir tarihe el vermediğinden […], eleştirel düşünce onun yerine, kapitalist dünya sistemini olduğu gibi koruyan, kültürel farklılıklar arası mücadeleyle uğraşmaya başlamıştır. Böylece kapitalizm zafer yürüyüşünü sürdürürken, biz de kişisel bilgisayarlarımız üzerinden etnik azınlıkların, gay ve lezbiyenlerin, farklı hayat tarzlarının vs. hakları için savaş veriyoruz. Ve “kültürel çalışmalar” kılığındaki günümüz eleştirel düşüncesi, kapitalizmin devasa varlığını gizleyen ideolojik gayretleri paylaşarak onun dizginsiz yükselişine hizmet ediyor.

Slavoj Žižek, “Multiculturalism or the Cultural Logic of Multinational Capitalism?”

Çeviren: Emine Kenan

pasajlar, kültüralizm, kolonyalizm