/ Pasajlar / Frederick Kiesler ve Sanat Müzeleri

 

1890 yılında, o zaman Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içindeki Czernowitz’de doğan Frederick Kiesler Viyana’da mimarlık eğitimi aldı. Mekân kavramına odaklanarak, sahne, vitrin, tiyatro, sinema, sergi, konut ve kent tasarımları yaptı; mobilya ve heykelle uğraştı. 1926’da New York’a yerleştikten sonra sürrealistlerle yakınlaştı. Modernist işlevselciliğe karşı, insanla doğal ve teknolojik çevresi arasında sürekli etkileşimi öngören correalism kuramını geliştirdi. ‘Mekânsal sergi’ kavramını ortaya atarak, mimarlıkla, şiir de dahil, öteki sanatların ve izleyicinin arasındaki sınırları ortadan kaldırmayı amaçladı. Tasarladıklarının pek azı gerçekleşse de, avangard çevrede etkili oldu.

Kiesler, 1956-1964 yıllarında tuttuğu günlükleri Inside the Endless House, Art, People and Architecture, A Journal başlığı ile 1964’te yayınladı.[1] 28 Nisan 1957 tarihinde günlüğünde Boston’daki Fogg Müzesi’nde katıldığı müze mimarlığı konulu konferansı anlatıyor. Katılımcıları arasında, müze yöneticilerinin yanı sıra, Philip Johnson, Walter Gropius, José Luis Sert, Louis Kahn gibi mimarların bulunduğu konferansta sanat müzelerinin geleceği tartışılmış. Aşağıdaki pasaj, Kiesler’in konferansta bu konuda sunduğu görüşlerini içeriyor. (NAA)

 

Frederick Kiesler, Art of This Century, Surrealist Gallery, New York 1942

 

Toplumda Sanat

Frederick Kiesler

“Bugün sanat müzeleri hayatın –gündelik hayatı kastediyorum– vazgeçilmez bir parçası diyemeyiz. Hiçbirimizin, hele ki nüfusun çoğunluğunun sanat umurunda bile değil. Kimsenin sanata içsel bir gereksinimi yok. Sanatın anlamı kayboldu. O artık bir ritüel değil, estetik bir aldatmaca. Sanat müzesi bugün her yerde bir maskaralık gösterisi.[2] Müzeler için düşünebileceğimiz en iyi şey, sanatın oksijen çadırı oldukları. Ama hep de oksijen çadırlarında yaşanmaz ki. Daha iyisi, daha dürüstçesi, müzeleri kapatmak ve sanat eserlerini peyderpey geldikleri yere geri göndermek. Bu tabii çok uzun zaman alır, yeni uluslararası yasalar yapılmasını gerektirir. O arada eserleri halkevlerine ve evlere dağıtabiliriz, büyük eserleri büyük evlere, daha küçükleri küçük evlere. Yoksulların evlerine de götürülmeli sanat eserleri. Biz dışarıda kalanlar ise, hatırlamaya değer geçmişimizin ve bugünümüzün resimlerini ve heykellerini evlerde, bahçelerde, avlularda, çatılarda, bodrumlarda ziyaret edebiliriz. Hiç bakım masrafı olmadan, sonsuz sergiler! Eserleri el üstünde tutanlarla çay içeriz, onlar hakkında konuşuruz, onlardan haz alırız, geçmişte geziniriz, gelecekten bahsederiz ve belki de şimdiki zamanın keyfini süreriz.

Şimdiki durumda, eğitim bahanesiyle insanlara sanatı dayatıyoruz. Altyazılı resimler hiç ayrım yapmadan, uyumlu yargılar üretiyor. Biliyorum, sanatçılar üretmeye, mimarlar inşa etmeye, sanat ve müze yöneticileri idare etmeye ve eğitmeye devam etmek zorundalar. Dolayısıyla, biz de durumu sürdürmeye, bu koşullarda mümkün olanın en iyisini yapmaya çalışacağız. Fakat şunu da unutmamalıyız ki, koşullar ne sanatın yaratılmasına ne de paylaşılmasına hiç elverişli değil. Sanat ile kamu yapay bir ilişki içindeler. Toplumda sanatın yeri, güneşle klorofil gibi gereksinime dayanmalı. Sanat aşılamayla olmaz.”

 


[1] Frederick Kiesler, Inside the Endless House, Art, People and Architecture, A Journal (New York: Simon and Schuster, 1966), s. 93-96.

[2] Kiesler bir kelime oyunu yapıyor: tour de force, güç gösterisi, yerine tour de farce tabirini kullanıyor.