/ Pasajlar / Her Türlü Üretim Maddidir

 

“Altyapı” ve “üstyapı”yla ilgili, ya da “belirleme”nin mahiyetiyle ilgili her türlü tartışmanın altında nihai bir kavram yatar: “üretici güçler”. Marx’ta, ve daha sonra Marksizmde çok önemli yer tutan bir kavramdır bu. Fakat aynı zamanda değişiklik gösteren bir kavramdır, ki söz konusu değişiklikler Marksist kültür kuramı açısından olağanüstü önemli olmuştur.

Temel güçlük şu: Bütün kilit sözcükler –üretmek, ürün, üretim, üretici– kapitalizmin gelişim süreci içinde uzmanlaşmış bir gelişimden geçti. Bu yüzden kapitalizmi analiz etmek, onu hem ayrı bir “üretim” süreci olarak ele almak, hem de tikel bir tarihsel türünü teşkil ettiği daha genel bir sürece bağlamak demekti. Sorun, genel sürecin hâlâ kapitalist üretimin özgül ve sınırlandırıcı çerçevesinde tanımlanıyor olmasında. Marx “genel olarak üretim” ile “kapitalist üretim” arasındaki ayrım konusunda gayet netti. Hatta özellikle eleştirdiği husus, kapitalist üretimin, politik ekonomisi aracılığıyla, kendi özgül ve tarihsel koşullarının evrensel olduğunu iddia etmesiydi. Ama tarih, diğer pek çok şey kadar, dilde vuku bulmuştu. Onun için en büyük sıkıntı, Marx’ın “kapitalist üretim”i bir yandan kendi terimleri içinde ve kendi terimleri üzerinden analiz ederken, öte yandan da, ister geçmişi ele alsın ister geleceği, daha genel ya da tarihsel açıdan daha farklı süreçler için de çoğunlukla aynı terimleri kullanmak zorunda kalmış olması. Kendi ifadeleriyle:

 

“Genel olarak üretim” bir soyutlamadır, ama ortak özellikleri belirginleştirip sabitlemesi, böylelikle bizi tekrardan kurtarması bakımından makul bir soyutlamadır. Gelgelelim, karşılaştırma yoluyla keşfedilen bu genel ya da ortak özellikler, son derece karmaşık bir şey oluşturur, öyle ki oluşturucu unsurlarının her birinin farklı varış noktaları bulunur. [...] Üretimin bütün aşamalarının, düşüncede genelleştirdiğimiz belli ortak varış noktaları vardır; fakat üretimin genel koşulları denen şey, üretimin tarihi içinde hiçbir gerçek aşamayı oluşturmayan soyut kavramlardan ibarettir.[1]

 

“Maddi üretim” kavramının da aynı şekilde soyut olduğunu, ama belirli amaçlar açısından aynı şekilde makul bir soyutlama olduğunu eklemekte yarar var. Bir soyutlama olarak maddi üretim (örneğin burjuva politik ekonomisinde), tüketim, dağıtım ve mübadele gibi başka kategorilerden ayrılabilir; bütün bunlar da keza, birbiriyle bağlantılı özel ve değişik faaliyetler olarak var oldukları toplumsal ilişkilerden, toplum biçiminden ayrılabilir; dahası bunlar, somut varlık kazandıkları yegâne tarz olan kişisel faaliyetlerden de ayrılabilir. Ama kapitalist toplumda “maddi üretim”, sermaye, ücretli emek ve meta üretimi kalıplarıyla belirlenen ve bu kalıplar altında kavranan özgül bir formdur. Bu “maddi üretim”in kendisinin de, tikel üretim kalıplarının toplumsal gelişimi tarafından üretilmiş olduğunu görmek, bu üretimin mahiyetini anlamak açısından elzemdir, zira fiilî tarihsel gelişmeler sebebiyle bu üretimde “maddi yaşam genel olarak amaç görünümü kazanırken, o maddi yaşamın üretimi –yani  çalışma (ki şimdi yegâne olanaklı [...] ama olumsuz kişisel faaliyet biçimidir)– araç görünümü kazanır”.[2] Dahası, kapitalist toplumda “üretici güçler, bireylerden tamamen bağımsız ve kopukmuş gibi, bireylerin yanı sıra kendi kendine idame eden bir dünya oluşturuyormuş gibi görünür”.[3]

O halde bir “üretici güç” nedir? Gerçek yaşamın üretilmesindeki ve yeniden üretilmesindeki her türlü araçtır. Üretici güç, belirli bir tarımsal ya da endüstriyel üretim türü olarak görülebilir, ama böyle her türden üretim aynı zamanda belli bir toplumsal işbirliği tarzıdır ve belli bir toplumsal bilgi gövdesinin uygulanıp geliştirilmesidir. Bizzat bu özgül toplumsal işbirliğinin veya bu özgül toplumsal bilginin üretimi de üretici güçler tarafından yürütülür. Dünya üzerindeki bütün faaliyetlerimizde, sadece ihtiyaçlarımızın tatminini üretmekle kalmaz, yeni ihtiyaçlar ve yeni ihtiyaç tanımları da üretiriz. Bu insani tarihsel süreçte esasen kendimizi ve toplumlarımızı üretiriz, ve hem tarz hem kapsam açısından çeşitlilik gösteren maddi üretimin kendisi de bu gelişen ve çeşitlilik gösteren biçimler içerisinde yürütülür.

Marx’ın temel tavrı böyleyse, “üretici güçler”e ilişkin daha dar bir tanım, ve bu tanımla birlikte “maddi üretim”in ve “maddi” ya da “ekonomik” altyapının ayrılması ve soyutlanması, nasıl oldu da Marksizme egemen olmakla kalmayıp neredeyse herkes nezdinde Marksizmin tanımlayıcı unsuru haline geldi? Bunun bir sebebi, belirli bir tartışmanın seyri. Bu bütünlüklü toplumsal sürecin çeşitli parçalarını ayırıp soyutlayan, Marksizm değil, Marksizmin karşı çıktığı ve karşı çıkmaya devam ettiği sistemlerdi. Siyasi formların ve felsefi ya da genel fikirlerin maddi toplumsal süreçlerden bağımsız, onların “üstünde” olduğu iddiası ve bu şekilde açıklanmaları, zorunlu bir nevi karşı-iddiayı doğurdu. Polemiğin seyri içinde bu karşı-iddia çoğu zaman fazla öne çıkarıldı, öyle ki sonunda, düpedüz bir ters çevrilmeyle, kendi eleştirdiği hata türünü bizzat tekrarlar hale geldi.

Fakat bundan daha derin sebepler de var. Kapitalist bir toplumda yaşıyorsanız analiz etmeniz gereken formlar da kapitalist formlardır. Marx da bizim gibi, “üretici güçlerin [...] kendi kendine idame eden bir dünya oluşturuyormuş gibi göründüğü” bir toplumda yaşıyordu. Bu nedenle, sadece böyle algılanmakla kalmayan, bazı temel yönlerden gerçekten de böyle olan üretici güçlerin işleyişini analiz ederken, halihazırda kullanılabilecek yegâne dilde hataya düşmek ve üretici güçleri sanki evrensel ve genelmiş gibi tarif etmek, başka faaliyetlerle ilişkilerindeki belli “yasaları” sanki temel doğrularmış gibi ele almak kolay olur. Dolayısıyla Marksizm sık sık, özellikle burjuva ve kapitalist bir materyalizm görünümüne bürünmüştür. “Üretici güçler”i “endüstri” (hatta zaman zaman “ağır endüstri”) şeklinde yalıtabilmiştir, ama burada da yine dilin tanıklığı anlamlıdır. Industry’nin,[4] yoğun çaba gösterilen bir insan faaliyetini tarif eden bir kelime olmaktan çıkıp, üretim kurumlarını –“kendi kendine idame eden bir dünya”yı– tarif eden bir kelimeye dönüşmesi Endüstri Devrimi sırasında olmuştu. Bunlar elbette kapitalist kurumlardı, ve “üretim”in kendisi de nihayetinde kapitalist unsura tabi olmuştu – tıpkı şimdi “eğlence endüstrisi” veya “tatil endüstrisi” nitelemelerinde olduğu gibi. Bütün insan faaliyetlerinin (“kişisel” ya da “estetik” tabir edilenler ayrı tutularak) kapitalist kurumların tarz ve normlarına pratik olarak tabi kılınması giderek daha da geçerlilik kazandı. Bu durumu vurgulayan ve ona isyan eden Marksistler, pratik bir ikileme düştüler: Vurgu, fiilen, isyanı etkisizleştiriyordu. Sık sık vurgunun “fazla materyalist” olduğunun, “vülger bir materyalizm” türü olduğunun söylenmesindeki gerekçe de buydu. Oysa işin aslı, vurgu hiçbir zaman yeterince materyalist olmamıştı.

“Kendi kendine idame eden bir dünya” türünden herhangi bir anlayış, böyle bir üretim türünü doğuran üretici güçlerin maddi mahiyetinin üstünü örter. Hatta bu çoğu zaman, bu tür bir toplumun özünün tam bilincine varmayı engelleme yoludur. Şayet “üretim”, kapitalist toplumda, bir piyasa için metaların üretilmesi ise, öteki her üretim ve üretici güç türü için farklı ama yanıltıcı terimler bulunur. Burada sıklıkla üstü örtülen şey, “politika”nın doğrudan maddi üretimidir. Halbuki her yönetici sınıf maddi üretimin önemlice bir kısmını bir politik düzen tesis etmeye hasreder. Kapitalist bir piyasayı idame ettiren toplumsal ve politik düzen, tıpkı onu yaratmış olan toplumsal ve politik mücadeleler gibi, zorunlu olarak maddi bir üretimdir. Şatolardan saraylara, kiliselerden hapishanelere, fabrikalardan okullara, silahlardan güdümlü basına kadar: Her yönetici sınıf, yöntemleri değişse de daima maddi yollarla, bir toplumsal ve politik düzen üretir. Bunlar hiçbir zaman üstyapıya ait faaliyetler değildir. Görünürde kendi kendine idame eden bir üretim tarzının yürütülmesini sağlamak için şart olan zorunlu maddi üretimlerdir. Bu sürecin karmaşıklığı gelişmiş kapitalist toplumlarda bilhassa çarpıcıdır; böyle toplumlarda “üretim” ile “endüstri”yi, “savunma”nın, “asayiş”in, “refah”ın, “eğlence”nin ve “kamuoyu”nun benzer biçimde maddi nitelik taşıyan üretiminden yalıtmak tamamen abestir. Toplumsal ve politik düzenin üretilmesinin maddi bir üretim olduğunu göremeyen uzmanlaşmış (ve burjuva) materyalizm, büsbütün bariz bir kavrayışsızlığa daha düşerek, kültürel düzenin üretilmesinin de maddi bir üretim olduğunu görememiştir. Bu durumda “üstyapı” kavramı bir indirgeme değil, bir bahane olmuştur.

[...] Öncelikle, uzmanlaşmış bir “üretici güçler” ve “üretim” anlayışının kültürel analiz üzerindeki olumsuz etkilerini tespit etmemiz gerek. Bunları en iyi, sonraki pek çok örnekten ziyade bizzat Marx’ta seçebiliriz. Grundrisse’deki bir dipnotta Marx, piyano yapan birinin üretken bir işçi olduğunu, ama bir piyanistin, sermayeyi yeniden üreten bir emek ortaya koymadığı için üretken olmadığını söyler. Bu ayrım, sadece müzik aletlerinin değil bizzat müziğin üretiminin kapitalist üretimin önemli bir dalı haline geldiği gelişmiş kapitalizm açısından son derece yetersiz elbette, ama bu durum sadece Marx’ın iddiasını güncelleme gereğine işaret ediyor olabilir. Asıl hata bundan çok daha temel.

Marx, kapitalist topluma ilişkin uzun soluklu ve parlak analizinde, burjuva politik ekonomisinin kategorilerini hem kullanıyor hem de onları aşmaya çalışıyordu. Nitekim yukarda söz ettiğim nottaki “üretken emek” ayrımını da Adam Smith’ten devşirip geliştirmişti. Bu ayrım, söz konusu burjuva terimleri çerçevesinde hâlâ anlamlı olabilir (daha doğrusu, revize edilerek anlamlı kılınabilir). Bu çerçevede üretim, kapitalist dağıtım ve mübadele sistemine girecek metalar yapmak için ham maddeler üzerinde çalışmak demektir. Dolayısıyla piyano bir metadır, müzik ise meta değildir (daha doğrusu değildi). Kapitalizme dair bir analizde, bu düzeyde henüz büyük bir sorun yoktur – ta ki bu yaklaşımın zorunlu sonucu olarak, koca bir faaliyet alanını “sanat ve düşünce âlemi”, “estetik”, “ideoloji” veya daha düz bir ifadeyle “üstyapı” biçiminde yalıtmak zorunda kalacağımızı görene dek. O zaman bunların hiçbiri gerçekte oldukları gibi, bütünlüklü bir maddi toplumsal sürecin unsurlarını oluşturan gerçek pratikler olarak kavranamaz; oysa bunlar ne bir âlem veya dünya, ne de bir üstyapıdır, özgül koşulları ve amaçları olan çok sayıdaki farklı üretici pratiklerdir. Bunu görememek, bu pratiklerin edimselliğinin gözden kaçırılmasına yol açmakla kalmıyor – ki uzmanlaşmış (endüstriyel) materyalizmin terimlerinden türetilmiş analiz biçimlerinde tekrar tekrar düşülen bir hata bu. Bunu görememek, bütün bu pratiklerin birbirleriyle ilişkilerini, ayrıca “üretim”, “altyapı” veya “kendi kendine idame eden dünya” biçiminde yalıtılan diğer tüm pratiklerle aralarındaki ilişkileri keşfetmek ve açıklamak gibi zor bir işe, son derece uygunsuz ve elverişsiz bir pozisyondan girişmeye denk düşüyor. Doğrusu böyle zor bir işe, baş aşağı veya tek ayak üstünde girişmeye denk düşüyor. Bu tür çeviklik gösterileri yapmak mümkün elbette, yapanlar da olmuştur. Ama tekrar ayaklarımızın üzerinde durmak, ve gerçek üretici faaliyetlerimizi, içlerinden yalnızca bazılarının maddi olduğunu varsaymaksızın incelemek daha akıllıca olacaktır.

 

Raymond Williams’ın Marxism and Literature kitabından (Oxford: Oxford University Press, 1977) s. 90-94. Pasajların aktarıldığı yer: The Sociology of Art, ed. Jeremy Tanner (Londra: Routledge, 2003) s. 77-80.



[1] Grundrisse, s. 85.

[2] German Ideology, s. 66.

[3] German Ideology, s. 65.

[4]  Meşguliyet, çalışkanlık anlamında “endüstri” – ç.n.

pasajlar, yaratıcı endüstriler