Rönesanstan Günümüze Sanat Tacirliği




Philip Hook, Rogues' Gallery adlı bu etkileyici kitabında sanat-para ilişkisinin tarihini ve ikisi arasında bağ kuran galericileri inceliyor. Sanat eseri satışıyla uğraşan tüccar ve aracıların ortaya çıkmasıyla sanat galericiliğinin tohumlarının atıldığı Rönesans’tan başlayıp, 17. yüzyılda Amsterdam’da yaşamış ve muhtemelen ilk sanat taciri olan Hendrick van Uylenburgh’la tanıştırıyor okurları. Uylenburgh, atölyesinde Rembrandt’ı istihdam etmiş ve sanatçı adına aldığı birçok portre siparişiyle Rembrandt’ın bilfiil temsilcisi olmuştu. Rembrandt boyadığı 100 portrenin yarısını, bu alanda kârlı bir piyasa keşfeden Van Uylenburgh’la geçirdiği dört yıl zarfında yapmıştı.

Hook daha sonra, ilerleyen yüzyıllarda Avrupalı sanat tacirlerinin oynadığı rolü analiz ediyor; 1800’lerin ortalarına gelindiğinde, ticari hırsları, nakit akışı ve saldırgan işleyiş yöntemleriyle neredeyse çağdaşımız olabilecek bir dünyayla karşılaşıyoruz. Ernest Gambart, Joseph Duveen ve Wildenstein’lar gibi geç Victoria dönemi sanat tacirleri, hem olağanüstü zenginleşiyor, hem de temsil ettikleri sanatçılardan bazılarına olağanüstü paralar kazandırıyordu. Bu ilişki, sanatçı ile galerici arasında, daha o zamanlardan son derece sorunlu olan Faust’vari bir anlaşmanın geliştiğine işaret ediyordu. 

 

Paul Cézanne, “Ambroise Vollard’ın Portresi”, 1899.

 

Fakat Philip Hook’un titizlikle gösterdiği gibi, bütün galericiler naif sanatçıları sömüren, gözünü para bürümüş insanlar değildi. Kendi zamanlarında küçümsenen ve parasal bakımdan tamamen değersiz olan sanatçıları ve akımları destekleyerek sanat tarihinin çehresini değiştiren bazı meşhur galericiler de vardı. Hook bu bağlamda özellikle Paul Durand-Ruel ile empresyonistlere; Ambroise Vollard’ın Paul Cézanne’a verdiği desteğe; Daniel-Henry Kahnweiler’ın kübizmi kararlılıkla desteklemesine değiniyor. Bu galericiler söz konusu sanatçıları ısrarla savunmuş olmasa sanat tarihinin de çok farklı olacağı öne sürülebilir. Tabii galericilerin avangard beğenileri de boşa çıkmamış, riskli girşimleri sonunda onlara servet kazandırmıştı. Bir dönem Picasso’nun temsilcisi olan Léonce Rosenberg’den söz ederken şöyle diyor Hook: “Sanat tacirinin kadim ikilemidir bu: Hangisi öncelikli – sanat mı para mı? Alttan alta, bu ikisinin birbiriyle çatıştığı hissedilir. Sanat, mağrur ve güzel bir metadır. Para ise kirli, ama gereklidir. Bu çelişkiyi nasıl çözmeli?”

 

Galerici Daniel-Henry Kahnweiler ve Pablo Picasso, sanatçının Cannes yakınlarındaki atölyesinde, 1957.

 

Hook’un bu soruya verdiği örtük cevap, çelişkinin daima para lehine çözüldüğü yönünde. Kuşkusuz 20. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde Vollard tarzı “idealist” galericiliğe rastlamak giderek zorlaştı. Kendi beğenilerine ve sezgilerine kulak verip, gelip geçici modalardan kaçınan ilgi ve bilgi sahibi koleksiyoner ve galericiler hep oldu elbette, ama sayıları geçmişte olduğu gibi bugün de çok az. Uluslararası piyasanın gelişmesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından evrim geçirmesiyle, kâr ve şöhret güdüsü değer terazisinde ağır basmaya, dolayısıyla neyin alınıp satılacağında etkili olmaya başladı.

Plastik sanatları –resim, heykel ve onların çağdaş kavramsal veya mülti-medya türevlerini– diğer 6 sanat dalından ayıran özellik, başarıya ulaşmaları için (“nitelikli” olmaları için demiyorum), yaygın beğeni toplamaya veya piyasa güdümlü bir konsensüse ihtiyaçları olmaması. Halbuki kitapları hiç satılmayan bir romancının, filmleri hiç gösterilmeyen bir yönetmenin, eserleri hiç icra edilmeyen bir bestecinin vs. bırakın başarıyı hayatta kalması bile imkânsızdır. Sanat dünyasında işler böyle yürümez. Yakın zamanda kaybettiğimiz sanat eleştirmeni Robert Hughes bu durumu şöyle açıklamıştı: “Sanat piyasası tek bir hamleyle yükselişe geçirilebilir, manipülasyona böylesine açık olmakla nam salmış olmasının sebebi de budur. Vasıfları şaibeli genç bir yıldız adayının eserlerinin fiyatını artırmak için, müzayedede yüksek pey sürmeye hazır üç veya dört kişi yeter.” Doğrusu üç-dört kişiye de gerek yok – bir tek zengin kişi yeter. Ondan sonra yarış başlar. Hughes’dan aktarmaya devam edelim:

 

Resimlerin maddi bileşenlerinden ileri gelen nesnel bir değeri yoktur. Onları başka bir şeye dönüştüremez, veya başka nesnelere farklı bir biçim vermek için onları kullanamazsınız. Sanat eserlerinin fiyatları, gerçek veya yaratılmış nadirliğin katıksız akıldışı arzuyla buluşmasıyla belirlenir, ve arzudan daha kolay yönlendirilebilen hiçbir şey yoktur.

 

Akıldışı arzu her yerdedir. Sanat AVM’lerine dönüşmüş uluslararası sanat fuarlarının nasıl çoğaldığına bakın – ve tabii milyonlar kazanan bir avuç tacirle sanatçıya...

 

William Boyd’un 25 Ocak 2017’de Guardian’da yayınlanan The Gullible Rich and the Art Market başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.

sanat ticareti