Sanat Kimin İçin?

7/5/2018 / skopbülten



Britanya’da, Edinburgh Sanat Koleji, Sheffield Üniversitesi ve Create adlı inisiyatifin ortak çalışmasıyla, kültür emekçilerini konu alan sosyolojik bir araştırma yayınlandı. “Acil Durum: Yaratıcı Endüstrilerde Toplumsal Sınıf, Beğeni ve Eşitsizlik” başlıklı rapor, kültür alanında çalışan 2487 kişiyle yapılan anket çalışmasına ve çeşitli ulusal istatistiklere dayanıyor. Rapor, “yaratıcı sınıf” tabir edilen kültür emekçilerinin sınıfsal kompozisyonunu ortaya koyuyor.

Rapora göre, Britanya’da kültür alanında çalışanlar toplumsal, politik ve demografik açılardan nüfusun geniş kesimlerinden apayrı bir konum işgal ediyor. Yani “yaratıcı sınıf”, toplumun geri kalanını temsil edici bir nitelik taşımıyor. Raporda, meritokrasinin, yani üstün vasıf ve çalışkanlıkla meslekte ilerleme ilkesinin tamamen bir mit olduğu vurgulanıyor. Araştırmanın bulgularına göre kadınlar; işçi sınıfı kökenliler; siyah, Asyalı ve azınlık gruplarına mensup olanlar (aşağıdaki grafikte BAME [Black, Asian, minority ethnic group] kısaltmasıyla geçen gruplar) ciddi bir şekilde dışlanırken, kültür sektöründe üst orta sınıf beyaz erkekler ağırlığa sahip.    

Sektörün kendi içinde farklılıklar olmakla birlikte, son derece homojen bir işgücü tablosu ortaya çıkıyor; kültür çalışanlarının toplumsal iletişim ağları büyük ölçüde yine diğer kültür çalışanlarıyla sınırlı, ve başka mesleklerde çalışan insanlarınkinden belirgin biçimde farklı değerlere sahipler. Kültür emekçileri “bütün iş kolları içindeki en liberal, en sosyal devlet yanlısı ve en sol görüşlü” işgücünü oluşturuyor. Bu tanımlar kültürün hem üreticileri hem de tüketicileri için geçerli: kültür emekçilerinin kültürel faaliyetleri izleme oranı, işçi sınıfına ait geleneksel mesleklerde çalışanlarınkinden dört kat fazla. Raporun yazarlarından David O’Brien şöyle diyor:

 

[Kültürel] sektördeki pek çok çalışanın, işçi sınıfından bir insanın kurumlarını ziyaret etme ihtimalinin ne kadar düşük olduğu konusunda en ufak bir fikri bile yok. Kültür çalışanlarını esasen şöyle tanımlayabiliriz: hizmet sundukları izleyicilere neredeyse tıpatıp benzeyen bir grup insan. Kültür sektörünü kendi içine kapalı bir toplum kesiti olarak düşünmemiz gerekiyor.

 

 

 

 

Fakat sistemi değiştirmek için en elverişli konumda bulunan insanlar da ne yazık ki sorunu fark edemiyor. En tepedekiler bulundukları konuma yetenekleri ve çalışkanlıkları sayesinde geldiklerini düşünme eğilimindeler. Raporun yazarlarına göre “işgücündeki eşitsizlikler ücretsiz emeğin yaygınlığı nedeniyle daha da pekişiyor”. Ücretsiz staj uygulaması giderek artıyor (rapora göre 30 yaş altı insanların %48’i ücretsiz staj yapmış), ayrıca raporda ücretsiz çalışmanın “endemik”, yani kültür sektöründe çok yaygın olduğu belirtiliyor. Yine raporun bulgularına göre, işçi sınıfı kökenli bir insanın sanat alanında iş bulması eskiden olduğu gibi bugün de son derece zor. Create inisiyatifinin yöneticisi Hadrian Garrard şöyle diyor: “Anlaşılan o ki, sanatın Britanya toplumunu adil bir şekilde yansıttığı bir dönem hiç olmamış”.

 

                                                                       *

Britanyalı düşünür Raymond Williams, Kültür ve Toplum kitabında, İngiltere’de Sanayi Devrimi’nden 20. yüzyıl ortalarına kadar “kültür” kavramının nasıl bir toplumsal gelişim izlediğini inceliyordu. Araştırmalarının arkasındaki temel saik, toplumun tüm kesimlerinin erişimine açık “ortak bir kültür”ün geliştirilmesi ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için, başta eğitim olmak üzere pek çok alanda atılması gereken adımlara işaret etmekti. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün Alain Darbel ve Dominique Schnapper’le birlikte hazırladığı Sanat Sevdası kitabı da keza, Avrupa’da müze ziyaretleriyle ilgili kapsamlı bir saha araştırması üzerinden sanata ve kültüre erişimde eğitimin rolüne dikkat çekiyordu.

Kültür ve Toplum’un (1958) ilk yayınlandığı tarihin üzerinden 60, Sanat Sevdası’nın (1966) ise 52 sene geçmiş; ancak, yukarda yer verdiğimiz araştırmanın da gösterdiği gibi, bu yolda bir değişimin gerçekleşmesi şöyle dursun, nüfusun geniş kesimlerinin ve genel olarak alt sınıfların sanatla arası daha da açılıyor. Buna karşılık, bu açığı kapaması beklenen eğitim alanında durum vahimleşiyor: Muhafazakârlaşmaya koşut olarak, sanat tarihi, hatta giderek tüm beşeri bilimler müfredatlardan çıkartılıyor. Fakat bir yandan da, kültür-sanat yöneticilerinin sanatı ve kültürü sözümona "demokratikleştirme" iddialarından geçilmiyor. Irmgard Emmelhainz'ın "Neoliberalizm ve Sanatın Özerkliği" yazısında dediği gibi: "Bugün çağdaş sanatı kültür yönetimine tabi kılan 'faydalı sanat'ı teşvik etme yönünde küresel bir eğilim söz konusu. Kültürü 'demokratikleştirerek' kitlelerin erişimine açma amacı taşıyan bu eğilim, kültürün, toplum esenliğini sağlama [...] aracı olarak kullanılmasına işaret ediyor. Başka deyişle, şirketlerin veya özel şahısların sponsorluğuyla ayakta duran kurumlar, politik sanatı veya toplumsal dertleri olan sanat eserlerini destekleyerek, görünürde ilerici gündemler izliyorlar. [...] Kültür mekânları, demokratik kendini ifadenin kurumsal kalesine dönüştü, toplumsal uzlaşma ve kişisel gelişim alanları haline geldi. Bu inisiyatiflerin birçoğu şirket fonlarıyla finanse ediliyor. Şirketlerin, toplumsal bağları teşvik etme derdindeki antagonistik mekân veya pratiklerin yerleşmesine verdiği destek toplum tarafından içselleştirildikçe, [...] şu soruyu sormak elzem hale geliyor: 'Kültürel sermayenin sahibi kim, bu sermayeyi kullanma hakkı kimde?'" [EG]

 

Türkiye’de sanat alanında eğitim ve eşitsizlik konusunda Bourdieu'den yola çıkan bir çalışma için, Ezgi Bakçay Çolak’ın "Sanat Eğitiminde Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretimi" yazısına başvurulabilir.

Haber metninin kaynağı: https://frieze.com/article/survey-shows-extent-class-divide-creative-industries

 

Bourdieu, prekarite, yaratıcı endüstriler, sanat ve emek