Sanat / Servet

Dünyadaki servet eşitsizliği herkesin malumu. Ancak Ocak ayında yayınlanan bir rapor son beş yılda daha da kötüleşen durumu çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne serdi. Oxfam adlı uluslararası kuruluşun tam da Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu öncesinde açıkladığına göre, en zengin 80 kişi, dünya nüfusunun alttaki %50’sinin toplamı kadar varlığa sahip. Yani bu bir avuç insanın serveti, dünyanın fakir yarısı olan 3,6 milyar kişininkinin toplamı kadar. Üstelik durum giderek kötüleşiyor: nüfusun %1’i 2014’te dünyanın toplam servetinin %48’ine sahipken, 2016’da bunun %50’yi geçmesi bekleniyor.[1] Soyut yüzdeler bir kenara bırakılıp, ete kemiğe bürünmüş 80 insan söz konusu olunca, ister istemez kim oldukları ve ne yapıp da bu kadar para kazandıkları merak ediliyor. Nitekim Oxfam raporunun ardından, bu 80 kişinin her birinin ülkesini, yaptığı işi ve servetinin miktarını belirten bir liste yayınlandı. Listedekilerin 35’i ABD vatandaşı, ikinci sırayı yedişer kişiyle Almanlar ve Ruslar paylaşıyor. 80 zenginin 70’i erkek; 14’ü perakendeci, 11’i sanayici, 11’i finansçı, 10’u ise teknolojiyle uğraşıyor.[2]

Bütün bu verileri izleyen New York’lu yazar Jillian Steinhauer ise bu 80 kişinin sanatla ilişkilerini merak edip araştırmış.[3] Her ne kadar zenginlerin sanat piyasasıyla ve sanat kurumlarıyla haşır neşir oldukları ayan beyan ortada olsa da, somut veriler arada sırada bir bağış ya da satın alma dolayısıyla kamuoyuna mal olan bilgi kırıntılarının ötesine geçmiyor. Steinhauer sanatla servetin ilişkisini bu 80 kişi dolayımıyla daha somut olarak ortaya dökmeye girişmiş. Yani listeye bir de ‘sanat’ sütunu eklemiş.

                

“Para kazanmak sanattır” diyen Andy Warhol’un serigrafiyle çoğalttığı 200 One Dollar Bills (200 Bir Dolarlık Banknot, 1962) 2009’daki bir müzayedede 43,8 milyon dolara satıldı

 

          

2010’da 100.000 dolarlık Hugo Boss Ödülü’nü kazanan Hans-Peter Feldman, ödülü 1 dolarlık banknotlar halinde New York Guggenheim Müzesi’nde bir sanat eseri olarak sergiledi

 

Dünyanın en zenginleri arasında Bill Gates, iki ayrı lüks marka grubunun sahipleri Bernard Arnault ve François Pinault, sabık New York valisi Michael Bloomberg, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, hedge fonları yatırımcısı ve Açık Toplum örgütçüsü George Soros var. 80 kişiden 25’i sanat koleksiyoneri; 33 kişi çeşitli sanat kurumlarını destekliyor; 23’ünün sanata katkı yapan vakfı, dokuzunun ise kendi sanat müzesi var. Listedeki dört Fransız’dan üçü şimdi ya da eskiden bir müzayede evine ortak olmuş. Steinhauer’e göre, sanat kurumlarının “dişlilerini para çalıştırıyor … ama kamuya karşı yükümlülükleri de var ya da olmalı. Dolayısıyla sistem gerilim yüklü. İnsanı çileden çıkaracak denli büyük bir kapitalist paradoks.”[4]

                                                                             *

Bundan bir kaç yıl öncesine dönersek, New York’lu performans sanatçısı Andrea Fraser’ın, “L’1%, C’est Moi” (%1 Benim) başlıklı, 2011 tarihli makalesi de aynı konuya değiniyor. [5] Fraser, çeşitli araştırmalara dayanarak, koleksiyonerlerin ve sanat piyasasının dünyadaki gelir adaletsizliğinden beslendiğini anlatıyor. Zenginle fakir arasındaki uçurum derinleştikçe sanat piyasasında fiyatlar yükseliyor. 2000’lere gelinceye kadar, sanat piyasası denince ilk akla gelen araştırma, William J. Baumol’un 1986’da yayınlanan makalesi. Baumol bu yazısında birkaç yüz yıllık veriyi değerlendirerek, sanata yatırımın getirisinin sıfır olduğu sonucuna ulaşmış. Halbuki 2002’deki benzer konulu bir araştırma tam tersi sonuca varmış: New York Üniversitesi mensubu iki ekonomist, Mei ve Moses, sanat müzayedelerindeki fiyatlara bakarak, sanatın getirisinin başka birçok yatırım aracını geride bıraktığını ispatlamışlar. Araştırmaları sürekli yayınlanan bir endekse ve bir danışmanlık şirketine dönüşmüş; “sanat yatırımı endüstrisi”nin oluşmasında önemli bir rol oynamış. 2010’da Goetzmann, Renneboog ve Spaenjers bu kez satın alma gücü ile sanat eseri fiyatları arasındaki ilişkiyi incelemişler. “Art and Money” başlıklı makalelerinde açıkladıklarına göre, fiyatların toplumlar zenginleştikçe değil, gelir dağılımı bozuldukça arttığını tespit etmişler, tıpkı 2002-2007 arasında olduğu gibi. Benzer bir etkiyi, rağbette olan şehirlerdeki emlak fiyatlarında da gözlemlemişler. Kısacası, sanat piyasasının serpilmesi, dünyanın büyük bölümünün yoksulluğa mahkûm olması pahasına gerçekleşiyor.

 

 



[1] http://www.bbc.com/news/business-30875633 (erişim: 26 Mart 2015). Oxfam 1942’de Oxford’da kurulan ve 17 örgütün uluslararası bir konfederasyonu olarak 94 ülkede açlığa, yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı mücadele eden bir kurum.

[3] Jillian Steinhauer, “From Ancient Coins to Koons, the Art Expenditures of the World’s 80 Richest People”

http://hyperallergic.com/181927/from-ancient-coins-to-koons-the-arts-expenditures-of-the-worlds-80-richest-people/ (erişim: 26 Mart 2015).

[4] A.g.e.

[5] Andrea Fraser, “L’1%, C’est Moi”, The Market içinde, der. Natasha Degen (Londra: Whitechapel Gallery, 2013) s. 76-82. İlk yayınlanışı: Texte zur Kunst, 83 (Eylül 2011) s. 114-127.

Soros, koleksiyonerlik, sanat ticareti, oligarklar, müzayede