/ Sürrealizm 1924-2014 / 121’ler Manifestosu

Hem kolonyalizm karşıtı mücadeleyi hem de vatansever savaş taraftarlığını ve Fransa’nın ‘medenileştirme’ misyonunun savunusunu ateşleyerek memleketi kutuplaşmaya sürükleyen Cezayir Savaşı 1950’lerde Fransa’nın yaşadığı en travmatik olaydı. 121’ler Manifestosu olarak bilinen aşağıdaki bildiri ile, Fransa’da hâlâ canlı olan ve Ulusal Cephe’nin doğuşunda kilit bir rol oynayan bu toplumsal bölünme entelektüeller arasında etkisini gösterdi. Sürrealist Topluluğun başlattığı ve adını ilk imzacıların sayısından alan bildiri, aralarında Simon de Beauvoir ve Jean-Paul Sartre’ın da olduğu 247 Fransız entelektüeli tarafından imzalanmış ve çok büyük tepki uyandırmıştı. Biz burada, sadece sürrealist faaliyetlerde yer almış ve bildirinin hazırlanmasında katkısı bulunan imzacıların isimlerine yer verdik.     

 

 

 

Cezayir Savaşı’nda Emre İtaatsizlik Hakkı Üzerine

Fransa’da çok önemli bir hareket doğuyor ve Fransız ve uluslararası kamuoyunun bu hareket hakkında daha iyi bilgilendirilmesi gerekiyor. Cezayir Savaşı’nın yeni bir dönemeçten geçtiği bir zamanda neyin mevzubahis olduğunu ve geçtiğimiz altı yıl içerisinde oluşan krizin boyutlarını unutmamalıyız.

Giderek daha çok sayıda Fransa yurttaşı, bu savaşa katılmayı reddettikleri veya Cezayirli savaşçılara yardım ettikleri için kovuşturmaya uğruyor, mahkûm ediliyor ve hapsediliyor. Düşmanları tarafından yanlış tanıtılan ve görevi onları savunmak olması gerekenler tarafından da zararsız addedilerek etkisizleştirilen bu insanların davranışlarının sebebi çoğunlukla yanlış anlaşılıyor. Kamu otoritesine direnmenin saygın bir davranış olduğunu teslim etmek yetmez. İnsanların onurlarını ve haklı hakikat anlayışlarını savunmak için dillendirdikleri itirazın, dillendirildiği ortamın ötesine geçen bir anlamı vardır; olayların nereye varacağından bağımsız olarak, bunu kavramak önemlidir.

Cezayirlilerin kafasında (ister askerî ister diplomatik yollarla yürütülsün) bu mücadelenin doğasına dair hiçbir şüphe yok. Bu bir bağımsızlık mücadelesi. Peki Fransızlar neyin savaşını veriyor? Bu, yabancı bir ülkeye karşı girişilen bir savaş değil. Fransız toprakları tehdit altında değil, hiçbir zaman da olmadı. Dahası, devletin Fransız olarak tanımlamakta ısrar ettiği insanlara karşı girişilmiş bir savaş bu – her ne kadar söz konusu insanlar tam da bu tanımlamaya karşı mücadele ediyor olsalar da. Bunu bir fetih savaşı, ırkçılık tarafından tırmandırılmış emperyalist bir savaş olarak tanımlamak da yetmez. Bu tanım bütün savaşlar için geçerlidir ve belirsizliği gidermez.

İşin aslı, devlet, temel bir tecavüz teşkil eden bir kararla, sırf, bir kolluk operasyonu olduğunu kendisinin de itiraf ettiği şeyi tatbik etmek adına bütün sınıflardan yurttaşları, ezilmiş ve en nihayetinde bağımsız  bir halk olarak tanınmak istediği için, en temel insanlık onuru uğruna isyan eden bir halka karşı seferber etti. 

Ne bir fetih, ne bir ‘millî müdafaa”, ne de bir iç savaş olan Cezayir Savaşı, gitgide, sadece ordunun ve kolonyal imparatorlukların her yerdeki çöküşünün farkında olan sivil iktidarın bile haklılığını teslim etmeye hazır gözüktüğü bir başkaldırının karşısında hiçbir şekilde geri adım atmaya yanaşmayan zümrenin çıkarlarına hizmet eden bir operasyona dönüştü.

Bugün, bu canice ve saçma savaşı sürdüren, esas itibariyle ordunun iradesidir. Ve bu ordu, en tepedeki birkaç temsilcisinin ona biçtiği siyasi rol vasıtasıyla, zaman zaman, açıkça tüm hukukî sınırları ihlal ediyor. Böylece, bütün bir ülkenin ona verdiği görevi kötüye kullanıyor ve emri altındaki vatandaşları ayrımcı ve alçaltıcı bir harekâtın suç ortağı olmaya zorlayarak ulusun kendisinden taviz veriyor ve onu dalalete sürüklüyor.  Hitler düzeninin yıkılmasından 15 sene sonra Fransız militarizminin işkenceyi Avrupa’da yeniden yürürlüğe sokacak ve kurumsallaştıracak kadar ileri gittiğini hatırlatmamız mı gerekiyor?

İşte bu koşullar altında pek çok Fransa vatandaşının aklına bir kez daha geleneksel değerleri ve görevleri sorgulamak geldi. Utanç verici bir teslimiyet halini aldığında makbul vatandaşlığın ne gibi bir anlamı olabilir ki? Hizmetin reddinin kutsal bir görev haline geldiği, ‘vatan hainliğinin’ korkusuz bir hakikat saygısı anlamına geldiği zamanlar yok mudur? Ve ordu, onu ırkçı veya ideolojik tahakkümün aracı olarak kullananların iradesiyle, açıktan ya da örtük olarak demokratik kurumlara başkaldırdığında, ona karşı isyan etmek yeni bir anlam kazanmaz mı?

Vicdan meselesi savaşın başından beri gündemdeydi. Savaş uzadıkça, bu meselenin gittikçe artan sayıda emre itaatsizlik ve firar eylemiyle ve Cezayirli savaşçılara yardım ve barınak sağlanması yoluyla somut olarak çözülmesi gayet doğal. Bu, tüm resmî partilerin kıyısında, onların yardımı olmaksızın ve nihayetinde bu partilerin muhalefetine rağmen gelişip serpilen özgür bir hareket. Örgütlenmeye ya da önceden tesis edilmiş sloganlara ihtiyaç duymaksızın, salt vicdanın kendiliğinden üstlenilmesi yoluyla bir direniş doğdu; politik grupların ve basının, ataletten veya doktrinal korkaklıktan ya da ahlaki veya milliyetçi önyargılardan ötürü, anlamını ve fiilî etkilerini görmeyi reddettiği yeni bir duruma uygun eylem biçimleri ve mücadele yolları arayan ve bulan bir direniş.   

Aşağıda imzası bulunan bizler, her bir bireyin, bundan böyle kişisel bir maceradan hikâyeler olarak görülmesi mümkün olmayan eylemler karşısındaki tutumunu ortaya koyması gerektiğini düşünüyoruz. Konumumuz ve imkânlarımız uyarınca, bu kadar ciddi meseleler karşısında kendi kararlarını kendileri vermek zorunda olan insanlara akıl vermek için değil, ama bu insanları yargılayanların kelimelerin ve değerlerin muğlaklığına kanmamalarını talep etmek için, müdahil olmak gibi bir sorumluluğumuz olduğuna inanıyor ve dolayısıyla aşağıdaki açıklamayı yapıyoruz:

- Cezayir halkına karşı silah kullanmayı reddedenlere saygı duyuyor ve bu reddi haklı buluyoruz.

- Fransız halkı adına ezilen Cezayirlilere yardım ve barınak sağlamayı görev bilen Fransızların tutumuna saygı duyuyor ve bu tutumu haklı buluyoruz.

- Kolonyal sistemin yıkımına katkıda bulunan Cezayir halkının davası tüm özgür halkların davasıdır.  

 

1 Eylül 1960   

Jean-Louis Bédouin, Robert Benayoun, Maurice Blanchot, Raymond Borde, Vincent Bounoure, André Breton, Guy Cabanal, Simone Collinet, Adrien Dax, Yves Ellëouet, Charles Estienne, Jean Ferry, Dr Theodore Fraenkel, Georges Goldfayn, Edouard Jaguer, Alain Joubert, Robert Lagarde, Jacqueline Lamba, Gérard Legrand, Michel Leiris, Georges Limbour, Dionys Mascolo, André Masson, Pierre de Massot, Jehan Mayoux, José Pierre, André Pieyre de Mandiargues, Claude Roy, Jean Schuster, Jean-Claude Silbermann, Claude Tarnaud, Tristan Tzara ve başkaları

 

kolonyalizm, Sürrealizm 1924-2014