/ Tezler / Hegel’den Derrida'ya Sanatın Sonu Olgusu

19/9/2016 / skopbülten

 

Sherrie Levine, Duchamp'dan Sonra Çeşme, 1991 

 

Her alanda bir düzensizlik ve bunalımın hüküm sürer gözüktüğü, “son” söylemlerinin hâkim olduğu içinde bulunduğumuz çağ, Batı’dan başlayarak bütün dünyayı istila edecek gibi gözüken kaosuyla büyük ve bütünsel bir yenilenme içindedir. Postmodern olarak adlandırılan bu dönem, bazıları için önceki yüzyıllardan radikal bir kopuşu ifade ederken, bu süreç ile birlikte mutlak aklın terk edildiği, ideolojilerin işlevlerini kaybettiği, ahlaki değerlerin ortadan kalktığı, anlamsızlaşmanın başladığı, mekân ve zaman anlayışlarımızın dahi sarsıldığı bir kaos çağı olduğu öne sürülmektedir. Siyasetin içinin boşaltıldığı ve eski işlevini göremediği iddiası, teknolojinin gelişmesiyle oluşan enformatik toplum, değişen insan hayatı ve hatta ekolojik kriz ve böylelikle çoğalan tüm son söylemleri, sadece sanatı değil tüm sosyokültürel alanları içermektedir.

Postmodern düşünceyle birlikte, her türlü bilginin sorgulandığı bu dönemde, sanatta kullanılan araçlar da sonsuzlaşmış ve iç içe girerek hibrit (melez) bir yapıya bürünmüştür. Düşünsel tabanlı deneysel sanat oluşmuş ve bu değişimler sanat ve sanatçı kavramlarını yeniden tartışmaya açmıştır. Çağdaş sanatın tekrar tekrar gözden geçirilmesi, yaşanan sanatsal hareketliliği ve benzersiz yoğunlukta oluşumları göz önüne aldığımızda oldukça önemlidir.

18. yüzyılda Fransız Devrimi ile birlikte gelişen özgürleşme, 19. yüzyılda endüstri çağıyla birlikte hız kazanarak, sarayın, kilisenin ve akademizmin katı kurallarından uzaklaşılmasını sağlamıştır. Endüstri Devrimi’nden sonra şehirlerin büyümesi, ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesi ve teknolojinin ilerlemesi ile büyük yerleşim alanlarına göçler artmış, bunun yarattığı yabancılaşma, ağır çalışma şartları ve rekabetin giderek artması birey üzerinde olumsuz etkiler oluşturmuştur. Bu yeni yaşam biçimi, sanatı da etkilemiş ve 19. yüzyılda başlayan bu değişimler “modernizm” adını almıştır.

20. yüzyılda büyük dünya savaşları sonrasında, teknolojinin kötüye kullanımı, soykırımlar ve nükleer silahların zararı büyük olmuş ve yüzyılın son çeyreğinde, modernizmin büyük anlatılarına tepki olarak “postmodernizm” gelişmiştir. Bireyin özgürlüğünü kısıtladığı öne sürülen her türlü ideoloji, kuram, kültürel değer reddedilirken bunun sanattaki yansıması ise seçkincilikten uzaklaşılması, sanatın yaşama karışması, kurmaca gerçeklik, anti-sanat, sanatsal türlerde çeşitlenme ve farklı, yeni sanat etkinlikleri olmuştur. Özellikle Marcel Duchamp sonrası yönelimler, anti-sanat bilincinin yaygınlaştığı “çağdaş sanat” adı altında devam edecektir. Bu da bazılarına göre 'Sanatın Sonu'nun ilanına  uygun zemini oluşturmuş olur.

İçinde bulunduğumuz, “son” söylemlerinin çoğaldığı dönemi ve sanata yansımasını anlamayı ve değerlendirmeyi amaçlayan bu çalışma dört bölümden oluşmaktadır.

İlk bölüm, sonlarla ilgili düşüncelere ve konuyla uğraşan çağdaş filozoflara en güçlü temeli oluşturan Alman düşünür Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in felsefesine yer vererek başlıyor. Hegel'e göre sanatın özelliği, salt varoluştaki içeriği görünüşe dönüştürerek, anlama giden yolu açmasıdır. Sanat “mutlak tin”e, akla, hakikate, Tanrı'ya ulaşmanın yoludur; fakat, zorunlu olarak taşıdığı maddesellikten ötürü bu yolu aynı zamanda kapatmaktadır. Hegel'in “sanatın ölümü” düşüncesi, kavrama ulaşmak için sanatın kendi kendini yok etmesi gerekliliğidir. Öte yandan Alman filozof Friedrich Nietzsche, tanrının ölümü derken, insanların kesin kurallara karşı olan yeni tavrını ve inançlarının tükenişini dile getirir. Son söylemlerinin temelini oluşturan tarihin sonu meselesi ise, Fransız dilbilimci ve post-yapısalcı düşünür Jacques Derrida'nın yapısöküm yöntemini ve yeni tarih anlayışını açımlıyor.

İkinci bölüm “sonların zamanı”na, modernizmin kültürel alanda yol açmış olduğu iddia edilen kırılmalara ve birçok “sonlar” durumuna yer veriyor. Daniel Bell, Francis Fukuyama, Slavoj Zizek gibi düşünürler, “sonlar zamanı”na dair tartışmamızda yepyeni bakış açıları gündeme getirmektedirler. Daniel Bell İdeolojinin Sonu isimli kitabını yayımlarken, Tarihin Sonu ve Son İnsan kitabının yazarı Francis Fukuyama ise, alternatif bir rejimin bulunmadığını ve bir Ekim Devrimi daha beklenemeyeceğini öne sürerek tarihin sonunu ilan etmiştir. Derrida, “Tarihin Sonuna Geç Kalınabilir Mi?” sorusuyla yeni bir bakış açısı oluştururken, özne, akıl ve tarih dahil her şeyin, insanın ve böylece evrenin de sonunun sorgulandığı bir çağda, günümüzün popüler sosyoloğu ve kültür eleştirmeni Zizek de, Zamanın Sonunu Yaşamak isimli kitabıyla içinde bulunduğumuz dönemi inceler ve sorgular.

Son bölüm olan “Sanatın Sonu”, tüm bu toplumsal değişimin sanattaki yansımasına odaklanıyor. Alman edebiyat eleştirmeni, estetik kuramcısı ve düşünür Walter Benjamin'in, değişen sanat yapıtı için aura kaybını ve sanat yapıtının şimdi ve buradalığı ya da bulunduğu yerde biricik olma niteliğinin yok oluşunu dile getirmesiyle başlıyor ve Fransız düşünür Jacques Ranciere'in Estetiğin Huzursuzluğu kitabındaki, yeni estetik rejimle sanat yapıtlarının temsiliyet kurallarından kopmuş olduğunu ve sanatçının serbest gücüne olanak tanıdığını dile getirmesiyle devam ediyor. Ardından, Fransız göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni ve düşünür Roland Barthes’a ait “Müellifin Ölümü” sorunsalını, sanatçı ve yapıtın birbirlerinden ayrılmasıyla sorgulanan özerklik statüsünü tüm bu tartışmalara ilave ediyor.

Sanatın sonu meselesinde, çağımız toplumunu en iyi deşifre etmiş olan 20. yüzyılın önemli düşünürü Jean Baudrillard, üretim toplumunun ayartma toplumuna dönüşmesiyle oluşan günümüz düzenini anlamlandırabilmek için “simülasyon” kavramını üretir ve kullanır. Baudrillard'a göre, kopyaların kopyalarının oluşturulduğu “simülasyon çağı”nda gerçek kaybolmuş, yerini kurgu almıştır. Sanat eseri karşısında duygulanma, seyretme gibi etkileşimler de kaybolmuş, yerini “şaşırtma ve ayartma” almıştır. Nesneler göstergelere dönüşmüş ve onlara yüklenen “prestij ve itibar”dan ibaret hale gelmişlerdir. Tüketim kültürünün bütün nesneleri gibi sanat da artık içi boş bir gösterge haline getirilmiş, eğlence ve gösteri sanayinin tüketim nesnesine dönüşmüştür. Özne, kendine yabancılaştırılmış ve sanal gerçeklikle düzenlenmiş bir hipergerçek dünyada yaşamaya başlamıştır. Sanat modanın kodlarına uymuştur ve değeri artık piyasa tarafından belirlenmektedir. Varoluşun tüm alanlarına ve hatta gündelik hayata nüfuz etmesiyle sanat, sınırlarını kaybetmiş ve “trans-estetik” bir hal almıştır. Baudrillard’a göre, çağdaş sanat başka bir dünya kuramamakta, bu dünyanın bir parçası olmaktadır. İşte bu nedenledir ki artık hükümsüzdür.

Bölümün devamında, Sanatın Sonu adlı kitabıyla Donald Kuspit, romantizmle beraber başlamış olan bilinçdışının keşfini sanatın esin kaynağı olarak gördüğünü ve “sanatın sonu” sürecinin kaynağının bilinçdışının terkedilmesi olduğunu dile getiriyor.

Bölümün en sonunda ise, Hegel'in kuramını temel alan Amerikalı sanat eleştirmeni ve filozof Arthur Danto'nun düşünceleri yer almakta. Danto “Sanatın Sonu” başlıklı meşhur makalesinde, Andy Warhol’un Brillo Kutuları adlı yapıtının sanat tarihinin sonuna işaret ettiğini ve “Tarih Sonrası Sanat Çağı”nın habercisi olduğunu ileri sürmektedir. Daha sonra yazdığı Sanatın Sonundan Sonra isimli kitabında, işte bu “tarih sonrası” çağda, toplumların yeni sanatı anlayabilmesi ve yeni kavrayışları anlamlandırabilmesi için sanat eleştirisinin önemine dikkat çekmektedir.

Bu tez, “Sonlar Çağı”nın tarihsel, toplumsal, simgesel, kültürel ve sanatsal temsiller üzerinden hangi argümanlarla tartışılabileceğine dönük bir çabayı görünür kılmaya çalışacaktır. [1]

 

Yazar: Esen Öztaş

Danışman: Prof. Rıfat Şahiner, Prof. Dr. Halil Akdeniz

Yer Bilgisi: Işık Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Sanat Bilimi Anabilim Dalı / Sanat Kuramı ve Eleştiri Yüksek Lisans Programı

Türü: Yüksek Lisans Tezi

Yılı: 2015



[1] Bu metin, tezin yazarının e-posta yoluyla gönderdiği “Giriş” bölümüdür. 

tez tanıtımı