Yaklaşan Bir Sempozyum İçin Kurgulanmış Bir Düş

17/10/2019 / skopbülten / Ünsal Oskay

Aşağıdaki pasajlar, Ünsal Oskay’ın ilk olarak Kurgu Dergisi’nin 10. sayısında (1992) yayınlanan, Marmara İletişim Dergisi 23. sayısında yeniden basılan yazısından seçilmiştir. Tamamı için: dergipark.org.tr

 

Ünsal Oskay (1939-17 Ekim 2009)

 

Saat 5:34. Elli yaşımdan üç ay almışım. İlk kez, yitireceğimi sandığım bir mutluluğu yaşıyorum. Sabah oluyor. Bir buçuk saattir Cervantes’i okuyorum. Altıncı bölümdeki sempozyumda dinlediğim o yerler satırı satırına aynı. Fakat, sempozyumda Cervantes’in yazdıklarını okuyan sözcünün metinden anladığı ile, benim anladığım birbirinden çok farklı. Dünya artık eskisi kadar anlamsız görünmüyor. Sayısallaştırılabilir söylemler içinde yetişmiş sözcünün Cervantes’e uzak düştüğünü görmek bana sevinç veriyor.

...

Gece, yatmadan önce üzerinde çalıştığım yazıyı bitirmiştim. İlerde yazı konusu olarak işlerim diye aldığım notları yazarım diye yaptığım küçük defterimi kapamak için aranıp durduğum Venedik işi cilt kâğıdımı gömme dolaptaki makale fotokopilerinin arasında bulmuştum. Sevinçliydim. Osman Turan beyin Selçuklu Tarihi’ni alıp yatağımın üzerine uzandım. Yorulunca, öylece uyuyabileyim diye, kollu kazak giydim. Siyam kedim yanıma gelince altına girsin diye battaniyenin ucunu kaldırdım. Yangınlardan, gözyaşından ve kandan bir dünyaya hükmederken camilerin, medreselerin, kervansarayların taç kapılarında hayatı tebcil eden süslemeler yaptıran Selçuklu Sultanlarını, vezirlerini, Moğol valilerini anlatan Osman Turan beyi okumaya başladım.

...

Uyuyacağıma yakın Venedik işi cilt kâğıdını kitabın arasına koydum. Mayıs ayına dört gün vardı. İçimdeki kırgınlıklarıma alışıyordum. Yazdığım bir çalışmam vardı. Onu sürdürüyordum. Dinlenirken okuduğum iki kitap güzeldi. Gece, Siyam kedimle denize inip çay bahçelerinde çay içiyordum.

...

Elimdeki Venedik işi cilt kâğıdım büyümeye başladığında mor, yeşil, açık sarı, portakal, altın rengi, kırmızı ve lacivert renkli yabanıl bitkilerin yamaçları kapladığı derin bir uçurumda durmadan düşüyormuş gibi korkuyordum. Venedik işi cilt kâğıdım büyüye büyüye, bir ucu Taksim Anıtı’na, bir ucu Sütiş’e dayandı. O an, Hukuk Fakültesi ile Mülkiye’nin arasından, birden, yukarılara tırmanan panzerlerin sesini duydum. Yukardan helikopterler geçiyordu. Çiçek satan kızlar, Etap Marmara’nın Balo Salonundaki Hürriyetleri Koruma Vakfı’nın yemeğine gelen öğretim üyeleri, müşteri beklemek için kenara park etmiş arabalardaki sürücüler Vakkorama’nın önünden, Sormagir Sokağa doğru kaçışıyorlardı.

Venedik işi cilt kâğıdımın mor, altın sarısı, gülkurusu renkleri, mineleri silinmeye başladı. Bütün renklerini yitirdi. Bembeyaz bir beze dönüşerek, meydanı alt üst edercesine esen rüzgâra kapılıp, Atatürk Kültür Merkezi’ne doğru savrulup uçuşmaya başladı. Bir anda, yapının alınlığına takıldı. Yapının alınlığında boydan boya açıldı. Üzerinde, Kitaba Karşı Önlem Teknolojisinde Gelişmeler Uluslararası Sempozyumu yazısı oluşmaya başladı. Şaşırmıştım. Az önce, benim Venedik işi cilt kâğıdımdı. Kâğıdımın peşinden, aklım evdeki not defterimde, koşmaya başladım. Atatürk Kültür Merkezi’nin ışıklar içindeki alt salonuna girdim. Yukarlara çıkmak, Venedik işi cilt kâğıdıma neler olduğunu anlamak istiyordum.

Dışardaki sirenlerden, motor seslerinden, kaçışan insanların çığlıklarından sonra, içerisi sessiz, sakindi. Yukarlara çıkan merdivenlerin başında Afrikalı, Çinli gibi bize benzemeyen insanlar, bize benzeyen insanlar vardı. Üçer beşer kişilik topluluklar olmuş, bir şeyler konuşuyorlardı. Üst katlarda bir yerde, merdivenlerin kapalı olduğunu gösteren kordonlarla karşılaşıncaya kadar koştum yukarılara. Artık çıkamıyordum. Girişteki insanlara neler olup bittiğini sormak için yeniden inmeye başladım alt katlara.

Taksim Meydanı’ndaki olayları duymadıklarını, görmediklerini söylediler. İçerde bir sempozyum yapıldığını; kendilerinin de, iki dakika sonra, salona geçeceklerini söylediler. İçerde görevli birini bulmayı düşünerek sempozyum salonuna geçtim. Arkalarda yer buldum. Gözüme bir görevli ilişinceye kadar, beklemeyi düşündüm.

Siyah derili biri, kürsünün en sol başındaki, sayfalarda her üç satırdan birini silerek, küflendirerek ve yakarak kitap yok etme tekniklerindeki gelişmeleri anlatıyordu. Ülkesiyle övünüyordu. Oxford İngilizcesi ile konuşuyordu. Ortaçağın Yaprak Dökümü’ndeki “ölüm” temasının işlenişi geldi aklıma. Delirmekte olduğumu sandım. Bunun birdenbire de olabileceğini söylemişlerdi. Siyah derilinin konuşması bitti alkışlandı. Bir buçuk yıl önce söylemişlerdi.

Sempozyumu yöneten kahverengi kadife elbiseli, Hollandalıya benzeyen biri, sıranın Benelüks ülkeleri delegasyonunda olduğunu söyledi. Siyah derili adamın İngilizcesini belki iyi izleyemediğimi düşündüm. Önümdeki simültane çevrili kulaklığını taktım. Duyduğumu anlamak istiyordum. Duyduklarımdan korkmamak istiyordum.

Benelüks ülkeleri delegasyonunun sözcüsü, “hümanist bir kültürden geldikleri için, kitapları yakarak yok etme yöntemindeki en gelişkin teknikleri de bildiklerini, ama bunları kullanmadıklarını” belirterek başlamıştı sözlerine. Yakmak yerine, yüzyıllardan beri kitapları yıpratan parazitlerin etkinliğini artıran yöntemlerle yok ediyorlarmış kitapları. Bu yumuşak tekniklerde öncülüğü Brüksel Hür Mason Üniversitesi’nin liberal eğilimli mütevelli heyeti yapıyormuş. Benelüks ülkelerinde bile insanların büyük çoğunluğu, yakılması gereken türden kitap okumadıklarından, parazitlerin etkinliğini artıran tekniklerle çürümesi hızlandırılan kitapların yok oluşunu kimse fark etmiyormuş. Hayatın ritmi, değişen insan itkileri, ödüllendirme kriterleri, on iki ay taksitli üç yönde hareket edebilen otomobiller, Kapadokya Tatilleri, Atlantik Okyanusundaki “Multi-national Broadcasting System”in yüzer-adalarından yönetilen televizyon yayınları ve entelektüel kültür mirasını anma günlerindeki Sinema Festivalleri bu değişimin mutluluk içinde yaşanmasını kolaylaştırıyormuş.

Bütün bu gelişmelerle, son beş yıldır, Amerika’nın 1960’larda yaptıklarını örnek alarak, Benelüks ülkeleri de üniversitelerdeki sosyal bilimler, edebiyat, felsefe ve filoloji bölümlerini kaldırmaya başlamış. Yeni asistan, doçent almayıp, zaman içinde bu sorunu sessizce çözümlemeyi kararlaştırmış…