Yapay Zekâdaki Sorun: Ne Yapay Ne de Zeki

Aşağıdaki metin, teknoloji tarihçisi Evgeny Morozov’un 30 Mart 2023’te Guardian’da yayınlanan The problem with artificial intelligence? It’s neither artificial nor intelligent başlıklı yazısının çevirisidir. Evgeny Morozov’un son çalışması, 1970’lerde Şili’de Salvador Allende döneminde başlanıp CIA güdümlü darbe sonrasında yok edilen Cybersyn Projesi’ni konu almaktadır.

 


Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası, opera uyarlaması, Benjamin Britten, Glyndebourne Operası. Fotoğraf: Alastair Muir.

 

Elon Musk ile Apple’ın kurucu ortağı Steve Wozniak, geçenlerde [Mart 2023] yapay zekâ sistemlerini geliştirme çalışmalarının altı aylığına ertelenmesini talep eden bir çağrıyı imzaladılar. Çağrıda ifade edilen amaç, imzacıların “YZ Yazı” (AI Summer) diye tabir ettikleri sürece intibak edilmesi için topluma ihtiyacı olan zamanı vermek – gerekli önlemler alındığı takdirde bu gelişmelerin nihayetinde insanlığın yararına olacağını öne sürüyorlar. Sıkı incelemeye tabi tutulacak güvenlik protokolleri de bu önlemlerden biri.

Pek takdire şayan bir amaç bu, ama önümüzdeki altı ayı daha verimli geçirmenin bir yolu var: şu bayat “yapay zekâ” adlandırmasını bir yana bırakmak. Yapay zekâ terimi, “demir perde”, “domino teorisi”, “Sputnik dönemeci” türünden adlandırmalarla aynı tarih çöplüğünün parçası. Soğuk Savaş’ın sonundan sağ çıkma sebebi, bilimkurgu meraklıları ile yatırımcılar nezdindeki büyüleyici etkisi. Bu tayfanın kalbini kırmamızda sakınca yok.

Bugün “yapay zekâ” dediğimiz şey, gerçekte ne yapay ne de zeki. İlk yapay zekâ sistemlerinde kurallar ve programlar baskındı, o yüzden “yapay”lıktan bahsetmenin en azından bir gerekçesi vardı. Ama bugünkü sistemler, herkesin gözdesi ChatGPT de dahil, esasen gerçek insanların eserlerinden gücünü alıyor: kendi alanlarında ortaya koydukları yaratıcı ürünlere uygarlığı kurtarma adı altında el konan sanatçıların, müzisyenlerin, programcı ve yazarların eserlerinden.

İşin “zekâ” kısmına gelirsek, yapay zekâyla ilgili ilk çalışmalara kaynak ayrılmasına sebep olan Soğuk Savaş şartları, bugün bu sistemlere ilişkin kavrayışımıza hâlâ egemen. Çatışmada işe yarayacak türde bir zekâdan söz ediyoruz. Sözgelimi, modern yapay zekânın en güçlü yanı, örüntü eşleştirme özelliği. ChatGPT’nin dayandığı nöral ağ teknolojisinin askeriyedeki ilk kullanımının, havadan çekilmiş fotoğraflarda gemileri ayırt etme işi olması hiç şaşırtıcı değil.

Gelgelelim, zekânın örüntü eşleştirmekten ibaret olmadığına dikkat çekerek bu terimin kullanımını eleştiren birçok kişi var. En az onun kadar önemli bir diğer yetenek de, soyutlama. Marcel Duchamp’ın 1917 tarihli Çeşme eseri bunun en güzel örneklerinden biri. Duchamp’ın eserinden önce pisuvar sadece pisuvardı. Ama Duchamp, bir perspektif değişimiyle, pisuvarı sanat eserine dönüştürdü. Orada yaptığı şey, sanat hakkında soyutlamaydı.

Soyutlama yaptığımızda, duygular hem düşüncelerimize, hem de gündelik nesnelere dair yerleşik ve görünürde “rasyonel” tasniflerimize baskın çıkar. Soyutlama, örüntü eşleştirmede devreye sokulan neredeyse mekanik sıradan işlemleri askıya alır. Bir savaşın ortasında yapmak isteyeceğiniz son şeylerden biridir bu.

İnsan zekâsı tek boyutlu değildir; Şili’li psikanalist Ignacio Matte Blanco’nun (1908-1995) tabiriyle “çift mantık” (bi-logic) özelliğine dayanır: biçimsel akıl yürütmenin durağan ve zamandan münezzeh mantığı ile, duygunun bağlama dayalı ve had safhada dinamik mantığının birleşimi. İlki farklılıkların izini sürer; ikincisi ise onları süratle siler. Marcel Duchamp, pisuvarın tuvalete ait olduğunu zihniyle bilir; kalbi ise bunu bilmez. Çift mantık, sıradan eşyayı yepyeni ve düşündürücü bir tarzda yeniden gruplandırma yeteneğimizi açıklıyor. Bunu sadece Duchamp değil, hepimiz yaparız.

Yapay zekâ bunu hiçbir zaman yapamayacak, çünkü makinelerin geçmiş, şimdi ve gelecek hissine sahip olması (salt bilgiden farklı olarak) mümkün değil; tarih duyguları yok, eza ya da özlem hisleri yok. Bu olmadan, duygu da olmaz; çift mantık, bileşenlerinin birinden mahrum kalır. Bu nedenle makineler tekil biçimsel mantığa hapsolmuştur. İşte yapay zekânın “zekâ” kısmı da buraya kadardır.

ChatGPT’nin kullanılabileceği işler yok değil elbette. Aynı zamanda ansiklopedi işi de görebilecek bir tahmin makinesi ChatGPT. Şişe askısı, kar küreği ve pisuvarın ortak noktası nedir diye sorunca doğru cevap verdi: Hepsinin, Duchamp’ın sanat eserine dönüştürdüğü sıradan nesneler olduğunu yazdı. Ama Duchamp bugün yaşasa hangi nesneleri esere dönüştürürdü diye sorunca şunları önerdi: akıllı telefon, elektrikli scooter ve yüz maskesi. Burada gerçek anlamda bir “zekâ” emaresi yok. İyi işleyen, ama tahmin edilmesi son derece kolay bir istatiksel makine bu.

“Yapay zekâ” terimini kullanmaya devam etmenin şöyle bir tehlikesi var: Bizi dünyanın tekil mantıkla, yani tamamen bilme temelli ve soğukkanlı bir akılcılıkla işlediğine inandırabilir. Silikon Vadisi’ndekilerin büyük kısmı zaten buna inanıyor – ve dünyayı bu inanç temelinde yeniden inşa etmekle meşguller.

ChatGPT gibi araçlar yaratıcılığa bir nebze de olsa yaklaşan çıktılar üretebiliyorsa, bunun yegâne sebebi, eğitilmelerinde kullanılan veri kümelerinin etten kemikten insanlar tarafından üretilmiş olması: bütün o karmaşık duygularıyla, korku ve kaygılarıyla gerçek insanlar. Bu yaratıcılığın hayatta kalmasını istiyorsak, sadece veri merkezlerine ve makine öğrenimine değil, sanatın, edebiyatın ve tarihin üretimine de kaynak ayırmalıyız.

Fakat gidişat hiç de bu yöne işaret etmiyor. “Yapay zekâ” gibi terimleri kullanmaktan vazgeçmemenin en büyük tehlikesi, sonunda bunların, zekânın yaratıcı eserlerini görünmezleştirirken dünyamızı daha kolay tahmin edilebilir ve cansız hale getirmesi olacak.

Velhasıl, önümüzdeki altı ay boyunca “Yapay Zekâ Yazı”nı bekleyedururken algoritmaları incelemekle vakit harcayacağımıza, Shakespeare’in Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası’nı bir kez daha okuyabiliriz. Dünyanın zekâsını yükseltmeye daha çok katkısı olacağı kesin.

ağ toplumu