Yeni Göçebe Çağı: Zorunlu ve Kaçak Göçün Arkeolojileri

 

 

Bugün bir göçebelik çağında yaşadığımız söylenebilir: küresel bir hareket ve göç çağı. Bu tespit, yeni bir “evrim” aşamasını isimlendirme amacı taşımıyor; böyle bir isimlendirme, sadece keyfî niteliğinden değil, terimin uyandırabileceği “geri kalmışlık” çağrışımlarından ötürü de itirazlara sebep olurdu, zira göçebeler hâlâ pek çokları tarafından “uygarlaşmış”, yerleşik hayatın öncesine ait görülüyorlar. Burada “göçebelik çağı” terimi, arkeoloji alanı içerisinde konum alan bir kitap bağlamında taşıdığı etki nedeniyle kullanılıyor: Bu kitaptaki makaleler, kaçak sınır geçişlerinin ve genel olarak göçün, her şeyden önce özel bir zamansallıkla biçimlenmiş ve özel bir zamansallığı biçimlendiren maddi, bedenleşmiş ve duyusal olgular olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan söz konusu olgular, maddiyatla ve zamanla uğraşan bir disiplin veya zanaat olarak arkeolojiyi de ilgilendiriyor ve ilgilendirmeli.

Küresel göçle ilgili resmî veriler, 1990-2017 yılları arasında Birleşmiş Milletler’in “uluslararası göçmen mevcudu” olarak tanımladığı kategoriye 100 milyonu aşkın insanın eklendiğini gösteriyor; bu tanım, bir ülkenin sabit nüfusunda başka yerde doğmuş olan kesimi ifade ediyor. %2,9’dan %3,4’e yükselen bu orandaki artışın, genel dünya nüfusu artışı da göz önüne alındığında, nispeten makul olduğu söylenebilir. Fakat bu tür istatistikler, hem kaçak sınır geçişlerini isabetli biçimde yansıtmadıkları, hem de büyük çeşitlilik gösteren bir tabloyu yekpareleştirdikleri için, göç olgusunun önemini teslim edemiyor. Özellikle Küresel Güney’den Kuzey’e küresel hareketliliğin ve göçün belirli ülkeler, bölgeler, güzergâhlar ve hudut kapıları üzerindeki çarpıcı etkisini karanlıkta bırakan istatistikler, başta kaçak sınır geçişleri olmak üzere küresel hareketlerin aynı zamanda Kuzey’de kamunun bilincine girmiş bir medya olayı haline geldiği gerçeğini de yansıtmıyor. Dahası, göçün duygulanımsal, bedenleşmiş ve duyusal bir oluş deneyimi olduğu gerçeğinin üzerini örtüyorlar: sadece istatistiklerle anlaşılması mümün olmayan bir yer kurma, bir benlik kurma ve bir dünya kurma süreci söz konusu. Bu kitabın sunuş kısmında ve birkaç bölümünde de öne sürüldüğü gibi, küresel hareketlilik, savaşlara ve düşük yoğunluklu daimi çatışmalara, yapısal eşitsizlik ve yoksulluğa, iklim krizine bağlı olarak önümüzdeki onyıllarda daha da yoğunlaşacak bir süreç.

Dolayısıyla kitabın başlığında kullanılan terim, dünyamızı, kentlerimizi, fiziki ve bedensel gündelik hayatlarımızı biçimlendirmede kaçak göç de dahil olmak üzere göç olgusunun ne kadar büyük etkisi olduğuna işaret ediyor. Sadece insanlar değil, nesneler de hareket ediyor. Bu derlemenin yazarları, insanlarla birlikte hareket eden nesnelere ve eserlere odaklanıyorlar: sınırları geçen, sınır bölgelerinde ve hudut kapılarında biriken nesnelere. Ayrıca, zorunlu ve kaçak göçün, ciddiyetle ele alınması gereken yeni birleşimlerde, yeni yapılarda, yeni mimari ve fiziki komplekslerde cisimleşen yeni maddesellikler yaratma sürecini inceliyorlar.

Fakat göçebelerden ve göçebelik çağından söz edilmesinin bir işlevi daha var. Bir oluş tarzı olarak göçebeliği anımsatıyor: öznellikleri yapma, bozma ve yeniden yapma yolu olarak; bir düşünme ve eyleme hali olarak göçebeliği uyandırıyor. Bugün göçmen suretindeki göçebe figürü, kolonyal ve ulusal düzen de dahil olmak üzere Batı modernliğinin değişmezlerini kuşkulu hale getiren yeni bir toplumsal ve siyasi özne oluşturuyor. Küresel Kuzey’deki toplumları kendi kimlikleri üzerine düşünmeye davet ediyor. Bugüne dek “göçmen krizi” dediğimiz şeyin aslında Kuzey’de yaşanan bir kabul krizi olduğunu gösteriyor: hem daha geniş çaplı ve derin kimlik bunalımlarına, hem de bu toplumların geçmişine nakşolmuş ulusal-kolonyal ayrıcalıkların krizine işaret eden bir durum bu. Son olarak, göçebe figürü, hem araştırmacıları hem de diğer insanları, kendi tasavvur biçimlerini, kategorilerini ve kavramsal araçlarını, etik ve siyasi tutumlarını yeniden düşünmeye zorluyor. 

Bunlar elbette baş edilmesi kolay sorunlar değil ve bırakın tek bir kitabı, bir disiplinin dahi ufkunu hayli aşıyor. Fakat bu kitabın örtük bir mesajı var: Göç olgusunun maddi, duyusal ve zamansal boyutları göz önüne alındığında, çağdaş arkeoloji bu olgunun anlaşılmasına hatırı sayılır bir katkıda bulunabilir. Kitaptaki makaleler, halihazırda yaşanan zorunlu ve kaçak göçün arkeolojisini sunacak çeşitli entelektüel, metodolojik, etik ve siyasi çerçeveleri keşfetmeye çalışıyor. Tarihsel derinlik, teori, yöntem, etik ve politikanın yanı sıra, miras ve kamusal temsil sorunları çeşitli bakış açılarından analiz ediliyor. Kitapta hem kısa değerlendirmelere yer veriliyor, hem de Meksika-ABD sınırından Akdeniz’e, Hindistan alt-kıtasına ve Avustralya’ya kadar dünyanın pek çok yerinden vaka incelemeleri ortaya konuyor. 

 

Kitabın bölüm başlıklarını incelemek için bkz. Yeni Göçebe Çağı

Yannis Hamilakis’in The New Nomadic Age: Archaeologies of Forced and Undocumented Migration adlı derlemeye yazdığı Önsöz’den kısaltılarak çevrildi; ed. Yannis Hamilakis (Sheffield: Equinox Publishing, 2018) s. xiii-xiv. Önsöz'ün tamamını okumak için: hamilakis.pdf

 

arkeoloji