İstanbul'da Kültür ve Sanat İçerikli Kent Politikaları

Kentlerin daha iyi, daha eşitlikçi, daha düzenli yaşam alanları sunmaları; kentlerde yaşayan insanların ihtiyaçlarının karşılanması ve sorunlarının giderilmesi, günümüz dünyasında başarısızlıkları ispat edilmiş, demode, modernist hayaller olarak görülmektedir.  Artık önemli olan kentlerin ya da kentlerin sunduğu yaşam alanlarının en iyi ve en güncel yöntemlerle pazarlanmasıdır. Kentlerin küresel sermaye ve insan dolaşımı açısından daha çekici hale getirilmesidir. Bu ortamda kentlerin pazarlanmasında kültür ve sanat içerikli politikalar büyük önem kazanmaktadır. Kültür ve sanat, kentsel alanların devlet kurumları ve sermaye odakları tarafından yeniden üretilmeleri süreçlerinde geliştirilen kent politikalarının temel unsurları haline gelmektedir.

Dünyadaki pek çok şehir gibi İstanbul da, özellikle 90’lı yıllardan itibaren, kültür ve sanat merkezli kentsel dönüşüm politikalarını benimsemiş görünmektedir. Kent, küresel rekabet ortamının baskısı altında hızla yeniden yapılanırken; kentsel dönüşüm ve inşaat faaliyetleri ile kentteki nüfus hareketliliği artık büyük ölçüde kültür ve sanat üzerinde temellenen politikaların etkisi altındadır. Bu politikaları yönlendiren dinamikler oldukça karmaşık ve çatışmalıdır. Örneğin, AB uyumuna yönelik reformlarla, muhafazakâr hükümetin sosyal ve kültürel altyapısını güçlendirme operasyonları, öte yandan sermaye odaklarının kent mekânıyla, kültür ve sanatla ilgili stratejileri, birbirleri üzerindeki etkileri her an değişen girift bir işleyiş oluştururlar. Bu işleyiş çerçevesinde, emlak piyasasını ve kenti biçimlendiren dinamiklerle kültür ve sanat artık iç içe geçmiştir.

 

Neoliberalizm çağında kentler ve kentleri biçimlendiren dinamikler

Dünya çapında kültür ve sanat üzerinde temellenen kentsel politikaların yaygınlaşması, giderek liberalleşen ekonomik yapıdan kaynaklanmaktadır. Sanayisizleşme ile birlikte içine girilmiş bulunan post-fordist tüketim toplumunda kentler birer marka olarak lanse edilmeye başlanmış, sermaye ve turist çekmeye yönelik dönüşüm ve soylulaşma süreçlerine maruz bırakılmıştır. Bu anlamda, kentsel dönüşüm üzerindeki etkileri nedeniyle, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşmekte olan küresel ekonomik hareketlerin temel yapısına kısaca değinmek gerekir.

Neoliberalizm olarak adlandırılan ve Chicago Okulu[1] tarafından kuramlaştırılmış olan ekonomik ve politik yaklaşım, artık bütün ilişki sistemlerini içine çekmektedir. Algımız, anlayışımız, davranışlarımız üzerindeki yayılmacı etkisiyle sosyal olan her şeyi kendine katarak hegemonik bir söylem kurmaktadır.[2] Neoliberalizm, Harvey tarafından şöyle tanımlanır: “İnsan refahının ancak özel mülkiyet haklarının kuvvetli olduğu, serbest piyasa ve serbest ticaret odaklı bir kurumsal çerçeve içinde, bireysel girişimcilik serbestisinin ve becerisinin liberalleşmesi ile sağlanabileceğini öneren politik ekonomik pratikler kuramı”.[3]  Bu düzen içerisinde devletin rolü, bu pratiklerin gerçekleşmesi için uygun kurumsal çerçevenin yaratılması ve korunması ile ilgilidir. Neoliberalizasyon sürecinde devletin düzenleyici rolü piyasa odaklı mekânsal gelişmeyi kolaylaştırmaktır, kentlerin yönetimi bu bilinçle şekillenir.[4]

Neoliberalizm, yaratıcı bir yıkım sürecine işaret etmektedir. Bu sistemde sosyal devlete, refahın yeniden dağıtımına, düzenleyici merkezi yönetime ilişkin kurum ve kontratların tamamı çözülür. Kurumlar ve ilişkiler sermayenin düzensiz hareketlerinin gerekliliklerini yerine getirmeye yönelik olarak yeniden yapılandırılır.[5] Devletin rolü de neoliberal projenin yarattığı kutuplaşma ve benzeri sorunları stabilize etmeye yönelik olarak değişir ve etkinleşir. Burada devlet, yaratıcı yıkım sürecinin organizatörü ve kolaylaştırıcısıdır. Bu bağlamda kent yönetimi anlayışı da idari (managerial) bir form alır, belediyeler birer ‘girişimci’ye dönüşür.[6]

Post-endüstriyel çağda, sanayi komplekslerinin yerini, kent çeperlerinde inşa edilen konut siteleri, lüks yerleşmeler, tematik yapı kompleksleri ve alışveriş merkezleri almaktadır. Öte yandan, önceki sanayileşme dönemlerinde gerçekleşen işçi göçleri, enformel ekonomiler vb. sebeplerle çöküntüleşen kent merkezleri ve sanayinin terk ettiği boşalmış araziler de bir bir dönüşüm ve ‘canlanma’ süreçlerine teslim olmaktadır. Günümüzde belediyelerin belli başlı işlevi kentlerde gerçekleşen bu dönüşümleri örgütlemektir. Bu işlevin yerine getirilmesi, belediyeleri bir girişimci, bir şirket kılığına sokar.

Sanayisizleşme sürecinde işgücü de dönüşmekte; hizmet sektörü ve kültür endüstrisi özellikle büyük kentlerin ekonomilerinde ağırlık kazanmaya başlamaktadır. Bu süreçte kentler de, yeni işgücünü çekmek ve küresel turizm ve sermaye hareketliliğinden paylarını almak amacıyla kendilerini pazarlamaya girişmiştir. Kültür ve sanat odaklı kent politikaları işte bu bağlamda önem kazanmıştır.

Sermayenin mekân üzerindeki düzensiz hareketinin kutuplaştırıcı etkisi, kimi yerlerde geniş yoksulluk bölgelerinin oluşmasına yol açarken, kimi yerlerde de aşırı lüks yaşam alanları örgütlemektedir. Bu açıdan, Güney Yarımkürenin göç odakları olan megalopolisler, en yoksul ve en zengin yerleşim bölgelerinin yan yana yer aldığı kentsel dokulara sahip olan çarpıcı örneklerdir. Ekonomik hareketlilik kentler üzerinde kaygan ve değişken bir bölgelenme biçimine neden olmaktadır. Artık kentlerde insanlar, toplumsal gruplar olarak farklı yerleşim alanları arasında hareket halindedir. Bu hareketliliğin önemli unsurlarından biri ‘soylulaştırma’dır (gentrification).

 

Soylulaşma süreçleri

Soylulaştırma, Marksist sosyolog Neil Smith tarafından, “Daha önce orta sınıfın terk etmesi ile elden çıkarılmış, fakirlerin ve işçi sınıfının yaşadığı kent merkezindeki alanların, özel sektör sermayesi ve orta-sınıf konut alıcıları ve kiracıları tarafından istila edilerek yenilenmesi süreciolarak tanımlanmaktadır.[7] Chicago Okulu’na göre ise, soylulaştırma süreci, arazi kullanımı için gerçekleşen Darwinci bir yarışın kaçınılmaz sonucudur. Soylulaştırma süreci, piyasanın araziyi en kârlı biçimde kullanabilmek amacıyla hareket etmesi ile gerçekleşir. Gelen (soylulaştıran) aktörler faydalarını maksimize etmeye çalışan kişilerdir. Profesyoneller, teknik uzmanlar ya da yönetici olarak çalışan ev sahibi yuppy'ler, iyi eğitimli orta ve üst orta sınıf genç yetişkinler, çekirdek aileler vb. banliyöden geri gelmeye, şehrin içinde kalmaya yönelik bir çaba içindedirler.[8]

Ley, soylulaşmanın gerçekleşmesi için vaktinin gelmiş olması gerekliliğinden bahseder; öncelikle şehrin içinde oturma isteği oluşmalıdır. Ley’e göre soylulaştırma sürecinde iki önemli hareketlilik evresi bulunur[9]:

1-İlk evreyi, yaşam tarzları gereğince kent içinde ve kent kültürü ile yaşamak isteyen öncüler oluşturur: sanat profesyonelleri, medya çalışanları, öğretmenler, sosyal hizmetlerde, kamu hizmetlerinde ya da kâr amacı gütmeyen kurumlarda çalışanlar, vb.

2. İkinci evrede yatırım amacıyla gelenler etkin olur ve ilk evrede gelenlerin bile soylulaştırma bölgesinden gitmesine yol açar.

 

Smith ise, soylulaştırmanın üç tarihsel dönemini ortaya koyar. Gerçi Smith’in açıkladığı tarihsel süreç, özellikle İngiltere’deki kentler için geçerlidir. Ama başka ülkelerdeki birçok kentte de benzer biçimde seyrettiğini görürüz .[10] 

- 1950ler – münferit dönem: teker teker yerleşen öncüler,

- 1970-1980ler – sabitlenme dönemi: kentsel ve ekonomik yapılanma ile birlikte yayılma,

- 1990 sonrası – genelleşme dönemi: özel sektörün katılımıyla oluşan genel kentleşme politikası.

 

Kent kültürüne yakın olmak için kent merkezlerinde yer almayı seçen sanatçılar, galeriler, basın-yayın organlarında ya da kamu hizmetlerinde çalışanlar vb., zamanla sermayeyi de peşleri sıra bu merkezlere getirir. Bu nedenle, özellikle 1990’dan itibaren, küresel sermayenin hareketleri de soylulaşma süreçlerinde önemli ölçüde etkindir.  Smith, 1990 sonrasında “genelleşen” soylulaşma sürecinin temel özelliklerini şöyle sıralar[11]:

- kamu-özel sektör ortaklığı,

- küresel sermayenin müdahelesi,

- soylulaştırma sürecine yönelik hareketlere karşı ‘sıfır tolerans’,

- merkezden çepere doğru yayılma,

- soylulaştırılmakta olan alanın tamamının yeni bir kentsel kompleks haline getirilmesi.

 

Soylulaştırma süreçlerinin hızlanmasıyla birlikte, kent merkezlerinde oturan, genellikle de merkeze yakın iş alanlarında enformel olarak çalışan yoksul, marjinal gruplar, kent dışına kaydırılır. Kent merkezleri ise yeni yatırımlarla, kentler için güçlü imajlar oluşturacak şekilde yenilenerek, sermaye ve turist akışları için çekici hale getirilir. Endüstri sonrası gelişme ekonomisinin en önemli sektörlerinden biri olan turizm açısından imajlar çok önemlidir.[12]

 

Turizm ve kültürel politikalar

Urry, modern insanın “mobil” insan olduğundan bahseder. Bu nedenle de artık seyahatin organizasyonu toplumun organizasyonunda belirleyicidir. Urry’ye göre, “Mobilite, insanların kendileriyle ve çevreleriyle ilişki kurma biçimlerinin yanı sıra, onların, doğal peyzajlara, kentsel peyzajlara ve başka toplumlara ilişkin estetik yargılarını da değiştirir. Dolayısıyla, modern dünyadaki yaşam biçimlerinin dönüşmesinin sorumlusu mobilitedir”. [13] Bu bağlamda Urry, düşünüm (reflexivity) adı verilen bir kavramdan söz eder. Düşünüm, estetize edilmiş zihinsel süreçlerle işler. Beğeniye ilişkin yargıların; farklı doğalara ve toplumlara ilişkin imaj ve simgelerin çoğaltılmasıyla oluşur. [14]  Bu ise, “ülkelerin hem içinde hem de arasında mobilitenin olağanüstü artışını gerektirmektedir. Bu da bilişsel ve normatif bir özgürleşmeden daha çok estetik bir ‘kozmopolitanizm’in gelişimi olarak tanımlanabilir. Kültürel miras endüstrisi hem bir kapitalist metalaştırmanın ürünü, hem de reflexive modernleşmenin de bir öğesidir.”[15]

Turizm, git gide toplumsal ve kültürel yaşamı ele geçirmiştir. Dolayısıyla, artık turizmin bir anlamda sona erdiğinden bahsedilebilir. Çünkü artık turizm hem her yerde, hem de hiçbir yerdedir. İnsanların çoğu, gerçekte olmasa da sanal dünyada sürekli hareket halinde olan turistlere dönüşmüştür. Dünyanın turistikleşmesi sonucu, artık ‘kültür’ yatırımları da daha ziyade kentleri canlandırmayı ve turizmi geliştirmeyi amaçlar. Müzelere, tiyatrolara ve yaratıcı endüstrilere yapılan yatırımlar, büyük ölçüde daha fazla iş, daha fazla kâr, kentsel yenileme gibi hedeflerden kaynaklanır.[16] Harvey’in belittiği gibi, kentlere, öncelikle iş dünyasının ve varlıklı turistlerin ihtiyaçlarını karşılayacak birer “karnaval maskesi” giydirilerek, çeperlere kaymış olan sosyal çöküntünün ve gerçek kültürün üstü örtülür.[17]

 

Avrupa kentlerinde kültür ve sanat içerikli politikalar

Binns, kentlere egemen olan iki temel kültür politikasından bahseder[18]:

1. Kültürel üretim politikası: Kültür endüstrileri ya da yaratıcı endüstriler: reklamcılık, mimarlık, sanat ve antika piyasası, el sanatları, tasarım, moda, film, yazılım, müzik, performans sanatları, yayıncılık, TV, radyo.

2. Kültürel tüketim politikası: Tarihi ve kültürel değerlerin canlandırılması, yeni kültürel sembollerin pazarlanması (Bilbao-Guggenheim), destekleyici organizasyonlar (kültür başkenti, sanat bienalleri, olimpiyatlar vb.).

 

Avrupa Birliğine girmek amacıyla yıllardır uyum politikaları izlemekte olan Türkiye’de üretilen kültür-sanat politikalarını anlamak için, Avrupa kentlerinin dönüşümünü, AB’nin bölgeselleşme ve kültür politikalarını da değerlendirmek gerekir.

Avrupa kentleri sanayisizleşme sürecini en derinden yaşayan kentler olmuşlardır. Sanayisizleşme sürecinde bu kentlerdeki çalışan profili değişmiş, çalışma alanı olarak fabrikaların yerini ofisler almıştır. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, turistleri ve işgücünü çekme yarışı, bu kentlerin tarih ve kültürlerinin yeniden sunumunu gündeme getirir.[19] Koruma ve restorasyon faaliyetleri önemli artış gösterir. Turizme yönelik AB fonları da bu eğilimi destekler. Bu çabalar karşılıklarını da bulur; 1990’larda Avrupa’ya gelen turist sayısında bir önceki on yıla göre %41 artış gerçekleşir.[20]

Artık Avrupa pazarlanmakta,  bir ‘tarih ve kültür göstereni’ haline gelmektedir. Avrupa kentleri, ‘Avrupalı kent’ olma konusunda bir rekabet içerisine girer. Yerel kimlik paketlerine sahip, kent-devletlerden oluşmuş bir Avrupa meydana gelir. Kültür-sanat festivalleri, sanatsal semtler, açık hava kafeleri ve restoranları, eski yapıların ve sokakların korunması, nehir ve kanal kıyılarının düzenlenmesi, Avrupa kentlerinin önceliği haline gelir.[21] Turizm çeşitliliği artar: tarih, kültür, sanat, kent, kır, ekoloji, vb.[22] Giderek daha ‘Avrupalı’ hale gelen kasaba ve kentlerde, değişik ‘yer’lerin ayırt edici göstergeler taşıması gerekir. Dolayısıyla, bir alana has kültür mirasının korunması çok önemli olur. Ancak “en dezavantajlı yerlerde bile, yerler arasındaki yarışta rekabetçi avantaj kazanmak üzere miras ya da mirasın simulacrumu harekete geçirilebilir”.[23]

1985’ten beri devam eden her yıl farklı bir Avrupa Kültür Başkenti belirlenmesi, Avrupa kültürünün yayılmasını ve benimsenmesini amaçlayan önemli bir kültürel organizasyon ve yönetişim modelidir. 1985’ten bugüne kadar 46 kent Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiştir.[24] Bu sayede önemli miktarda kaynak bu kentlere akar; bu kentlerdeki çeşitli kültürel ve sanatsal organizasyonlar ile kentsel projeler teşvik görür. Resmi internet sitesinde Avrupa Kültür Başkenti sisteminin amaçları aşağıdaki gibi açıklanmaktadır[25]:

-  Avrupa kültürlerinin zenginliğini ve çeşitliliğini vurgulamak,

-  Avrupalıları bir arada tutan kültürel bağları kutlamak,

-  Farklı Avrupa ülkelerinden gelen insanları birbirlerinin kültürü ile buluşturarak, karşılıklı anlayışı desteklemek,

-  Avrupa vatandaşlığı hissini geliştirmek.

 

                                                                                ●

Sanat, teşvik edilen bu kültürel alışveriş ortamlarında genellikle sanata ilişkin bir bilgi alanı dâhilinde değerlendirilmez. Daha ziyade ekonomiye, kentsel yenilemeye ve sosyal çekim gücüne olan katkısına göre değerlendirilir.[26] Burada sanat, şirketlerin himayesinde, devletin güdümünde, “neoliberal değerlerin propagandacısı”[27], lüks, servet, magazin, moda ve show-biz’dir. Stallabrass’ın dediği gibi, “şömine’nin üstünde asılı olan bir Picasso, bir tütün patronu için ne işe yarıyorsa, sanat da küresel piyasada bir yer kapabilmek için girdiği kaba saba itiş kakış içindeki bir kent için aynı işlevi görür”.[28]

 

Neoliberalizm çağında İstanbul

İstanbul özellikle son on yıldır hızlı bir yeniden yapılanma sürecinin içindedir. Sanayisizleşme ile birlikte İstanbul’da da işgücü dönüşmüş ve gayrimenkul sektörü önemli ölçüde büyümüştür. Kentteki yapıların %70’e yakınının kaçak gelişmiş olması ve artık açıkça bilinen deprem tehlikesi, kentsel dönüşüm projelerine zemin hazırlayan önemli faktörler arasındadır. Ardı ardına önerilen ve uygulanan projeler ile -yeni yerleşmeler, gökdelenler, köprüler, tüneller, kanallar, restorasyon ve yenileme projeleri- İstanbul hummalı bir çalışmanın odağıdır.

Bu bağlamda, yazının bu bölümünde; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) planlama politikaları ve yaklaşımları ile, İstanbul’daki mevcut kültürel ve sanatsal altyapının mekânsal dağılımı ve kente etkileri üzerinde durulacaktır. Ayrıca, kentin yeniden yapılanmasında, sermayenin kültür ve sanatı araçsallaştırılma biçimleri ve İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi gibi konular ele alınacaktır.

 

Belediyelerin yaklaşımları ve çalışmaları

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 90’lı yıllardan itibaren metropolün küresel piyasalara eklemlenme süreçlerini kolaylaştırmayı ve merkezi yönetimin kültürel politikalarının altyapısını oluşturmayı amaçlayan bir dizi çalışma yürütmektedir. Bu çalışmaların bir kısmını kentsel planlama girişimleri, bir kısmını da çeşitli yatırım ve organizasyonlar oluşturur.

 

●IMP

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı fakat kısmen özerk bir yapı olarak kurulmuş olan İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (IMP), İstanbul’un planlama çalışmalarının en önemli organı sayılır. 2009 yılında onaylanan ve kesinleşen İstanbul Çevre Düzeni Planı’na ilişkin çalışmalar, 2005 yılından itibaren bu merkez tarafından yürütülmüştür. Planlama çalışmaları geniş akademik katılım ile yapılmış; planlama uygulamalarında kamu-özel işbirliklerini teşvik eden bir de platform oluşturulmuştur. İstanbul Planı'nın en temel amacı, kültür ve turizm alanında gelişim sağlanmasıdır. Plan vizyonu şöyle belirlenmiştir: “Çevresel, toplumsal ve ekonomik sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda özgün kültürel ve doğal kimliğini koruyarak gelişen, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip bilgi toplumuna dönüşen yaşam kalitesi yüksek bir İstanbul (1stanbul).”[29]

Turizm kapasitesinin arttırılması, kültür-sanat altyapısının geliştirilmesi, sanayinin desantrilizasyonu[30] ve boşalan sanayi alanlarının dönüşümü, işgücünün dönüşümü ve buna paralel olarak özellikle kültür endüstrisi sektörünün geliştirilmesi; bu planın ana hedeflerindendir.[31] Yazılım, film, moda sektörlerinin yanı sıra, özellikle turizme, kültüre ve sanata yönelik altyapının ve istihdamın geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Genel literatürde, yukarıda bahsi geçen sektörler “yaratıcı endüstriler” olarak adlandırılır. Kültür endüstrileri de yaratıcı endüstrilerin bir kolu olarak kabul edilir. Ancak İstanbul planlama çalışmalarında, yönetimden gelen bir talimat gereğince tüm ilgili raporlar taranmış; içinde “yaratma” geçen cümlelerin tamamı değiştirilmiş; bu sözcük raporlardan kaldırılmıştır. Bu talimat, Belediyelerin kültür yaklaşımlarını anlamak açısından önemli bir ipucu verir. [32]

 

İstanbul Kültür Üçgeni, Kültür Endüstrileri Odakları[33] 
(Mavi: Yazılım sektörü; Pembe: Film Endüstrileri; Yeşil: Moda tasarımı; Sarı: Festivaller; Turuncu: Tarihi ve kültürel alanlar.)

                                                                                ●

2005’te İMP’de hazırlanmış olan aşağıdaki harita, İstanbul’un mevcut kültür ve sanat altyapısının mekânsal dağılımını göstermektedir.[34]  Bu haritada görülebildiği üzere, turistik tesisler gibi, kültür ve sanat altyapıları da daha ziyade tarihi yarımadada ve Beyoğlu bölgesinde yoğunlaşmakta; çeperlere doğru gidildikçe kültür ve sanat alanları seyrelmektedir.[35]

 

İMP, İstanbul Çevre Düzeni Planı çalışmaları, 2005

İBB, kent çeperlerinde yaşayanların tiyatrolara, sergilere, konserlere ve çeşitli kültürel organizasyonlara erişimlerini kolaylaştırmak amacıyla, 2000 yılından itibaren pek çok kültür merkezinin açılışını gerçekleştirmiştir.  Bu merkezler şunlardır[36]:

Altunizade Kültür Merkezi

Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi (2004)

Başakşehir Kültür Merkezi (2007)

Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi (2009)

Güngören Kültür Merkezi (2009)

Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi (2005)

Sultanbeyli Kültür Merkezi (2010)

Tuzla İdris Güllüce Kültür Merkezi (2005)

Ümraniye Atakent Kültür Merkezi (2007)

Yeşilpınar Kültür Merkezi (2001)

 

Planlama çalışmaları kapsamında yapılan bazı analizlerde, İstanbul’un kültür-sanat altyapıları, Avrupa’nın önemli turist çekim alanlarındaki altyapılar ile kıyaslanmıştır. Buna göre İstanbul’daki kültür-sanat altyapısının oldukça gelişkin olduğu, turist adedinin ise buna oranla az olduğu tespit edilmiş; planlama çalışmalarında yabancı ziyaretçi sayısını arttırılması hedeflenmiştir.[37]

Barselona, İstanbul, Paris ve Londra’nın Kültür-Sanat Olanakları Açısından Karşılaştırılması[38]

Nitekim, İstanbul’a giriş yapan ve Türk vatandaşı olmayan ziyaretçi sayısında 2005 yılından bu yana ciddi miktarda artış olmuştur[39]:

 

Son on yıl içinde İstanbul’a gelen Türk vatandaşı olmayan ziyaretçi sayıları eğrisi[40]

 

Kültür A.Ş.

1989 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bünyesinde Kültür A.Ş. adlı bir anonim şirket kurulmuştur.[41] Bu şirket, mülkiyeti İBB’ ye ait olan kültür merkezlerinin bir kısmının işletmeciliğini yapmaktan, kültürel etkinlikler düzenlemekten ve İstanbul’un tanıtımına yönelik yayınların hazırlanılmasından sorumludur. 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi adlı dergi bu şirket tarafından yayınlanmaktadır. İBB Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Bayhan, derginin 1. yılına ilişkin olarak yazdığı sunuş yazısında bu derginin çıkış amacını şöyle tanımlamıştır:

1453 Dergisi, her sayısında bir perdeyi kaldırarak, İstanbul ile sahih yüzleşmeler için yola çıktı… İstanbul isimli “giz”in sırrını aşinasına ifşa etmekti muradımız… Bu yolda 1. yılımızı geride bıraktık… Yol aldıkça yolun uzayacağını; anladıkça “sır”ların artacağını; gözümüze göründükçe kaybolacağını biliyorduk… Bizimkisi, önceden bildiğimiz bir yolculukta, cismimizle değilse de yüreğimizle adım atacağımız ve bilgiden daha çok sezginin kapılarını aralayacağımız bir yolculuktu… İstanbul ister ise bizi ağırlayacak istemez ise bir yetimhanede gaip edecekti!…[42]

Daha çok Osmanlı kültürü üzerinde duran bu derginin bazı sayılarının konuları şunlardır: İstanbul’un Fethi (4. Sayı), Hürrem Sultan’ın Mektupları (3. Sayı), Mehmet Akif Ersoy (10.sayı), Şerbet (9. Sayı).

 

Kentsel dönüşüm dinamikleri

 

● Galata, Cihangir, Tarlabaşı

İstanbul’un kültür-sanat haritaları incelendiğinde, kültür ve sanat altyapılarının daha çok kentin tarihi merkezlerinde yoğunlaştığı kolayca fark edilebilir. Akbank Sanat’ın internet sitesinde yer alan ve çeşitli kültür-sanat kurumlarının ve sanat galerilerinin konumlarının tespit edilmiş olduğu sanat haritasında da görülebileceği üzere, bu altyapılar ağırlıklı olarak Beyoğlu, Cihangir ve Galata bölgesi ile Teşvikiye, Nişantaşı bölgesinde yer almaktadırlar.

 

 

Akbank Sanat Haritası- Beyoğlu ve Şişli[43] (Sarı noktalar: müzeler; Turuncu noktalar: sanat galerileri; Yeşil noktalar: sanat kurumlarıdır.)

İstanbul’daki çağdaş sanat galerilerinin sayısında son yıllarda önemli bir artış gerçekleşmiş; yeni açılan galeriler de daha çok yukarıda adı geçen bölgelerde konumlanmıştır. Ne var ki, bir bölgede kültür ve sanat altyapılarının yoğunlaşması bölgeyi turizm, eğlence ve gayrimenkul sektörlerinin de hedefi haline getirmektedir.

Galata ve Cihangir’de yaşanan soylulaştırma süreçleri, bu bölgelerdeki sanat işletmelerinin gelişimi ile paralellik göstermektedir. Önceleri ağırlıklı olarak düşük gelir sahibi, göçmen ailelerin ikamet etmekte olduğu bu mahallelerdeki dönüşüm süreçleri, önce sanatçıların, genç profesyonellerin ve bir takım çağdaş sanat galerilerinin bu bölgelere yerleşmeleri ile başlamıştır. Bugün ise bu bölgeler büyük kurumların ilgi odağı haline gelmiştir. Türkiye'nin en büyük holdingleri bu bölgelere giderek daha fazla ilgi göstererek ciddi gayrimenkul yatırımları yapmakta; belediye de bu bölgelerdeki yenileme projelerini teşvik etmektedir.

Neoliberal soylulaştırma süreçlerinin bir özelliği de süratle dönüştürülen bölgelerden çevreye doğru yayılmalarıdır. Cihangir yakınlarındaki Tarlabaşı bölgesinin dönüştürülmesi projesi, böyle bir yayılma eğiliminin sonucudur.

 

Tarihi yarımada

İstanbul’un tarihi yarımadası da son yıllarda çok sayıda projeye konu olmakta; hızlı bir dönüşüm sürecinin içinde bulunmaktadır. 2004 yılında, hâlihazırda ağırlıklı olarak turizm odaklı işlevlerle yüklenmiş ve bir turist bölgesine dönüşmüş olan tarihi yarımadaya ilişkin çalışmalar yapmak üzere İMP bünyesinde Müze-Kent adlı bir çalışma grubu örgütlenmiştir. 2006 yılı itibariyle ise bu grup tarafından üretilen Müze-Kent projesi hayata geçirilmeye başlamıştır. Projenin öncelikli amacı, sur içindeki son dönem yapılarının yıkılması ve yerlerine “Osmanlı mimarisine uygun” yapılar inşa edilmesidir.[44] Önemli devlet kaynakları ayrılan bu proje ile ilgili çalışmalar sürerken, sur içinde yer alan ve Sulukule olarak bilinen Roman yerleşmelerinin de (Neslişah ve Hatice Sultan mahalleleri) yenilenmeye tabi olacağı açıklanır. Bu bölge için önerilen proje, mevcut dokunun tamamen temizlenmesini; yerine “klasik Osmanlı-Türk mimarisine uygun” konutlar inşa edilmesini öngörmektedir. Toplumun çeşitli kesimlerinin yükselttiği tepkilere rağmen, 2009 yılında Sulukule yıkımları gerçekleşir. Bölgede yaşayan Romanları iskân etmek için bulunan çözüm ise, onları şehir dışında inşa edilen bir toplu konut alanına sürmektir. Romanlar mağdur edilir. Etnik kimliklere verilen önem ne kadar vurgulansa da, Romanların bu kadar değerli kent topraklarında yaşamaları kabul edilememektedir.

 

Kültür ve sanat organizasyonları

 

Festivaller

2004 verilerine göre İstanbul’da her yıl 150’nin üzerinde festival gerçekleşmektedir: film, müzik, tiyatro, dans, üniversite, çocuk ve kültür-sanat festivalleri, tematik şenlikler ve ramazan şenlikleri.[45] 2005 yılında, en az üç yıldır gerçekleşmekte olan 77 festival üzerine bir araştırma yürütülmüştür. Buna göre bu 77 festivalin %48’i üç-dört yıllık genç festivallerdir. Beş ile dokuz yıl arasında devam etmekte olan festivallerin oranı %25; on yıldan uzun süredir tekrarlanmakta olan festivallerin oranı ise %27’dir.[46]

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği festivallerin en önemli gelir kaynağı sponsorluktur. İstanbul’daki festivallerin bütçelerinin ortalama olarak yarısını sponsorluk gelirleri oluşturmaktadır. Avrupa festivallerinde ise bu oran %11 ile %28 arasında değişmektedir. Avrupa’daki festivallerin ortalama %30’u kamu desteği almaktadır. İstanbul’daki festivallere yapılan kamu desteğinin payı ise %3’lerdedir.


İKSV İstanbul Festivallerinin Bütçelerindeki Ana Gelir Kalemleri[47]

●İstanbul: 2010 Avrupa Kültür Başkenti

İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiştir. 288,7 milyon Euro’luk bir bütçeye sahip olan bu program kapsamında 2010 yılı boyunca kentte çeşitli kültürel aktiviteler, festivaller, konserler, yenileme projeleri gerçekleşmiştir.

Bütçenin önemli bir kısmı kentsel projelere ayrılmıştır. Yıl boyunca hayata geçecek projelerle İstanbul’un imajının ve ‘markası’nın güçlendirilmesi ve İstanbul halkının daha büyük bir kesiminin kültürel etkinliklere katılması hedeflenmiştir. Ernst&Young Türkiye[48] tarafından İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği süreci üzerine hazırlanan değerlendirme raporunda, kısmen de olsa bu amaçlara ulaşıldığı ileri sürülür. Rapora göre bu program, kültür ve sanat organizasyonlarında belirgin bir artış sağlayabilmiştir. Öte yandan -bazı küçük Avrupa Kültür Başkentleri’nde olduğu gibi- kalıcı bir yeniden yapılanma sağlanamamıştır.[49]

 

Bir gayrimenkul pazarlama aracı olarak sanat

Sanat artık, kentlerin pazarlanmasında olduğu gibi, gayrimenkul projelerinin pazarlanmasında da etkin bir araçtır. İstanbul’da son dönemde tasarlanmış ve/ veya uygulanmış olan gayrimenkul projelerin pek çoğu pazarlama stratejilerinde çağdaş sanata yer vermektedir.

 

●Göktürk Country Life[50]

Keleşoğlu ve Metal Yapı ortaklığı ile Göktürk’te gerçekleştirilen Göktürk Country Life adlı konut kompleksinde, Pg ArtSpace adlı bir sanat galerisi yer almaktadır. Proje inşaatının devam ettiği 15 ay süresince bu mekânda bir dizi sergi gerçekleşmiştir.[51] Pg Art Space, Tophane’deki Pg Art Gallery’nin bir şubesi gibi çalışmaktadır. Pg Art Space, daha önce Pg Art Gallery’de de sergi açmış olan Mithat Şen’in İsimsiz Deriler adlı sergisi ile açılmıştır. Göktürk Country Life yetkililerinin projeye ilişkin demeçlerindeki vurgu sanatın ve yaşamın iç içeliği üzerindedir: “Sanatla–yaşamın iç içe olduğu bir dünyanın kapılarını aralıyoruz.”[52]

Bir emlak sitesinde yer alan projeye ilişkin bazı haberlerin başlıkları ise sanat ve paranın iç içe geçtiğini görürüz: “Country Life Göktürk 4. Sergiye imza atıyor! 200 bin $’a daire!” [53]“Sanatsever proje Country Life'ta 145 bin dolara daire!”[54]

 

●Dumankaya Modern[55]

Dumankaya İnşaat Yönetim Kurulu Üyelerinden Uğur Dumankaya, Dumankaya Modern projesinin tanıtım toplantısında projeyi şöyle tarif etmiştir: “sanat ile yaşamı bir araya getirirken yatırımcısına da kazandıracak özgün bir proje”.[56] Projenin “yaratıcı ekibi”: “Proje Mimarı Bünyamin Derman, Heykeltıraş Mehmet Aksoy, İç Mimar Atilla Kuzu, Peyzaj Mimarı Başak Taş ve Işık Tasarımcısı Nergis Arifoğlu” olarak takdim edilmiştir. Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un, Dumankaya Modern projesi için tasarladığı bir heykel, Uğur Dumankaya’ya göre projeye “farklı bir kimlik” katmıştır.[57] Onun gözünde bu proje, “sanatın tüm boyutlarını gündelik yaşama kazandırmaktadır”.[58] Emlak sayfalarında Dumankaya, “inşaatı sanat ile birleştiren ve gündelik hayata katan ilk firma” olarak nitelenir.[59] Herhalde bu nedenle, projenin işlev programında, bir sanat atölyesinin yanı sıra, bir de “sanat kafe” bulunmaktadır.

 

●Rixos Residences Bomonty[60]

Bomonti’de yer alan Rixos Residences Bomonty adlı yapının açılışı, İstanbul sosyetesinin katılımıyla gerçekleşen büyük bir sergi organizasyonuyla birlikte yapılmıştır. Rixos Residences Bomonty’de yer alan bu karma sergide Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu’nun eserleri sergilenmiştir.[61] Bir emlak sitesi bu sergiyi şöyle duyurmuştur: “Mimari yapısıyla sanatsal ve özgün bir duruş sergileyen Rixos Residences Bomonty, tıpkı kendisi gibi özgün iki sanatçının eserleri ve seçkin konuklarının katılımıyla; resim ve mimarlık sanatını buluşturuyor.”[62]

 

●Zorlu Center[63]

Zincirlikuyu’da, Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü arsasında inşaatı sürmekte olan Zorlu Center’da alışveriş merkezi, otel, ofis ve rezidanstan başka, bir de kültür merkezi yer alması planlanmaktadır. “Performans sanatları merkezi” adı verilen bu merkezle ilgili broşürdeki açıklama şöyledir: “İstanbul, en büyük eksiklerinden birine; dünyaca ünlü müzikallerin, usta müzisyenlerin, görkemli tiyatro yapıtlarının yanı sıra dans gösterileri, resim sergileri ve müzayedeler gibi birçok sanatsal faaliyetin yapılabileceği bir merkeze kavuşuyor. İnanıyoruz ki Performans Sanatları Merkezi’miz aynı zamanda sosyal sorumluluk anlayışımızın da en büyük göstergelerinden biri olacak.”[64]

 

●Varyap Meridian

Contemporary Istanbul sanat fuarının sponsorluğunu da yapmış olan Varyap İnşaat, Varyap Meridian projesi için 1,5 milyon dolarlık bir sanat bütçesi ayrıldığı açıklamıştır. Sabah Gazetesi bu haberi şöyle duyurur:“Türkiye'nin ilk yeşil konut projesi Varyap Meridian, çağdaş sanat piyasası için de devrim olacak. Projenin ortak alanları için 1.5 milyon dolarlık resim ve heykel alınacak. Varyap CEO'su Varlıbaş artık her projelerine sanat bütçesi koyacaklarını söylüyor.”[65]

Aynı haberde yer verilen röportajına göre Erdinç Varlıbaş, bu projelerde yer alacak olan heykellerin çağdaş Türk sanatçılarına ait eserler olacağının altını çizer. Varlıbaş, Varyap İnşaat olarak Contemporary Istanbul sanat fuarına olan ilgilerini de şöyle açıklamaktadır: “Contemporary Istanbul bizce çok önemli ve güçlenmesi lazım. Her geçen yıl hem galeri hem de ziyaretçi açısından artan bir katılım var. Bu İstanbul’un markalaşması açısından çok önemli. Çağdaş sanat, artık dünyada öne çıkan şehirlerdeki önemli yapılar gibi bir olgu haline geldi. Neden Contemporary Istanbul, Art Basel gibi olmasın?”[66]

 

●Alışveriş Merkezleri

Artık alışveriş merkezlerinin de ‘ziyaretçilerini sanatla buluşturması’ beklenmektedir. Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı (EKAV) tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunulan ve kabul gören bir proje doğrultusunda, alışveriş merkezlerine sanat galerisi kurma zorunluluğu getiren bir yasa tasarısı taslağı hazırlanmış ve 2010 yılında meclise gönderilmiştir. Bahsi geçen: Alışveriş Merkezleri, Büyük Mağazalar Yasa Tasarısı Taslağı  uyarınca, satış alanı 2500-5000 metrekare arasında olan AVM’lerin 100, 5001-10000 metrekare arasında olanların 150, 10000 metrekareden büyük olanların ise 200 metrekarelik alanlarını “Sanat Galerisi ve Atölyesi” olarak ayırması şart olacaktır.[67]

                                                                                ● 

İstanbul’un küresel yarıştaki temel mücadele stratejilerinden biri olan kültür-sanat gelişmesinin coğrafi dağılımını kabaca özetlemek gerekirse, merkezden çepere doğru sıçrayarak genişleyen bir yapıdan bahsedilebilir.

İstanbul’un coğrafi merkezinde yer alan Tarihi Yarımada, Beyoğlu, Nişantaşı ve Boğaz ekseninde büyük sermayenin de desteğini alan kentsel yenileme ve genelleşmiş soylulaştırma süreçlerinin sanat, tasarım, turizm ve eğlence sektörleri çerçevesinde geliştiği görülmektedir. Bu bölgelerde yer alan pek çok kentsel alan, ‘Osmanlı Kültürü’, ‘Çağdaş Sanat’, ‘Moda’nın Yeni Merkezi’ vb. gibi tematik düzenekler içinde birer müze-galeri-alışveriş kompleksi haline gelmektedir.

Öte yandan merkez, kuzeyde Şişli-Maslak, doğuda Kozyatağı-Ataşehir, batıda Zeytinburnu doğrultularındaki gelişme akslarında yer alan yüksek katlı plaza, otel ve rezidans projeleri ile yayılmakta ve genişlemektedir. Tarihi merkezde gördüğümüz kültür-sanat yaklaşımlarının farklı versiyonları, bu gelişmeye de entegre edilmektedir. Sanat galerileri ve kültür komplekslerinin yerleştirildiği projeler ile hem merkezde oluşan değerin çeperlere doğru taşınması desteklenmekte; hem de yeni oluşan hizmet sektörü çalışanları için çekici istihdam ve yaşam alanları oluşturulmaktadır.

Metropolün güçlü otoyol bağlantılarına yakın bölgelerde yer seçen AVMlerde, kapılı topluluklarda ve ofis-rezidans komplekslerinde sanat galerilerinin ve kültürel tesislerin yer alması, giderek zorunlu hale getirilen bir kentleşme politikasına işaret etmektedir. Yeni inşa edilen mahalleler için ‘çağdaş sanat’ odaklı bir aidiyet alanı oluşturulmakta ve bu yeni kimlik, bir reklam stratejisi olarak öne çıkmaktadır.

Kamunun yapmakla yükümlü olduğu düşünülen sosyal tesisler, artık birer ‘sosyal sorumluluk projesi’ olarak özel sermaye tarafından üretilmektedir. Kamunun üzerinden bir yük daha kalkmıştır. Ancak sermayenin gücünün yetmediği metropol çeperlerinde, düşük gelir gruplarının yaşadığı yerleşmelerde kültür-sanat tesislerini yapmak halen kamunun görevidir. 2000li yıllarda yapılan, birbirinin az çok kopyası (Osmanlı-Selçuklu mimari öğeleri ile modern yapı teknolojilerinin birleşimi) olan kültür merkezleri; el sanatları, kermes, söyleşi, konser vb. kültürel etkinliklerin çeperlere ulaştırılmasına ve çeperlerde örgütlenmesine yönelik önemli altyapılar olarak görülebilir.

Kültür-sanat tesisi altyapılarındaki artış ile birlikte İstanbul’un ‘cool’ bir marka olarak öne çıktığı, uluslararası etkinlikler için yeni bir odak olarak giderek popülerleştiği ve yükselen bir ‘turizm destinasyonu’ olduğu, şehre girip çıkan insan ve gerçekleşen kültürel etkinlik sayısındaki artıştan açıkça anlaşılmaktadır. Artık kentin merkez ve gelişme alanlarında dolaştığınızda, giderek daha da fazla gerçekliğini yitiren, 3 boyutlu bir karnaval simülasyonu içinde olduğunuzu hissetmeniz olasıdır. Metropol yaşamı; moda festivalleri, kente yayılmış sanat festivalleri ve bienallere ek olarak, gökdelen ve inşaat turları, AVM sanat gezileri, şerbet ve fetih şenlikleri gibi etkinliklerle giderek daha da şenleneceğe benzemektedir.

Bütün bu karnavalesk kent gelişiminin gizlediği ve körüklediği sosyal kutuplaşma ve çatışma alanları ise bu yazının konusu değildi.  Metropolitan alan içinde bir yerden bir yere sürekli hareket halinde olan toplumsal gruplar (gelenler, kalanlar ve gidenler) arasında yaşanan toplumsal çatışmaların herhangi bir toplumsal harekete ön ayak olup olmayacağı büyük bir soru işaretidir. Ancak bu kentsel kültürel coğrafya içinde ortaya çıkan çatışmaların ve hareketliliğin, toplumsal olan her şeyi içine katan serbest kapitalist ekonomik sistem içinde ne tür çıkar alanları ve fırsatlar oluşturacağını kestirmek de zor değildir.

                                                                             



[1] Chicago Okulu, 1920’li ve 30’lu yıllarda Chicago Üniversitesi bünyesinde faaliyet göstermiş ve sosyoloji alanında önemli çalışmalar vermiş bir okuldur. Chicago kentini bir sosyal laboratuar olarak kullanan bu okulda yeni bir sosyoloji kuramı ve araştırma metodolojisi geliştirilmiştir. 20. yüzyıl kent sosyolojisi çalışmaları, Chicago Okulu’ndan önemli ölçüde etkilemiştir.

[2] David Harvey, A Brief History of Neoliberalism (New York: Oxford University Press, 2005).

[3] A.g.e., s.2.

[4] A.g.e.

[5] Neil Brenner ve Nick Theodore, “Cities and Geographies of Actually Existing Neoliberalism”, Brenner, N. and Theodore, N. (der.) Spaces of Neoliberalism: Urban Restructuring in North America and Western Europa (Malden, MA: Blackwell Publishing, 2002).

[6] A.g.e.

[7] Neil Smith, “New Globalism, New Urbanism: Gentrification as Global Urban Strategy”, Antipode, cilt 43, sayı 3 (2002) s.437-443.

[8] Patricia Wittberg, “Perspectives on Gentrification: Comperative Review of the Literature”, Research in Urban Sociology, cilt 2 (Londra: Jai Press Inc., 1992) s. 18-22.

[9] Nil C. Uzun, “Gentrification in İstanbul: A diagnostic study”, Netherlands Geographical Studies (Utrecht, 2001) s. 48.

[10] Neil Smith, “New Globalism, New Urbanism: Gentrification as Global Urban Strategy”, Antipode, cilt 43, sayı 3 (2002) s.437-443.

[11] A.g.e.

[12] Luke Binns, “Capitalising On Culture: An Evaluation of Culture-led Urban Regeneratıon Policy”, The Futures Academy (Faculty of the Built Environment, DIT, Ireland, 2004).

[13] John Urry, Mekânları Tüketmek (Ayrıntı Yayınları, 1995).

[14] A.g.e.

[15] A.g.e.

[16] Luke Binns, “Capitalising On Culture: An Evaluation of Culture-led Urban Regeneratıon Policy”, The Futures Academy (Faculty of the Built Environment, DIT, Ireland, 2004).

[17] A.g.e.

[18] A.g.e.

[19] John Urry, Mekânları Tüketmek (Ayrıntı Yayınları, 1995).

[20] Munira Mirza, “For Art’s Sake”, Mirza, M. (der) Introduction to Culture Vultures: Is UK Arts Policy Damaging the Arts, Policy Exchange, http://www.guardian.co.uk/artanddesign/2006/feb/10/artspolicy.culture#history-link-box

[21] A.g.e.

[22] A.g.e.

[23] A.g.e.

[26] A.g.e.

[27] Julian Stallabrass, Sanat A.Ş.: Çağdaş Sanat ve Bienaller (İletişim/sanathayat dizisi, 2004).

[28] A.g.e.

[29] İBB, Çevre Düzeni Planı Raporu, 2009.

[30] Desantrilizasyon: Sanayinin metropolitan alan dışına, çevre bölgelere ve Anadolu’ya yönlendirilmesi.

[31] İBB, Çevre Düzeni Planı Raporu, 2009.

[32] Bu bilgi, İMP çalışanları ile yapılan görüşmeler sırasında edinilmiştir. İslam dininde yaratmak Allah’a mahsus kabul edilir. Bu sözcüğü insani üretimler bağlamında kullanmanın Allah’a şirk koşmak (kendini onunla eşdeğer görmek) anlamına geleceğinin düşünüldüğü, raporlardan bundan dolayı kaldırıldığı tahmin edilmektedir.

[33] İMP, 2005

[34] İMP, İstanbul Çevre Düzeni Planı çalışmaları, 2005

[35] Sanat galerileri bu araştırmaya dahil değildir.

[37] İMP, İstanbul Çevre Düzeni Planı çalışmaları, 2005

[38] A.g.e.

[39] 2010 yılındaki düşüşün sebebi olarak ise havayolu şirketlerinin Türkiye’nin diğer şehirlerine uluslararası seferler koymuş olması kabul edilmektedir.

[40] İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Turizm İstatistikleri (Ocak- Aralık 2010), http://www.istanbulkulturturizm.gov.tr/belge/1-92985/istanbul-turizm-istatistikleri---2010.html

[44] Doğan Kuban, “İstanbul Müze-Kent Projesi Üzerine: İstanbul 1600 yıllık  bir müzedir…”, Yapı dergisi (Kasım 2005) s. 288.

[45] İMP, İstanbul Çevre Düzeni Planı çalışmaları, 2005

[46] A.g.e., s.226

[47] A.g.e., s.227

[48] Ernst&Young uluslararası bir denetim ve danışmanlık hizmetleri firmasıdır. Genel merkezi Londra’da yer alan firma 140’ı aşkın ülkede faaliyet göstermektedir.

[49] İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti, Etki Değerlendirme Raporu, Mayıs 2011, Ernst&Young.

[52]http://www.emlaktasondakika.com/haber/Konut_Projeleri/Sanatsever_proje_Country_Lifeta_145_bin_dolara_daire/1582.aspx

[57] A.g.e.

[58] A.g.e.

[63] İmajlar: http://www.zorlucenter.com.tr/assets/pdf/ZC_brosur.pdf 

[64] A.g.e.

[66] A.g.e.

skopdergi 1