Yeni Ruh ve Şairler (1918)

Guillaume Apollinaire, 1880-1918

 

Tüm dünyada şiire egemen olacak yeni ruh (l’esprit nouveau), hiçbir yerde olmadığı gibi Fransa’da ortaya çıktı. Fransızların kendilerine dayattıkları güçlü entelektüel disiplin, onlara ve ruh akrabalarına, yalnızca antikitenin anılarına saplanıp kalmadan ve romantik güzelliğin bir sureti olmakla yetinmeden, hayata, sanata ve edebiyata dair bir kavrayış sağlar.

[...]

Yeni ruhun ölçüyü kaçıran evlatları, İtalyan ve Rus fütüristlerin aşırılıklarından türeyen ‘özgür sözcükler’e Fransa’da pek yer yoktur çünkü Fransa nizamsızlıktan nefret eder. Temel ilkeleri derhal sorgular sorgulamasına ama kargaşa karşısında korkuya kapılır.

*

 

Sakın bu yeni ruhun karmaşık, gevşek, yapmacık ve değişmez olduğunu zannetmeyin. Herhangi bir amaç eğer yüksekten uçuyorsa, doğanın düzeni gereği, şair onu bir kenara bırakır. Artık içimizde Wagneryenlik kalmadı. Genç yazarlar, Almanya’ya ve Wagner’e özgü azametli romantizmin efsunlu kıyafetlerini üstlerinden çıkaralı çok oldu; tıpkı ilk başta Jean-Jacques Rousseau ile ilişkilendirdiğimiz rustik parıltıları reddettikleri gibi.

Toplumsal gelişmelerin, ulusal bir edebiyattan bahsedemeyeceğimiz raddeye geleceğini pek sanmıyorum. Tam aksine, yeni özgürlükler doğrultusunda ne kadar yol alırsak alalım, sonuçta yalnızca kadim öğretiler güçlenir ve zahmette eskilerden hiç de geri kalmayan yeni öğretiler ortaya çıkar. Bu yüzden, her ne olursa olsun, eskisine kıyasla sanatın bir memlekete aidiyetinin giderek kuvvetlendiğini düşünüyorum. Kaldı ki şairler her zaman bir ortamı, bir ulusu ifade etmek zorundalar ve sanatçılar, tıpkı şairler ve filozoflar gibi, bütün insanlığa ait bir toplumsal varlık oluştursalar da, yine de bir ırkı, verili bir çevreyi ifade etmek durumundalar.

Sanatın ulusal olmaktan çıkması için önce bütün evrende aynı iklimin hüküm sürmesi, bütün evlerin aynı tarzda inşa edilmesi, herkesin eş aksanlarla aynı dili konuşması gerekir ki, bu hiçbir zaman olmayacak demektir. Edebi ifadelerin çeşitliliği, etnik ve ulusal farklılıklardan doğar ve bu çeşitlilik korunmalıdır.

Kozmopolit bir lirik ifadeden, ancak kendine özgü niteliği ya da yapısı olmayan, biçimsiz işler türer; bunların değeri, uluslararası parlamento retoriğinin ürettiği basmakalıp laflardan daha fazla değildir. En mükemmel kozmopolit sanat mecrası olan sinema bile etnik farklılıkları herkesin derhal fark edebileceği bir biçimde ifşa eder. Film meraklıları, bir Amerikan filmiyle bir İtalyan filmini hemen ayırt edebilir. Keza, her ne kadar yeni ruh, evrensel bir ruh taşıdığı iddiasında bulunsa ve faaliyetlerinde herhangi bir kısıtlamaya izin vermese de, Fransız ulusuna özgü lirik ifadeye saygı göstermekten geri kalmaz. Zaten klasik ruh, her şeyden önce, bu ulusun yüce ifadesidir.

Unutmamak gerek ki, bir ulusun entelektüel olarak zaptedilmeye imkân vermesi, silahlı istilaya uğramasından belki de daha tehlikelidir. Tam da bu yüzden yeni ruh, Fransız dehasının ortaya koyduğu müthiş klasik nitelikler olan düzeni ve görevi öne çıkarır; bunların yanına bir de özgürlüğü ekler. Yeni ruhun özelliği ve gücü, onda biraraya gelen bu özgürlükte ve bu düzende yatar.

 

Kaynak: Charles Harrison, Paul Wood (ed.), Art in Theory (Oxford: Blackwell Publishing, 2010) s. 228-230.

 

skopdergi 12