Bugünün Mimarlığı x Yarının Mimarlığı?

Mimarlık zamanla mekânı eklemlemenin, gerçekliği biçimlendirmenin, rüyalar yaratmanın en basit aracıdır... Yarının mimarisi zaman ve mekân kavramlarının bugünkü kavranışını değiştirmenin bir aracı olacaktır. O, hem bir bilgi hem de eylem aracı haline gelecektir…

Bu sözler, Ivan Chtcheglov’a ait. Kimi yazara göre son avangard hareket sayılan sitüasyonizmin önderlerinden biri olan Chtcheglov’un, 1953’te yayınlanan Sitüasyonist Manifesto’da yer alan “Formulary for a New Urbanism” bildirisinden bir alıntı. Etkileyici olan, yazarın, mekân konusunda söyledikleri. Bir turnusol kağıdı olabilecek önemde ve belirleyicilikte bir sav; mimari değerlendirme kriterlerinin belki de birincisi...

 

                                                 

                                                                   Ivan Chtcheglov, Hapis ya da Ölüm, 1950

 

1953’ten bu güne elli beş yıl geçmiş; yarım yüzyıldan fazla... Peki, sitüasyonistler mekân konusunda bu kadar ‘cesur’ ve yaratıcıyken mimarlar ve mimarlık söylemi bunca zaman içinde böylesi bir "ütopya" üretebilmiş mi? Ne yazık ki hayır! Neden? Çünkü mimarlık söylemi olsun, mimarlar olsun, genellikle uzun vadeli entelektüel zahmetlere katlanmazlar, sabredemezler. Dolayısıyla da vizyonları dardır. (Bu noktada Chtcheglov’un mimar olmadığını da söylemeden geçmek olmayacak sanırım.)

Varlığının nedeni olan bir konu (mekân) üzerinde kafa yormayı bir tarafa bırakıp ‘farklı olma’ kaygısıyla yol alan bir pratik düşünülebilir mi? Bunu mühendisler, doktorlar, yapabilir mi? Ama ne yazık ki, bugün mimarlığın geldiği noktada ana eğilim bu.

Modernizm, mekânın o zamana dek olan kavranışını değiştirmişti. Kapitalizm insanlık tarihinde yeni bir çağ açmış, insanların yaşama biçimlerini değiştirmişti; mimarlık da ona uygun yeni bir mekân anlayışı getirmişti. Yeni zamanın mekânı modern mekândı. Gereksiz süslerden, fazlalıklardan arınmış, yalın, insan ölçeğine yaklaştırılmış yeni bir mekândı modern mekân. Sistemin ihtiyacı seri üretim, bolca üretimdi ve mimarlık, ister istemez buna uymak zorunda kalmıştı.

Postmodernizm ise kapitalizmin gelişiminin daha ileri ve sıkıntılı bir aşamasını ifade ediyordu. Savaş sonrası krizlere gebe ekonomik yapıda çıkış yolu tüketimdi. Rasyonel, tutumlu, sosyal anlamda sorumlu olan modernizm de, dayanıklı mal üretmek de sıkıcıydı ve artık kâr getirmiyordu. Postmodernizmle birlikte üretimde ve tüketimde ‘kullan at’ modeli, modernizmin ve savaş döneminin tutumluluğunu rafa kaldırmıştı. Postmodernizm, ‘toplumun bir ferdi olan birey’den ‘kendi başına özgür birey’e geçişin tamamlanmasını ifade ediyordu; bu, ‘var olmanın dayanılmaz hafifliği’ydi artık.

Ancak postmodernizm, yeni, farklı bir mekân anlayışı getirmedi, modern mekânı ‘kitch’leştirdi sadece. Alacalı bulacalı renk seçimleri, üst üste binmiş tarihten çalıntı biçimleri, karşı-estetik seçimi ile ‘dayanılmaz hafif’ bir mimari, kaotik bir mekânsal tecrübe yaşattı insanlara. Derinliği, kalıcılığı olmayan ‘gelip geçici’ bir pratik. Postmodernizm, ‘toplumsal bir proje olarak modernizmin’ sonunu ilan etti ama onun mekân anlayışının dışına çıkamadı.

Günümüz mimari pratiği ise, cüretkâr biçimlerin mimarlığı; ancak farklı bir mekân anlayışı önermiyor. Çünkü aslında bu mimarlığın böyle bir derdi, iddiası yok. Onun yaptığı, abartılı biçimler yoluyla farklı bir mekân pratiği yarattığı ve yaşattığı yanılsaması oluşturmak. Gherkin, eninde sonunda bir ofis, Yahudi Müzesi bir müze, Gehry’nin konutu hepimizin bildiği bir konut. Hadid’in duvarları, kıvrımları ve insanın üstüne doğru gelen açılarına rağmen, bildiğimiz ‘duvar’ aslında. Yani ortada pek yeni birşey yok. (Hatta insanlar bunların içinde yaşaya yaşaya eskinin –modernizmin– kıymetini daha iyi bilecekler belki de).

Bu mimarlık anlayışının, Chtcheglov’un yaratıcı öngörüsüyle ilgisi yoktur, bu mimarlık mekânla zamanı eklemleyerek farklı mekân kavrayışları oluşturabilecek vizyona sahip değildir. Günümüz mimarlık pratiği bunun yerine modernizmin getirmiş olduğu mekânsal yapıları “eğip bükerek”, “yapı-bozum”a uğratarak “farklılaşmaya” çalışmaktadır.

 

                          

Rem Koolhaas’ın Dubai için tasarladığı, Yıldız Savaşları filmindeki savaş istasyonuna benzerliğinden ötürü “Ölüm Yıldızı” diye anılan, küre şeklindeki gökdelen

 

Mimarlık pratiğinin bugünü konusunda –özellikle Batı’da– her geçen gün yeni soru işaretleri beliriyor. Örneğin Koolhaas, Dubai mimarlığını savunurken, Lebbeus Woods Koolhaas'ın mimarlığının geçerliliğini tartışabiliyor. 'Free blog' kullanımı sayesinde insanlar artık eleştirilerini, mimarlık söyleminin tekelini kırmış olarak özgürce yayınlayabiliyor.

Son derece ‘uçuk’ başlayan bir mimarlık pratiği pek yakında 'uçucu' olacak gibi görünüyor. Farklılık, abartı, cüretkârlık; anlamlı bir mimarlığın unsurları bunlar olamaz. Bu mimarlık günün birinde geldiği gibi gidecek. Tıpkı postmodernizmin, ağızlarda keçiboynuzu tadı bırakarak gittiği gibi. Dubai ise yarattığı mimari tuhaflıkları en az yüz yıl daha taşıyacak.. Dünün postmodern mimarlık anlayışına insanlar bugün nasıl gülüp geçiyorlarsa, yarın da bugünün küresel mimarisine gülünecek. Ama Kahn, Aalto, Siza, Pei gibi mimarların eserleri değerlerinden hiçbir şey kaybetmeyecek.

Günümüzde anlamlı olabilecek bir mimarlığı tanımlayabilmenin, bu doğrultuda elden geldiğince çabalamanın mimarlığın geleceği açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda eleştirel düşüncenin ve kurumsal çarpıklıklara, sistemsel saçmalıklara, ekonomik dayatmalara karşı çıkan direniş hareketlerinin rolü büyük. Anlamlı bir mimarlık için öngörüler buralarda tartışılabilir, sürekli eğitim bu noktadan başlayabilir – yirmi yıllık pratikten sonra bile mimarlık “yeniden öğrenilebilir”.

Ivan Chtcheglov’la başladık, onu son avangardlardan biri olarak gören Anselm Jappe ile sözü bitirelim: “Başarısız olan modern sanat değildir; tersine, kapitalist toplum başarısız olmuştur. Ama kapitalist toplum olası tek toplum değildir.”

 

Kasım, 2009

 

postmodernizm, mimarlık