Çağdaş Sanat Piyasasındaki Patlama Daha Ne Kadar Sürebilir?

 

 

New York, 13 Mayıs 2014: Akşama doğru, limuzinler Christie’s’in Rockefeller Plaza’daki merkezinin önünde sıraya giriyorlardı. Zarif giyimli ziyaretçiler Marc Quinn’in yerçekimine meydan okuyan bir yoga pozisyonuna sokulmuş süper model Kate Moss heykelinin yanından geçerek salona girdiler. Sanat piyasası da yerçekimine meydan okumaya devam ederek daha da yükseklere tırmanabilecek miydi acaba?

Bundan altı ay önce, Kasım 2013’te, Christie’s toplam 691 milyon 500 bin dolarlık çağdaş sanat satışı –şimdiye kadar herhangi bir müzayedede ulaşılan en yüksek rakam– yaparak piyasayı altüst etmişti. Satılan parçalar arasında, açık artırmayla satılan en pahalı sanat eser rekorunu kıran Three Studies of Lucian Freud üçlemesi de vardı. Kumarhane milyarderi Elaine Wynn, Francis Bacon’un çalışmasına tam 142 milyon 400 bin dolar vermişti. Jeff Koons’un parlak turuncu Balon Köpek adlı işi 58 milyon 400 bin dolara sıçrayarak yaşayan bir sanatçının müzayede rekorunu kırmıştı.  

 

 

         Jackson Pollock’un müzayedeye çıkan eseri

 

13 Mayıs akşamı salon tıka basa doluydu. Tüm müdavimler oradaydı: sanat simsarlarının elebaşı Gagosian; Warhol ve Basquiat ticaretinde çok sağlam bir konuma sahip olan Mugrabi ailesinin üyeleri; Christie’s’in sahibi, koleksiyoner ve Venedik’teki iki müzenin kurucusu François Pinault. Ayrıca ünlüler de oradaydı: moda tasarımcısı Marc Jacobs ve Nicolas Sarkozy’nin üvey kardeşi Olivier Sarkozy.

Satış yüksek tempoda başladı. Rekor üzerine rekor kırıldı: Christopher Wool’un bir resmi 23 milyon 700 bin dolara, Barnett Newman’ın bir eseri de 84 milyon dolara alıcı buldu: satışın ilerleyen aşamalarında görmüş geçirmiş sanat simsarları bile havada uçuşan fiyatların karşısında şaşkına döndü.

Sanat piyasasında uzun süre çalışmış olanlarımız bu yeni dünyayı tanımakta zorluk çekiyor. 1980’lerde Fransa’dan sanat haberleri aktarmaya başladığımda en yüksek açık artırma fiyatlarına Van Gogh ve Renoir’ın eserleri ulaşıyordu; XV. Louis’nin yaldız kakmalı komodinlerini ve Sevr porselenlerini sergileyen Biennale des Antiquarires piyasadaki en önemli ve büyük sanat fuarıydı. Empresyonist eserler olmazsa olmazlardandı; özellikle de Japon alıcıların piyasayı akıl almaz zirvelere çıkardığı 80’lerin sonundaki histeri yıllarında. Ta ki 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle emlak piyasası yerle bir olana kadar...

1980’lerin sonlarında ve 1990’larda çağdaş sanat müzayedelerde pek satılmazdı. 1980’lerde “Açgözlülük iyidir” kabilinden kısa süreli bir ara dönem yaşansa da –Julien Schnabel ve başkalarının yıldız sıfatına nail oldukları bir dönem– bu, 1990’lardaki çöküşle sona erdi. Sanat dünyası esas itibariyle ABD ve AB merkezliydi: Çin sanatı deyince akla Ming porseleni, Hint sanatı deyince de Moğol minyatürleri gelirdi. Komünizm ya da diktatörlükler Sovyetler Birliği, Çin ve Latin Amerika’yı sanat ticaretinde varlık göstermekten alıkoyuyordu. Körfez ülkeleri kimsenin sanat radarına girmiyordu.

1995’te Japonya’ya taşındığımda ülke Kobe depremi ve Tokyo metrosuna düzenlenen terör eylemiyle sarsılıyordu. Ekonomik büyümenin mucize yılları sona ermişti ve bankalar “balon” yıllarında satın aldıkları resim stoklarını –çoğunlukla alış fiyatının onda birine ya da daha azına– elden çıkarmaya çalışıyorlardı.

2000’de İngiltere’ye döndüğümde ilk internet piyasası patlamasının, internetin tüm dünyadan yeni alıcılar bularak sanat piyasasını şahlandıracağı öngörüsünü de yanında sürükleyerek, çökmesine tanıklık ettim.  

Sonra birden, 2004 itibariyle, her şey değişti. 2008-2009 küresel krizinin akabindeki tali daralmayı saymazsak, çağdaş ve modern sanat piyasası inanılmaz bir hızla büyümeye başladı. Devasa sanat fuarlarından muazzam zenginlikte yeni koleksiyonerlere ve yükselen ekonomilere kadar, devreye giren yeni oyuncuların yanı sıra, müzayede evleri ile galerilerin değişen rolleriyle de ateşlenen sanat piyasası o gün bugündür büyümeye devam ediyor. 

 

   

                                Basquiat, Untitled

 

En can alıcı değişimlerden biri, müzayede evlerinin geleneksel olarak galerilerin alanına giren bir dizi hizmeti sunan uluslararası “sanat işletmelerine” dönüşmesi oldu. Bir başka gelişme ise, sanat galerileri arasında açılan uçurumdu: bir uçta, yatırımlarıyla tüm dünyaya yayılan birkaç devasa işletme, öteki uçta diğer tüm galeriler. Başarılı sanatçılarını kapan bu mega-galerilerin ve eserlerini kişisel olarak ya da özel satış mağazaları vasıtasıyla satan müzayede evlerinin yarattığı zorluklarla karşı karşıya kalan görece küçük ölçekli galeriler, bu ortamda hayatta kalmakta güçlük çeker oldular. Bazı küçük galeriler kapanırken, White Cube ve Hauser & Wirth gibi devler, bir yandan önemli sergilere ev sahipliği yaparken bir yandan da kamu tarafından finanse edilen galerilerin sergilerine para yardımı yaptılar.

Bu yüzyıl itibariyle gözlemlenen bir başka değişiklik ise çağdaş ve modern sanat fuarlarının sayısındaki artış. Halihazırda 220’nin üzerinde sanat fuarı var; bunlara her gün bir yenisi daha ekleniyor – en dikkat çekeni ise 2015’te Los Angeles’ta düzenleneceği duyurulan fuar. Fuarlar, kendileri de kısmen satış etkinlikleri olan 100’ün üzerindeki bienalle beraber, pazarı büyütmenin yanı sıra etkinlik-odaklı çekici bir hayat tarzının oluşmasına da sebep oldular.

Özellikle Çin, Rusya, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi yükselen ekonomilerden gelen yeni alıcıların etkisiyle, önceden ABD ve Avrupa’nın hakimiyeti altındaki geleneksel koleksiyonculuk manzarası altüst oldu. “Sanat danışmanı” tabir edilen yepyeni bir aracılar ordusu, koleksiyonerlerin sanat dünyasıyla pazarlığa oturmasına yardımcı oluyor ve gerekli “erişimi” –yani, en revaçtaki sanatçıların eserlerini satın alma izninin çıkmasını– sağlıyor. Çoğumuz elimizi kolumuzu sallayarak bir galeriye girip meşhur bir sanatçının eserini satın alamayız. Galeri, böyle bir eseri iyi bir koleksiyona ya da müzeye “yerleştirmek” ve kısa sürede daha yüksek bir fiyata elden çıkarılmasını engellemek isteyecektir.  

Bir de bienaller, galeriler ve şahıslar için sergiler düzenleyerek kendilerine yeni bir rol biçen bağımsız küratörler var. Günümüzde neyin iyi sanat olduğunu belirlemede etkili olan küratörler, bir zamanlar sanat gündemini belirleyen müzelerin ve sanat eleştirmenlerinin yerini almış durumda.

Araştırmalarım beni, gizlilik ilkesinin şüpheli alım-satımlar için verimli bir ortam yarattığı, büyük ölçüde kaçak işleyen sanat ticaretinin tekinsiz alanına da götürdü. (Kimi uyuşturucu baronları para yerine resim kabul edebiliyor; sanat eserini sattıklarında ceplerine “temiz” bir meblağ giriyor.) Sanat ayrıca –taşınabilir olması ve değer biçmenin zor olması itibariyle– vergi kaçakçılarının da işine geliyor.

Sanat piyasasındaki patlamanın en önemli etkenlerinden birisi küresel servetteki büyüme. Wealth-X araştırma şirketinin verilerine göre, 2013 itibariyle dünyada 2.170 milyarder var ve bunların çoğu özel müze ya da sanat mekânı kurmuş durumda. Yeni süper-zenginlerin büyük bir kısmı dünkü koleksiyonerlerden çok daha genç ve çoğu çağdaş sanat eserinin gündeme oturmasında bu genç koleksiyonerlerin beğenilerinin çok büyük etkisi var. Yeni koleksiyonerler, tüm bu fuarları, müzayedeleri ve bienalleri her daim canlı tutabilmek için, hayatta olan sanatçılara ihtiyaç duyuyorlar. Buna karşılık, empresyonist resim ya da Rönesans heykeli gibi alanların pazarı gitgide daralıyor. En değerli eserler ya müzelerin ya da önemli koleksiyonların envanterinde. Oysa, yeni alıcılar için, cepleri ne kadar yüklü olursa olsun, çağdaş sanat dışında herhangi bir şeyin müzesini kurmak neredeyse imkânsız.

Ne var ki, piyasanın en tepesindeki canlanmadan, daha aşağıdaki sanatçılar zerre nasiplenmiyor: Arts Economics araştırma ve danışmanlık şirketinin yöneticisi Clare McAndrew’a göre, en zengin müşterilere satış yapan simsarlar, bu kesimin sadece son derece modern ve güncel eserler üreten 50 ila 100 sanatçıyla ilgilendiklerini söylüyor. Bir sanat simsarı bana “küresel piyasadaki mutabakatın sebebinin internet olduğunu – herkesin aynı şeyi istediğini” söyledi.

Sanat ile para hep bağlantılı olmuş olsa da şu anda sanat dünyası ile finans dünyası arasında her zamankinden daha büyük bir çakışma var. Bu yazının başında sözü geçen müzayedede, 72 parçadan 40’ı garanti altına alınmıştı: 29’u Christie’s, 11’i de kimliği açıklanmayan üçüncü şahıslar tarafından finanse edilmişti. Bu demek oluyor ki, parçaların yarısından fazlası müzayededen önce, bilinmeyen fiyatlara satılmıştı – müzayedede boy göstermelerinin tek sebebi başka bir alıcının satış fiyatından daha yüksek bir teklifte bulunup bulunmayacağını görmekti.   

 

  

                  Jeff Koons, Balon Köpek 

 

Müzayede evlerinin dediğine göre, riskin ortadan kalkması öteki türlü, alıcı bulamayıp değer kaybetmesi korkusuyla satışa eser göndermekte tereddüt edecek konsiyerlerin gözünde müzayedeyi çekici hale getiriyor. Garantörler, eseri kendi belirledikleri fiyata almaktan memnunlar; eser, daha yüksek bir fiyata başkasına giderse de satıştan komisyon alıyorlar.

Herkes sanat piyasasının bir balondan ibaret olup olmadığını, eğer öyleyse de balonun ne zaman patlayacağını bilmek istiyor. Bu patlama yakın bir zamanda olacağa benzemiyor: muazzam miktardaki küresel servet; müze inşaat programları; sanatın, şöhret ve moda dünyalarının bir unsuru olarak konumlanması ve sanat âleminin sunduğu çekici hayat tarzı... tüm bunlar süper-zenginlere çok cazip geliyor.    

Fakat, Çinlilerin dediği gibi “Ağaçlar göğe eremez”; her şeyin bir sınırı vardır. Tüm piyasalar döngüseldir; sanat piyasasının daha önce de –örneğin 20. yüzyılın savaşları sırasında, 1970’lerde ve 1990’larda– patladığı ve iflas ettiği zamanlar olmuştur. Bu iniş çıkışların her biri de küresel ekonominin o anki durumunu yansıtır.

Halihazırdaki durum, 1860 ile 1914 arasında –sanat tarihçisi Gerald Reitlinger’e göre “yaşayan sanatçının altın çağı”nda– İngiltere’deki sanat piyasasıyla koşutluklar sergiliyor. Bu dönem, teknolojik devrim sayesinde hızlı ekonomik büyümenin yaşandığı bir dönemdi ve imalat ve ticarete dayalı servet yeni sanat hamilerinin ortaya çıkmasına yol açtı.

Ön-Raffaellocu sanatçıların ve çevrelerinin kimi zaman skandallarla dolu yaşamları oldukça iyi bilinir: matbaacılıkta kaydedilen ilerlemeler John Everett Milliais’in şirin bir kız çocuğunu resmettiği Olgun Kiraz’ın 600.000 baskı satması anlamına geliyordu. Dönemin sanatçıları birer yıldızdı: Edwin Long’un gösterişli Babil Evlilik Pazarı (1875) 1882 yılında 6.615 sterline satıldı (günümüzün parasıyla aşağı yukarı 700.000 sterlin) – o zamanlar yaşayan bir sanatçı için rekor bir fiyat. Söz konusu resim, merhem ve ilaç satışından mültimilyoner olmuş Thomas Holloway tarafından satın alınmıştı. Sanat müessesesi çileden çıkmıştı ve Art Journal dergisi Holloway’ın ölümünün ardından yayınladığı ilanda duyduğu küçümsemeyi saklamıyordu: “Yapıtları onun [Holloway] tarafından satın alınanlar, eserlerine biçilen abartılı fiyatlardan utanç duymak durumunda kalabilirler”.

Edwin Long’un satış fiyatları, diğer pek çok Viktorya dönemi sanatçısınınki gibi, gerçekten de düştü. Birinci Dünya Savaşı ve Büyük Buhran bu patlamanın sonu oldu.

Bugünün yıldız sanatçıları gelecekte ne durumda olacaklar? Büyük politik çalkantıların ve finansal sorunların ister istemez yatırım üzerinde ciddi etkileri oluyor ve sanat piyasası da bu tür etkilerden muaf değil. Bu inanılmaz fiyatların neredeyse hepsi, gittikçe büyüyen bir grup ultra-zenginin az sayıdaki marka ismin eserlerini edinmek için birbirleriyle giriştikleri mücadelenin bir sonucu. Oysa isimleri hiçbir zaman geniş kitleler tarafından bilinmeyecek ve eserleri asla zirveye oturmayacak yaratıcılar tarafından üretilen, uçsuz bucaksız bir iyi sanat hinterlandı var. Tarihsel olarak sanat piyasasındaki genel eğilim yukarılara doğru; fakat bu herkes için ve her zaman geçerli değil.

 

Georgina Adam’ın How long can the art market boom last? başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.  

müzayede, sanat piyasası