Çağdaş Sanat ve Polis Korumasındaki İşçi Cinayetleri

9/9/2014 / skopbülten / Emine Kenan

Zamanımız kapitalizminin bir adı da “iletişimsel kapitalizm”. Hayatın anlamlandırılmasında artık kelimeler ve imajlar da, metalar kadar kudretli. Kavramlar ve imajlar üzerinde semantik bir savaş sürüyor. Bir temellük, ele geçirme kavgası yürütülüyor. Ve bu iş, en hafifi olan pazarlamadan, savaşlara kadar uzanıyor. Günümüzde, “muhafazakâr bir estetik” kurmakta olduğunu ilan eden Erdoğan rejiminden, İslam Devleti’ne kadar çeşitli İslamist siyasetler yoğun bir ikonoklazm kışkırtıyor. Sanat eserleri yakılıyor, yıkılıyor, yağmalanıyor. Sanat bir yandan savaş kurbanı oluken, bir yandan da, özellikle kültürel farklılığa dayalı, etnik ve dinî cemaatler arası çatışmaları körükleyen savaşlarda bir kimlik inşa silahı olarak devreye sokuluyor. Örneğin, savaşlarla parçalanan Balkan ve Kafkas toplumlarının, kültürel geçmişlerinden arındırılarak, birer neo-liberal sivil toplum olarak yeniden örgütlenmeleri için bu bölgelerde on sekiz Soros Çağdaş Sanat Merkezi açılıyor.[1] Bu ağa, gene, kendini “dünyanın en başarılı spekülatörü” sayan Soros tarafından açılan Açık Toplum Enstitüleri’ni de eklemek gerekir tabii. Bu tür “sivil toplum kuruluşları”nın, küresel şirketler ve hükümetlerle yaptığı işbirliği sonucunda Berlin-İstanbul arasında kurulan “kültür koridoru”nda Türk küratörlerin de görev aldığı birçok sergi açılıyor, bienal düzenleniyor. Amaç, post-sosyalist kimlikler inşa etmek. Tabii, sonuçta, ortaya bugünkü Macaristan gibi diktatörlükler çıkıyorsa da, o ayrı.

Sanatın bir iletişim, anlamlandırma teknolojisi olarak yoğun olarak kullanıldığı başka bir alan da lüks emlak piyasası. Sanat gibi, artık önemli ölçüde spekülatif bir finans aracına dönüşen emlakın markalandırılması da gene sanat üzerine kuruluyor. Sanatın, egemen anlamlarıyla bir “azami” lüks, ya da “en yüce değer” sayılması bunda önemli bir etken. Emlakı sanatsallaştırma konusunda Zorlu’dan sonraki en ileri proje, şimdilik, Galatasaray Ali Sami Yen Stadyumu ve Tekel Likör Fabrikası yerine yapılan Quasar-İstanbul kompleksi. "Lüks yaşamı hayallerin ötesine taşıyan” Quasar, "statü ve prestijin dünyadaki simgesi". Kompleksteki dört bin metrekarelik bir teras heykel bahçesi olarak tasarlanıyor. Bu eşsiz sanatsal atılımın bir işareti olarak Quasar, "dünyaca ünlü iç mimar ve tasarımcı Marcel Wanders'a... bir yüzü Asya'yı, bir yüzü Avrupa'yı temsil eden bir kadın heykeli" sipariş ediyor, sonra da bu heykelin Hollanda'nın başlıca müzelerinden Stedelijk'de dört ay süreyle sergilenmesini sağlıyor. "Bu benzersiz heykel", etrafında örgütlenen dev reklam kampanyasıyla Quasar’ın "İstanbul'un yeni ikonik simgelerinden biri" olması bekleniyor.[2]


 

 

Geçtiğimiz gün, eski Ali Sami Yen Stadyumu üzerinde Quasar kompleksine komşu olan Torun Center inşaatındaki asansörlerden birinin 17 kat çakılması sonucu on işçi hayatını kaybetti. Aynı şantiyede Nisan ayında da bir işçi ölmüş, yakında çıkan bir yangında ise işçiler hayati bir tehlike atlatmıştı. Şimdi Torun Center’ı TOMA’lar ve Çevik Kuvvet polisleri koruyor. Bir de sanatın sembolik gücü. Torun Center da, “Ali Sami Yen Stadyumunun ruhunu yaşatmak için Türkiye’nin önde gelen heykeltıraşlarının katılacağı bir yarışma düzenliyor.”[3] Sanat-emlak karmasından sadece markalandırma ve pazarlama için yararlanılmıyor. Yapıların sanat donanımı, aynı zamanda bir hayırseverlik, bir “sosyal sorumluluk” girişimi olarak tanıtılıyor. Ve sonunda birçok iletişim hilesiyle, projeler sanki baştan aşağı bir sanat etkinliğiymiş gibi satılıyor. İnşaat şirketi sanatı himaye ediyor, sanat da şirketi. Zira bütün olayı hakikatinden koruyor, bu hakikatin ifşa olmasına karşı güvenlik sağlıyor. Şantiyelerdeki kölece çalışma koşullarını perdeliyor, kaçak inşaatları aklıyor, kentsel dönüşümün arkasındaki inanılmaz rantı ve yıkımları meşrulaştırıyor. Her şeyi estetikleştiriyor, ‘güzel’leştiriyor, yaratıcılaştırıyor.

 

 

 

Torun Center’daki gibi işçi cinayetleri, önemli bir bölümü zaten kaçak olan Zorlu’da da yaşanmıştı. Ama bu konudaki en feci olaylar Arap Emirlikleri’ndeki Guggenheim, Louvre gibi dev müzelerin inşaatlarında yaşanıyor. Ve başta Ortadoğu’da olmak üzere, bütün dünyadan birçok sanatçı, Abu-Dhabi, Dubai gibi, küreselleşmenin rüya alemi haline gelen merkezlerin arkasındaki savaş ekonomisinin ve işçi katliamlarının sanat aracılığıyla meşrulaştırılmasını protesto ediyor. Türkiye hariç.

 



[1] Octavian Esanu, “Çağdaş Sanat Aslında Neydi? Neoliberal Dönemde Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi ve Soros Çağdaş Sanat Merkezleri”, Çağdaş Sanat Nedir?-Modernlik Sonrasında Sanat (İstanbul: İletişim-SanatHayat, 2013) s. 95-126.

kentsel dönüşüm, mimarlık ve suç