Dünyanın Kralı Asurbanipal

 

“I am Ashurbanipal: King of the World, King of Assyria”, Britanya petrol şirketi BP’nin sponsorluğuyla British Museum’da düzenlenen bir sergi. 1954 yılında British Petroleum (BP) adını almadan önce sırasıyla Anglo-Persian Oil Company (1909-35) ve Anglo-Iranian Oil Company (1935-54) isimleri altında faaliyet gösteren şirket, 20. yüzyılın başından beri Orta Doğu’da iş yapıyor. Kasım başında açılan sergi etrafında dönen tartışmaların merkezinde, petrol devinin imajını aklamasını sağlayan bu sponsorluk ilişkisinin doğurduğu etik sorunlar yatıyor. Hyperallergic’in haberine göre, açılışta petrole bulanmış şampanyalarını yudumlar gibi yapan protestocular, şirketin, Irak’ın doğal kaynaklarına yönelik sömürüsüne dikkat çeken sloganlar atmışlardı.  

Serginin fonlaması üzerine dönen tartışmalar, protestocular tarafından dillendirilmekle kalmayan, aynı zamanda bizzat sergilenen nesnelerin de ortaya koyduğu bir olguyu hatırlatıyor: Britanya’nın bölgenin hem petrolüne hem de kültürel mirasına el koyma tarihini. Tüm bunlara rağmen, BP’nin hamiliği, çok az insanın aşina olduğu bir dünyaya kapı aralayan bu muhteşem Asur rölyeflerinin değerini azaltmıyor.    

Asurbanipal, MÖ 7. yüzyılda, şimdiki Irak sınırları içinde kalan başkent Ninova’dan, geniş ve azametli bir imparatorluğu yönetiyordu. Oxford Üniversitesi Asuroloji bölümünde doktora sonrası araştırmalar yapan Moudhy Al-Rashid’in Hyperallergic’e söyledikleri, Asurbanipal’in başarılarını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir:

 

Asurbanipal, dünyanın en büyük imparatorluğunun kralıydı; İran’dan Doğu Akdeniz’e, Türkiye’den Basra Körfezi’ne uzanan bir imparatorluk. Kaynaklara göre, savaşçılığı ve avcılığıyla olduğu kadar bilginliğiyle de nam salmıştı. Sergide yer alan saray rölyeflerinin bazıları, elinde ok ve yay tutan ya da mızrağını bir aslanın boğazına saplamak üzere olan Asurbanipal’i belinde yazı kamışıyla gösteriyor. Asurbanipal, okuma yazma biliyordu, ve bilimsel çalışmaların nüshalarını getirmeleri için uçsuz bucaksız imparatorluğunun dört bir köşesine ulaklar gönderiyordu. Bu eserler, atalarının biraraya toplamak için yüzyıllar boyunca uğraştığı kütüphanedeki yerlerini alacaklardı. Bu kütüphane, en azimli koleksiyonerinin, yani Asurbanipal’in adını taşıyacaktı.

 

Aslan-adam (urmahlilu) tasviri, MÖ 645-640, Ninova. “Ben Asurbanipal” sergisinden. Fotoğraf: Carole Raddato.

 

Asurbanipal Kütüphanesi, yalnızca çok küçük bir kısmı mevcut sergide yer alan 30 binden fazla çiviyazılı tabletten oluşan bir koleksiyon. British Museum’un küratörlerinden Jonathan Taylor, yakın tarihli bir blog yazısında, koleksiyonun, Asur kültürüne dair eşsiz bir kaynak niteliğinde olduğunu yazıyor:

 

MÖ 612 civarındaki Ninova yangını şehri yakıp kül etti. Fakat, kâğıttan kitaplar alevler tarafından yutulurken, kil tabletlerin çoğu iyice pişti. Bu tabletler, binlerce yıl geriye giden Mezopotamya tarihinin en iyi korunmuş belgeleri arasındadır.

 

British Museum, 2002 yılında bu kayıtları dijital ortama aktarmak ve internet üzerinden erişime açmak amacıyla Irak’taki Musul Üniversitesi ile işbirliği içinde Asurbanipal Kütüphane Projesi’ni başlattı.     

 

“Kraliyet aslan avı” rölyefi, Ninova, MÖ 645-635. “Ben Asurbanipal” sergisinden. Fotoğraf: Carole Raddato.

 

British Museum, diplomat ve arkeolog Austen Henry Layard’ın yaptığı keşiflerin ardından bu muazzam çiviyazısı arşivini satın almıştı. 1840’ların sonları ile 1930’lar arasında bölgede yapılan kazıların ardından Müze koleksiyonuna yeni tabletler ekledi. Layard’ın sonraki yıllarda gerçekleştirdiği birçok keşif gezisine fon sağlayan da yine British Museum olacaktı. Layard’ın resimlerle bezeli yayınları Britanya’da geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı. Bunlar arasında en çok ses getireni ise dinî temaları ön plana çıkaran başlığıyla İngiliz okuyuculara hitap eden 1849 tarihli yayındı: Ninova ve Kalıntıları: Kürdistan Keldanileri ve Yezidiler (şeytana tapanlar) arasına yapılan bir gezinin raporu ve antik Asurluların âdet ve sanatlarına ilişkin bir soruşturma eşliğinde.   

Asur rölyefleri, Britanya’nın 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda yürüttüğü faaliyetlere tanıklık ediyor. Aynı zamanda, 19. yüzyılda Britanya’da yaşayan Hıristiyanların Yakın Doğu kültürleriyle din üzerinden bağlantı kurduğunu da ortaya koyuyor. Doğu Kilisesi’ne bağlı Musullu bir ailenin oğlu olan Osmanlı arkeolog ve Asurolog Hormuzd Rassam, 1853’te Asurbanipal’in sarayında yaptığı kazılar sonucunda ortaya çıkardığı bu ünlü rölyefleri British Museum’a göndermişti. Rassam, Oxford Üniversitesi’nde akademik eğitim almadan önce uzunca bir süre Layard’ın yanında çalışmıştı. Eğitimini tamamladıktan sonra Nimrud ve Ninova’daki kazıları devralmak üzere bölgeye dönmüştü.  

 

Austin Henry Layard Ninova’da yerli işçilerin kazı çalışmalarını yönetiyor, 1852 tarihli yayından. Kaynak: Hathitrust Digital Library

 

Layard’ın Ninova ve Kalıntıları başlıklı kitabı, kamunun Asur medeniyetine yönelik ilgisini körükledi. Layard’ın bir diğer hamlesi de, daha önceleri misyonerler tarafından tedavüle sokulan bir fikri yeniden gündeme getirmekti: Hıristiyan Süryanilerin soylarının eski Asurlulara dayandırılabileceği fikriydi bu. Bölgede Hristiyanlığın erken aşamalarına dair emareler görmek isteyen Britanyalıların Asur medeniyetine ilgi duymaya başlamasının sebeplerinden biri, işte bu ortak din temasıydı. Bu merakı tetikleyen diğer unsurlar ise, Kitab-ı Mukaddes arkeolojisi ve doğru dürüst temellendirilmemiş bir soykütüktü. Amerika Katolik Üniversitesi Samî ve Antik Mısır Dilleri ve Edebiyatı bölümünde profesör olan Aaron Michael Butts, Asur Hıristiyanları hakkındaki çalışmasında bu bağa dikkat çekiyor:    

 

Hıristiyan Süryaniler ile Asur arasındaki bağlantıyı popülerleştiren, Britanyalı gezgin ve arkeolog A.H. Layard’dı (1817-94). Layard, Ninova ve Kalıntıları başlıklı kitabında (1849) [Ninova’da] tanıştığı Hıristiyanların ‘eski Asurluların soyundan geldiğini’ düşünmek için geçerli sebepleri olduğunu ileri sürmüştü. 

 

Tarihçi ve profesör Holger Hoock, Empires of the Imagination: Politics, War, and the Arts in the British World, 1750-1850 başlıklı kitabında, British Museum’un, bölgeden getirdiği kültür hazineleriyle, Avrupalı rakiplerini imrendirdiğini ileri sürüyor. 1851 yılında British Museum’un gittikçe kabaran koleksiyonunu gören Fransa İçişleri Bakanı, Likya ve Asur rölyeflerinin kalıplarının çıkarılması ve Fransız bilim insanlarının Mezopotamya’ya yapacağı keşif gezilerine kaynak sağlanması talimatı verdi. Hoock, 1853’te Asurbanipal’in ünlü aslan avı rölyefini keşfeden Rassam’ın, Britanya adına rölyef üzerinde hak iddia ettiğini anlatıyor. Birkaç sene geçmeden, ABD’deki Smithsonian Müzesi ve Avusturya ve İsveçli müze temsilcileri eski Asur heykellerinin alçı kopyalarını talep edecekti.    

Avrupa’da Asur çılgınlığının başlamasından 20-25 sene sonra Osmanlı İmparatorluğu, eski eserlere ilişkin yeni kanunlar çıkarmaya başladı: Daha erken yürürlüğe konmuş olsalar, Elgin mermerlerinden Bergama Zeus Sunağı’na kadar birçok eski eserin kaderini değiştirebilecek nitelikte kanunlardı bunlar. DePaul Üniversitesi Arkeoloji bölümü profesörü Morag Kersel, kolonyal çağda Orta Doğu arkeolojisi hakkındaki çalışmasında 1874 tarihli eski eserler kanununun (Asar-ı Atika Nizamnamesi), doğrudan doğruya Avrupalıların bölgeye yönelik ilgisine tepki olarak yürürlüğe sokulduğunu ifade ediyor. 1884 tarihli eski eserler kanunu ise bir öncekine göre daha katı maddeler içeriyordu ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan kültürel miras eserleri üzerinde ulusal hak iddia ediyordu. İmparatorluk dağıldıktan sonra İngilizler, bazı kültür nesnelerinin Irak’tan çıkarılmasına geçit veren bir eski eserler kanunu çıkarttırmayı başardılar başarmasına ama yine de hangi eserlerin ülkede kalacağına karar verme yetkisi Irak Müzesi’nin müdüründeydi.     

“Ben Asurbanipal” sergisinin, Asur İmparatorluğu’nun maddi kültürüne yönelik yeni bir merak dalgasına sebep olacağı muhakkak. Fakat artık eserlerin menşei, ve kültürel mirasın bir ülkenin kimliği açısından taşıdığı önem konusunda çok daha ciddi bir farkındalık var. İnsanlar, modern müzelerin eser alımları konusunda sorumlu davranması gerektiği görüşündeler.

 

Sarah Bond’un Hyperallergic’te yayınlanan Stories of an Assyrian King and What Became of His Empire başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.

petrol ve sanat, arkeoloji