/ Episod / Türkiye'nin İlk Küratörüne Dair…

 

Türkiye’de küratörlüğün 1970 sonrasında başladığı fikrini aslında şimdilerde giderek güçleri artan artokratlar yavaş yavaş akıllara yerleştirmiştir. Tıpkı “Türkiye’de sanat 1980’den sonra başladı”yı tekrar tekrar söyleyerek ‘gerçek’leştirdikleri gibi. Kimin ilk küratör olduğu konusu ise her zaman muallakta kalan, sonu gelmeyen bir yarıştır ve hangi takıma dahil olduğunuza, hangi takımı tuttuğunuza göre ilk küratörün adı da değişiklik gösterir. Halbuki, kökeni Latince’den gelen curatura kelimesi; koruyan, kollayan, iyileştiren anlamını taşır. O yüzden küratörlük aslında; postmodern auterlüğün aksine; ağırbaşlı, alçakgönüllü, fedakâr, çok önemli ama neredeyse sıradan bir meslektir. Üstelik salt sanat eserlerini değil, doğada bulunan taşlardan kilimlere kadar pek çok objeyi geçmiş, bugün ve gelecek için korumakla mükelleftir.

Bu tarife göre Türkiye’nin ilk kuratörü, Tophane-i Amire müşiri Ahmet Fethi Paşa olmalıdır. Zira kendisi 1846 yılında İmparatorluk Cephanesi olarak kullanılan Aya İrini’de eski silahları ve eserleri koruma ve sergileme görevini üstlenmiştir. Ahmet Fethi Paşa, bir ordu mensubu ve diplomat olarak günümüz küratörlerinden oldukça farklı bir profildir kuşkusuz. O sadece kültür ile ilgili değildir. Ekonomiden orduya, Osmanlı’nın modernleşme projesinin pek çok safhasında yer alır. Ama onun için müzenin yeri başkadır.

Bir ‘curator’ olarak Sultan’a ait eski silah ve Antik Yunan-Roma-Bizans arkeolojik eser koleksiyonlarını itinayla temizler, sergilenmeye hazır hale getirir ve Aya İrini’nin o dönem koşullarına göre korunaklı sayılan binasında koruma altına alır. O döneme göre çağdaş sayılan sergileme yöntemleriyle, Mecmua-ı Asliha-ı Atika (Eski Silahlar Odası) ile Mecmua-ı Asar-ı Atika’yı (Eski Eserler Odası) birbiriyle bütünlük taşıyacak bir biçimde senaryolaştırır. II. Mahmut’un lağvettiği Yeniçerilerin silahlarını, Amerika’dan getirtilen yeni moda tüfekler ve İtalya’dan ısmarlanan yeni ordu üniformalarıyla sergileyerek, bir bakıma Osmanlı’nın modernleşmesini sahneye koyar. Ama konu, moderne ve Avrupa’ya methiye düzmek değildir. Bu yüzden de Fatih Sultan Mehmet’in kılıcı Aya İrini’nin en görkemli yerine, apsisine yerleşmiştir.[1] Bir zamanlar Konstantinople’u işgal eden ordunun Avrupai değil, Osmanlı olduğu hatırlatılır. Müzede ordu ve Osmanlı devleti o görkemli gücüne geri döner, modernleşmenin özde buna aracı olduğu vurgulanır. Müzede zaman bir ileri, bir geri gider. Osmanlı’nın geleceği dünde yaratılır...

 

Aya İrini’deki müzede sergileme düzeni.

 

Küçük bir avlu ile bu koleksiyona bağlanan Eski Eserler Odası da senaryonun bir parçasıdır. Çeşitli bölgelerden farklı uygarlıklara ait eserler özel bir sınıflandırmaya bağlı kalmadan, birbirleriyle bir ilişki gözetmeden, sanki öylesine atılırvermişcesine serpiştirilir. Oradan buradan fırlayan eserler Osmanlı’nın en görkemli zamanlarının, Viyana’dan Arap ülkelerine kadar genişlediği Kanuni döneminin, temsilidir. Savaşta kaybedilmiş topraklar, adeta müzede tekrar kazanılır. Bu düzen ne kadar kaotik, ne kadar karmaşıksa Osmanlı’nın gücü o kadar fazla hissedilir. Ulus devletler coğrafyayı yarattıkları mitlere göre bölüşürken, sanki Osmanlı, tüm uygarlıkları içine alan imparatorluğunu müzede yeniden tahayyül eder. Bunun için müzede mekânı zaman içinde kaydırır, böler, parçalar ve uygun biçimde birleştirir.

 

Aya İrini’nin atriyumunda sergilenen, İstanbul’un fethinde kullanılmış zincirler.

Aya İrini’deki müzede kıyafet galerisi.

 

Ahmet Fethi Paşa’nın zaman ve mekânının yapısını allak bullak eden bu sergileme yöntemi, günümüz küratörlerinin ‘avangard’ sergilerini fersah fersah geride bırakır. Ahmet Fethi Paşa geçmişe, bugüne ve geleceğe eş zamanlı olarak, aynı mekânda sahip çıkar. Bunun için, 1837 Tower of London silah sergisiyle 1852 yılı Madame Toussaud Müzesi’nde ilk defa uygulanan mumyalama yöntemiyle Yeniçeri ordusunu canlandırırken olduğu gibi, kimi zaman en çağdaş yöntemleri uygular. Kimi zaman da bütün eserleri sınıflandırmadan bir arada sergileyerek müzenin dayattığı modernlik sahnesini yıkar. Hem de bunu enstalasyonlarla, multi-medyatik teknolojilerle, ilginç fikirlerle değil, küratörlük mesleğini yaratan objenin kendisi ile yapar. Yaratıcı ve etkileyici bir hikâye anlatıcısı olduğu anlaşılan Ahmet Fethi Paşa, bu yüzden asla Türkiye’nin ilk küratörü olarak anılmayacaktır. Süregiden çağdaş sanat oyununun bekası için illa ki unutturulacaktır.

 

 

 


[1] Wendy M. K. Shaw, Possessors and Possessed: Museums, Archeology and The Visualization of History in the Late Ottoman Empire, (London and California: University of California Press, 2003).

episod