Toulouse-Lautrec, Rue des Moulin, 1894. Ahşap üstünde mukavva üzerine yağlıboya. Büyütmek için resme tıklayın.
Henri de Toulouse-Lautrec’in 1894 tarihli Rue des Moulins adlı resmi, Paris’in Moulin Caddesi’nde bulunan lüks bir genelevde zorunlu tıbbi muayene için sıra bekleyen iki fahişeyi tasvir eder. Mukavva üzerine ince yağlıboya katmanlarıyla yapılmış olan resimde, boş gözlerle yere bakan, yaşı geçkin sarışın bir kadın görülür; yukarı katladığı pembe kombinezonunu iki eliyle tutmaktadır; eğik omuzları, yüzündeki yorgun ifade, sarkık çenesi ve kalçaları, beklemekle harcanan zamanın geçmek bilmediğine işaret eder. Buna karşılık, kalçaları sıkı, kızıl saçlı bir kadın, maviye boyanmış gözünün ucuyla yandan seyirciye bakar dik dik. Buruşuk yüzüne, üst üste pembe, portakal rengi ve mor boya sürülmüştür; doğal olamayacak kadar parlak görünen mercan rengi kulağı ve saç derisi, frengi alametidir. Lautrec’in frengiyi resmedişi –o dönem fahişeler arasındaki en yaygın hastalık ve başat ölüm sebebidir bu– 19. yüzyılın Fransız cildiye uzmanı Henri Feulard’ın frengili cilt tarifini hatırlatır: “mor lekeler”den, “parlak kırmızı ama dağınık plakalar”dan oluşan “bir renk karmaşası”. Fahişelerin sağlıksız cildi, hem tıbbi hem sanatsal bakışı cezbetmiş, tıbbi ve estetik amaçlarla kayda geçirilmiştir.
Rue des Moulins süreksiz bir mekânı tasvir eder – hem genelevdir burası, hem bekleme odası; kadınların bedeni burada, benlik-olarak-beden ile, işçinin ve hastanın nesne-olarak-bedeni arasında muallaktadır. Sahnenin istikrarsızlığı, bir eşik mekânının resmedilmesiyle daha da vurgulanmıştır: Kalın perdelerle çerçevelenmiş ortadaki pencere ve tülün arkasından parıldayan küçük ışık dışardaki dünyaya işaret ederken, basık perspektif ve halının, perdelerin, saçların kan kırmızısı tonları, klostrofobiye vardıracak kadar kuşatıcı, duyuları harekete geçiren bir iç mekân olarak sunar genelevi. Pencerenin yanındaki genelev patronunun kimonoyu andıran düz kıyafeti bu kapanmışlık hissini artırır; kadının dönük sırtı ise, dış dünyayla, özellikle de geneleve sık sık gelen müşteriler, doktorlar ve polislerle olan ilişkisini düşündürür. Eserde, “umumi kızlar”ın (filles publiques) mahrem tıbbi deneyimlerinin teşhir edilmesiyle, özel ve kamusal alan ayrımı çökmüştür.
Fransa’da fahişelere tıbbi muayene zorunluluğu, zührevi hastalıkların yayılmasına önlem olarak, 1810’da getirildi. Fahişeler ahlak polisine (police des moeurs) kayıt yaptırmak zorundaydılar; Lautrec’in resminde tasvir edilenler gibi pahalı “umumhane”lerde (maisons closes) yaşayan kadınlar geneleve gelen doktorlar tarafından sekiz günde bir kontrol edilir, sokakta çalışanlarsa 11 ila 14 günde bir mahalle dispanserinde muayeneden geçirilirdi. Tıbbi işlemler sırasında spekulumla vajinal muayene yapılır, ayrıca cilt, eller, yüz, sırt ve ağız kontrol edilirdi. Genelevde yapılan kontrollerde iki doktor ve bir polis memuru –kadınların tıbbın bu dalında hizmet vermesi ve polis olması yasak olduğundan hepsi erkekti– ayrıca evin patronu bulunurdu. Fahişelerin birçoğu polis kayıtlarına girmekten kaçınmaya çalışsa da, yasa gereği son muayenelerinin kaydedildiği bir sağlık karnesi bulundurmaları zorunluydu. Kontrollerini kaçıran veya sağlık karnesini kaybedenler tutuklanır ve derhal spekuluma teslim olmaya zorlanırdı. Enfeksiyon tespit edilen kadınlar Saint Lazare hapishanesine gönderilirdi.
Jinekolojik kontrol, çoğunlukla kadınların ahlakını ayaklar altına alan aşağılayıcı bir işlem olarak kabul ediliyordu. 19. yüzyılda, aralarında feministlerin ve fahişeliğin kaldırılması için mücadele edenlerin de bulunduğu bazı kesimler, vajinal muayeneyi tecavüze denk görüyordu – özellikle de, hekimlerin iç kısımları incelemesini sağlayan tüp biçimli metal spekulumun vajinaya veya anüse sokulması işlemini. Ancak bu tıbbi işlem seks işçileri için rutindi. Lautrec’in resmindeki gibi ünlü genelevlerin kendi muayene sehpaları bulunur, kontrolün daha hızlı ve randımanlı olmasını sağlamak üzere spekulum, kıskaç ve benzeri jinekolojik gereçler hazır bulundurulurdu. Muayenelerin zamanlaması –hem süresi hem de programlanmış zamanı bakımından– tasarlanma, uygulanma ve deneyimlenme biçimlerinin şekillendirilmesini de sağlıyordu.
Bu yazıda, polis zoruyla yapılan jinekolojik kontrollerin kamusal ve kurala bağlanmış zamanı ile, mahrem tıbbi işlemin yol açtığı özel ve öznel zaman deneyimi arasındaki gerilimin, Lautrec’in bekleyen fahişeleri resmedişinde nasıl açığa çıktığı inceleniyor. Bu iki paradoksal zaman tezahürünü inceleyerek, beklemenin karmaşalarının ve 19. yüzyıl sonu Fransa’sında zamansallığın çelişkilerinin Lautrec’in resminde somutlaşmış olduğunu öne sürüyorum.
Sanat tarihçileri, yazarlar ve sergi küratörleri, Lautrec’le ilgili analizlerinde ağırlıklı olarak biyografiye, psikanalize veya sözde-psikolojiye dayanan yorumlama yöntemlerine başvurmuşlardır. Rue des Moulins’ı ya Lautrec’in ezilenlere duyduğu doğuştan gelen yakınlığın göstergesi olarak yorumlamışlar, ya da 19. yüzyıl sonunu yaşayan sakat, heteroseksüel bir aristokratın sapkın fantezilerini temsil ettiğini düşünmüşlerdir. Lautrec’in sanatsal keşifleri de çoğunlukla sıradışı kişiliğine ve dramatik hayat hikâyesine bağlanır. Bu tür görüşlerde, frengiden, alkolizmden ve ırsi hastalıktan[1] mustarip bir adam olan Lautrec’in, fahişelerin tıbbi muayene deneyimini ister istemez merhametle tasvir etmiş olduğu düşüncesinin payı vardır.
Bugünün bakış açısından bu tür açıklamaları daha ilerici ve insancıl olarak yorumlamak çok cazip görünse de, imgelerin uyandırdığı merhamet duygusunun, dönemin doktorları, sanatçıları ya da izleyicilerindeki herhangi bir duygudaşlık ihtimalinden ziyade bizim resimlerle olan ilişkimiz hakkında ipucu verdiğini unutmamak gerekiyor. Dahası Lautrec’in, genelev hayatına ilk elden aşina olmasının eserlerine daha gerçeğe sadık ve belgesel bir nitelik verdiği fikri, ressamın amaçlarını, hayal gücünü ve sanatsal teamüllerle ilişkisini göz ardı etmektedir.
Henri de Toulouse-Lautrec, Genelev Yemekhanesinde Kadınlar, 1893-94. Mukavva üzerine yağlıboya. Büyütmek için resme tıklayın.
Rue des Moulins, Lautrec’in 1890’ların başında yaptığı, fahişelerin gündelik hayatını tasvir eden 40 civarında desen, baskı ve resim grubunun parçasıdır. Bu eserlerde kadınlar iskambil oynarken, divana uzanmış halde, öğle yemeği yerken veya saçlarını tararken resmedilmiştir –müşteri beklerken yapılan sıradan şeylerdir bunlar. Ancak, Edgar Degas’nın 1870’lerde yaptığı monotiplerden farklı olarak Lautrec’in eserlerinde müşteriler nadiren mevcuttur, kadınların erkek müşterilerle iletişimde olduğu sahneler de enderdir. Fahişeler uyuşuk ve sıkılmış haldedirler, verimli bir işten ve cazibeden uzak tasvir edilmişlerdir. Bazı umumhane resimlerinde daha kışkırtıcı ve samimi lezbiyen sahneler tasvir edilmişse de, büyük çoğunluğu genelev hayatının sıradanlığını, boş boş beklemeyi vurgular.
Paris’teki diğer birçok 19. yüzyıl ressamı gibi Lautrec de Japon ukiyo-e baskılarının içeriğinden ve stilinden çok etkilenmiştir, özellikle de Kitagawa Utamaro’nun erotik baskılarından (shunga). Kendi topladığı baskıların yanı sıra Goncourt kardeşlerden de Utamaro’nun 1788 tarihli meşhur Yastık Şiiri albümünü almıştır. Ayrıca Goncourt kardeşlerin en gözde Utamaro baskısı olan, 1794 tarihli Yoshiwara’nın On İki Saati’ne de aşinadır; bu eserde, Edo’nun (bugünkü Tokyo) Yoshiwara mahallesindeki kurtizanların günün on iki saatini nasıl geçirdiklerini tasvir eden görsel ve kronolojik açıklamalar yer alır.
Utamaro’nun dünyasındaki seks işçileri, Fransızların gözünde alımlı kurtizanlardır – Edmond de Goncourt’un Japon baskı ustasının hayatını konu alan Outamaro, le peintre des maisons vertes adlı kitabında dediği gibi, “bizim” fahişeler değil. Yoshiwara’nın çalışan kadınları “prensesler gibi yetiştirilmiştir”, der Goncourt; çocukluktan itibaren resim, müzik ve edebiyat dersleri görürler. Genelev mahallesinde geçen günleri saati saatine planlanmıştır; makyaj yapma ve müşteriler için hazırlanma gibi işler, Utamaro’nun izleyicilere baştan çıkarıcı perde arkası sahneler sunacağı temaları oluşturur. Lautrec’in genelev imgeleri bu anlamda Utamaro’nun eserlerinin modern yorumlarıdır. Japon sanatçı gibi o da ruhsatlı fuhuş mekânlarında gündelik işlerini yerine getiren seks işçilerini tasvir eden mahrem ve röntgenci sahneler tasarlamıştır. Ancak Lautrec’in genelev sakinleri vakit öldürürken resmedilmiştir, sergiledikleri bir hünerleri ya da meşgaleleri yoktur.
Henri de Toulouse-Lautrec, Au salon de la rue des Moulins, 1894. Tuval üzerine yağlıboya. Büyütmek için resme tıklayın.
Lautrec’in genelev resimlerindeki dizi özelliği (her biri başlı başına özgün olmakla birlikte birarada incelendiklerinde belli bir sıra oluştururlar), yaygın dağıtım öngörülerek üretilen Japon baskılarının çeşitliliğini andırır: Lautrec’in genelev sahnelerinde seks işçilerini günün farklı saatlerinde tasvir etmek üzere aynı modeller, aynı ortam, aynı kıyafetler, aynı dekor ve araçlar kullanılmıştır. Gelgelelim, Lautrec’in vakit öldüren fahişe imgeleri ile zamanı dolu dolu kullanan Japon kurtizanları arasında birçok kültürel fark vardır. 19. yüzyılda Fransızların Asya görsel kültürüne olan merakı, Japonya’yı modernliğin illetlerinden ve hızından henüz tam etkilenmemiş, daha yavaş, neredeyse modernlik öncesi bir dünya olarak tasavvur etmelerine dayanır. Goncourt bu dönemi romantize eder, Utamaro’nun Japon fahişe tasvirlerini büyüleyici ve cezbedici bulur – kadınların cinsel becerilerinden ziyade sanatsal maharetlerini vurgular. Buna karşılık, kadınların sarkmış bedenlerini, rengi kaçmış hastalıklı ciltlerini ve muayene için sıra bekleyişlerini gösteren Rue des Moulin, metalaşmış cinselliğin ve kurala bağlanmış iş gününün Fransız fahişeleri üzerindeki olumsuz etkilerini tasvir eder.
Lautrec’in genelevde vakit öldüren yorgun çalışan kızlar hikâyesi, 19. yüzyıl Fransız edebiyatındaki fahişe temsillerinin de tipik unsurudur; genelde çetin bir hayat yaşayan işçi sınıfı kadınlarına odaklanan bu metinlerin bir örneği, Edmond de Goncourt’un 1877’de yayınlanan La fille Élisa romanıdır. Goncourt, genç bir fahişeyi konu alan romanını resimlemek isteyen Lautrec’in bu önerisini geri çevirse de, ressam 1896’da kendi nüshasına 16 suluboya ve pastel desen yapar. Bu resimler de tıpkı romanın kendisi gibi seks işçilerinin gündelik faaliyetlerine odaklanır. Goncourt’un romanı, fahişelerin zaman deneyimini, can sıkıntılarını, müşteri beklerken genelevin kararmış köşelerindeki sıkışmışlıklarını anlatan uzun tasvirlerle doludur. “Kümes”te –fahişelerin günlerini geçirdikleri odada– zamanın nasıl da yavaş geçtiğini tarif eden satırlarda vurgulanan, seks ticareti değil, beklemenin tekdüzeliği ve beden üzerindeki etkileridir. Goncourt’un romanındaki bölümlerin konusu –Lautrec’in resimlerindeki gibi– bekleyiştir: Olay örgüsü durağandır, hikâye bir yere gitmez, fahişeler bekler, okurlar da bekler. Goncourt da Lautrec de beklemenin fiziksel etkilerini benzer şekilde tasvir etmiştir: Kadınlar sararıp solar, yaşlanır ve bedenleri sarkar. Beklemenin fiziksel etkilerine dair betimlemeleri, nöro-anatomist Louis Pierre Gratiolet’nin 1882 tarihli De la physionomie et des movements d’expression kitabındaki yorgunluk ve keder tasvirlerine benzer.
Henri de Toulouse-Lautrec, suluboya ve pastel çizim, Edmond de Goncourt’un La fille Élisa romanı nüshasının 35. sayfası, 1896. Büyütmek için resme tıklayın.
Lautrec ile Goncourt’un seks işçilerinin fizyonomilerine olan ilgisi, 19. yüzyılda (tıpta, antropolojide, hukukta, asayişte vs.) hayli yaygın olan, Gratiolet gibi pek çok yazarın teşvik ettiği beden sınıflandırma merakıyla bağlantılıdır. Lautrec’in Rue des Moulins resminde fahişelerin yandan görünümlerini ve sıra beklerkenki duruşlarını tasvir eden görsel temsil, 19. yüzyıl Paris’inde dolaşıma giren tıbbi fotoğraflarla sabıka fotoğraflarını da hatırlatır; bu fotoğraflarda bedenler, normun ya da sapmanın göstergesi olduğu varsayılan fiziksel özellikleri öne çıkarmak üzere yandan görüntülenmiştir.
19. yüzyıldaki sağlık muayeneleriyle ilgili tıbbi metinlerde fahişelerin bu kontroller sırasındaki fiziksel veya ruhsal deneyimlerinden söz edilmez. Ancak 1890’da Toussaint Barthélemy, seks işçilerinin ya vakitleri olmadığından ve muayenehanelere uzak yerde yaşadıklarından ya da hastalıklarını son gittikleri doktor kontrolüne bağladıklarından (spekulumun tekrar tekrar kullanılması nedeniyle hastalık bulaşmasına sık rastlanır) bu kontrollerden kaçındıklarını kaydetmiştir.
Fahişelere ve burjuva kadınlarına uygulanan jinekolojik işlemler ciddi farklılık gösterir. Seks işçisi olmayan kadınlar, tıbbi bir zorunluluk olmadıkça genelde bu tür kontrollerden geçmez; jinekolojik muayeneleri daha ziyade gebelik ve doğumla ilgilidir ve o durumda bile işlemlerin birçoğu kadın ebeler tarafından yapılır. Auvard’ın 1894 tarihli Traité pratique de gynécologie kitabında, doktorlara burjuva kadınların kuyruksokumuna yastık yerleştirmeleri, muayeneyi hafif dokunuşlarla gerçekleştirmeleri ve gerekli hallerde kadınları rahatlatmak üzere kloroform kullanmaları salık verilir. Burjuvalara gösterilen hassasiyete karşılık, Auguste Corlieu’nün 1887 tarihli La prostitution à Paris kitabında doktorların seks işçilerinin rahatlığından ziyade hız ve randımana odaklandıkları kaydedilir. Hızlı muayenenin “yegâne” olumsuz sonucu lezyonların gözden kaçma riskidir. Corlieu’nün anlatımları, modern tıbbın bedenleri sınıflandırma merakı kadar, modern jinekolojnin hız ve randıman güdüsünü de gösterir.
Henri de Toulouse-Lautrec, La femme de maison blonde, 1894. Mukavva üzerine yağlıboya. Büyütmek için resme tıklayın.
Lautrec’in Rue des Moulins resmi ilk bakışta bu anlatımlarla çelişir gibidir: Resim düzleminin ön tarafındaki figürler ağır, yorgun, rahatsız ve kararlı görünmektedirler. Kompozisyon durağan görünür. Fahişeler bekleme hali içinde kısılıp kalmıştır – bu hal geçmez. Yavaş geçen zamandır bu, tıbbi bekleyişin hissedilen zamanıdır. Fakat sıranın kendisi, fahişeliğin, hastalığın ve sağlığın zamansal düzenlenişini temsil eder ve resme bir hız ve nizam duygusu katar; zamanın geçmesi beklentisine ve onu kontrol etme çabasının beyhudeliğine işaret eder. Lautrec’in ince boya katmanlarından oluşan gevşek, üstünkörü fırça darbeleri resmin hızla tamamlandığını, altlık olarak da alelacele ele geçen mukavvanın seçildiğini düşündürür. Oysa boyanın kuruması, katmanların boyanması, renkli hatlar üzerine yüzeyleri bulandırmadan cila çekilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Hızlıca boyanan taslaklarda kullanılan mukavva hızı temsil etse de, Lautrec onu ince ince çalışılmış ve tamamlanmış bir resmin altlığı olarak kullanmıştır. Rue des Moulins’ın atölyeden çıkmış bir resim olduğunu da biliyoruz: Lautrec’e saatlerce poz veren aynı modeller başka eserlerinde de, mesela Divan’da (1894-96), resmedilmiştir ve aynı tıbbi temada yaptığı üç eskiz, resmin titizlikle tasarlandığını, tamamlanmasının zaman aldığını göstermektedir.
Bu resmi, modern tıbbın hız ve randımanına ve fotoğrafın görece hızlı zamanına karşı koyma çabası olarak okuyabilir miyiz? Beklemeyi hissedilen bir süre olarak yeniden işliyor, hayal etme, düşünme ve düş kurma imkânları sunan bir zamana kapı aralıyor olabilir mi? Resmi yorumlayan kimi 20. yüzyıl eleştirmenlerinin işaret ettiği gibi, bekleyişteki bu tür imkânlar aracılığıyla ortak bir insancıllık ve duygudaşlık hissi uyandırılabilir mi? Böyle düşünmeyi kuşkusuz ben de isterdim, ama tarihsel olarak bütün bildiğimiz, tıbbi beklemede fahişeleri rahatlatacak hiçbir şeyin olmadığı – meğerki seks işçiliğini mucize eseri zarar görmeden atlatmış olsunlar. Sekiz veya 14 günde bir kontrol için sıra bekleyen sağlıklı kadınlar, akıllarının bir köşesinde her an paylarına düşme ihtimali olan ölüm… Hastalandıklarında Saint Lazare hapishanesinde yeniden bekleyişle cezalandırılan kadınlar. Orada, tıpkı Rue des Moulins’da olduğu gibi, bedenleri modern tıbbi zaman üzerinden ölçülüp gözlenirken tıbbi bekleyişe tahammül etmek zorunda kalan kadınlar. Fahişeliğin kaldırılması için mücadele eden Yves Guyot’nun dediği gibi, Saint Lazare tedavi olunacak bir yer değildi, hastalık kendi seyrinde ilerlerken fahişelerin beklemeye zorlandığı yerdi; frenginin belirtileri bazen kaybolsa da, hastalar illetin geri geleceğini bilirdi. Hep bir zaman meselesiydi.
Mary Hunter’ın Şubat 2019’da Art History dergisinde yayınlanan “The Waiting Time of Prostitution: Gynaecology and Temporality in Henri de Toulouse-Lautrec’s Rue des Moulins, 1894” başlıklı yazısından seçilmiş bölümlerin çevirisidir. Tamamını okumak için bkz.
[1] Günümüzde “piknodizostoz” denen nadir kemik hastalığı.