Görünmez Anıt

 

Krzysztof Wodizcko, The Homeless Projection 2, Askerler ve Denizciler İç Savaş Anıtı, Boston, 1986.

 

“Bu dünyadaki hiçbir şey bir anıttan daha görünmez değildir.”

Robert Musil, “Monumets”

 

Siyasetin, lobiciler ve medya tarafından rehin alındığı, sanatın sanat piyasasının bir uzantısı haline geldiği ve mimarlığın, emlak piyasasını allayıp pullama görevini üstlendiği geç kapitalist bir dünyada, klasik sosyo-politik dönüşüm stratejilerine bel bağlamak giderek zorlaşıyor. Yenilgiye uğramış 20. yüzyıl devrimlerinden duydukları hayal kırıklığıyla kinizme savrulanlar, ideoloji eleştirisi, direniş, bozgunculuk, sınıf mücadelesi, özerklik ve ütopya gibi fikirleri demode ya da utanç verici buluyorlar. Ve zaten, bunların pek çoğu, ¥€$ (yen-avro-dolar) cephesine geçmiş durumda. Daha idealist –belki de saf demek gerek– olup da mevcut üretim sistemini içeriden düzeltebileceklerini sananlar ise, bilerek ya da bilmeyerek, sistemin neoliberal/neo-muhafazakâr eğilimlerini pekiştiriyorlar. Bence, bu koşullar altında alınabilecek yegâne erdemli tutum, Gramsci’nin dediği gibi aklın kötümserliği, ve iradenin iyimserliğiyle hareket etmek. 21. yüzyıl mimarlık düşünürleri açısından bu, ilk olarak, bıkıp usanmadan mevcut durumu mümkün olan en keskin eleştirel analize tabi tutmak ve, ikincisi de, bu öngörülemez sistemin üretebileceği yeni olasılıklara dikkat kesilmek anlamına geliyor.

Bu bağlamda, Berlage Enstitüsü’nde düzenlenen bir uluslararası yetkinlik dersine [master class] katılan dört mimarlık öğrencisinin tasarladığı bir projeyi değerlendirmeye değer buluyorum. Bu, avangard pratiklerde kök salmış olmasına rağmen tamamıyla çağdaş bir proje: Bir yandan mevcut gerçeklik hakkında bir yorumda bulunuyor; öte yandan, bu gerçekliğe müdahale etmenin yaratıcı ve gerçekleştirmesi tümden imkânsız olmayan bir yolunu sunuyor.    

 “Görünmez anıt: yetkililer tarafından seçilen ve mimarlar tarafından hayata geçirilen bir kolektif hafıza temsilini sorgulamanın yolları” başlığını taşıyan proje, Güney Rotterdam’daki belirli bir alan için tasarlanmış olsa da beş haftalık stüdyo dersinin kapsamıyla sınırlı kaldı. Buna rağmen, mimarlığın politik mahiyeti üzerine kökten farklı bir düşünce geliştirmek için bir metafor ve özgün bir mekânsal pratik prototipi sunuyor. Mimarlar, amaçlarını şu sözlerle ifade ediyorlar:

 

Kapitalizm anıtları, totaliter anıtlar, demokrasi anıtları, kültürel anıtlar ya da ölülerin anısına dikilen anıtlar.... barbarlık belgesi olmayan tek bir belge yoksa eğer, buna anıtlar da dahildir. Görünmez Anıt, kamusal katılımı tasarlamaktansa tarif eden bir kamusal alan önerisidir.

 

Görünmez anıt, istenmediği sürece toprağın altında duran bir aygıttan oluşuyor. Zemin hazırlandıktan sonra ise, istendiği takdirde, farklı noktalarda yeryüzüne çıkabiliyor. Hangi inşaat teknolojisi daha uygunsa onu kullanarak yapılması düşünülmüş. Yeryüzüne çıktığı hızda gözden kaybolacak şekilde tasarlanmış. Geri kalan detaylar uygulama aşamasına ilişkin bütünlüklü bir fikir edinmemize imkân vermese de, proje iki can alıcı meseleyi gündeme getiriyor.     

Birincisi, görünmez anıt oksimoronu, mimarlığın kamuyu temsil etme gücünü tükettiğini teslim ediyor. Mimari anıtlar, bir zamanlar, kolektif anlamın ve hafızanın yükünü taşırlardı. 20. yüzyıldan itibaren mimarlık ve şehirciliğinin soyutlaşmasıyla beraber söz konusu temsil gücü de aşınmaya başladı (bkz. Sigfried Giedion, Josep Lluis Sert ve Fernand Léger’in 1943’te yazdıkları “Nine Points on Monumentality” başlıklı bildiri). Geleneksel anıtı yeniden işlevsel hale getirerek liberal-demokratik devletin ve modernist estetiğin hizmetine koşmayı amaçlayan bu bildirinin yayınlanmasının üzerinden geçen yetmiş küsur yılda anıt mefhumu iyiden iyiye güçten düştü. Şimdilerde temsil güçlerini yitiren anıtlar, ya safi gösteriye ya da salt büyüklük ispatına dönüşmüş durumda. Günümüzde, görünürlük bir pazarlama stratejisi; imaj tüketimine dayanan ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. Görünmez anıt, geç kapitalizm koşullarında yurttaşlık pratiklerinin bu şekilde içinin boşaltılmasına cevap mahiyetinde bir proje: Namevcut anıt, namevcut politik özneyi simgeliyor.

İkincisi, projenin söz konusu alanı bir inşaat edimiyle işgal etmeyi reddetmesinin (vurgunun kalıcılıktan performansa geçtiğinin bir göstergesi) hem çevresel hem de politik içerimleri var. Bunlardan ikincisi hakkında şunu söyleyebiliriz: “Yetkililer tarafından seçilen bir kolektif hafıza temsiline” uysal bir şekilde boyun eğmektense bu temsili “sorgulama” kararı, önceden belirlenmiş ve kanıksanmış anlamları sarsmak anlamına gelir, ki bu da ilgili alanı daha da görünür kılar. Bu détournement (saptırma), Robert Musil’in anıtların görünmezliğine ilişkin sözlerini akla getiriyor. Musil’e göre, bu görünmezliğin sebebi tam da anıtların fazlasıyla tanıdık olmaları ve bu yüzden izleyicinin dikkatinden kaçmaları, hatta bakışlarını geri çevirmesine sebep olmalarıdır. Fakat burada vurgunun, yapıdan ziyade etkinlik üzerinde olmasının, temsil meselesinin ötesine geçen içerimleri var. Alanın, kısa ömürlü kamusal etkinliklerin gerçekleşeceği bir katılım mekânı olarak geri kazanılması, bütün gayri menkul projelerinin alamet-i farikası olan iktidar ve mülkiyet iddialarına meydan okuyor.

Bu küçük ama çağrışımlarla yüklü proje, mevcut post-politik ortamın içinden yeni bir tür kamusal ve politik praksis oluşturmanın yolları üzerine kafa yoruyor. 19. yüzyılda henüz oluşumunu tamamlamamış, amorf bir kentsel topluluk olarak ortaya çıkan ve 20. yüzyılda disipline edilerek Fordist ya da faşist kitlesel bir aksesuara dönüştürülen kalabalık, günümüzde, yeni ve engin enerjilere gebe bir kaynak olduğunu ispatladı. Küresel sermaye sisteminin karşısında durabilecek yegâne olası etmen olan kalabalık, muazzam değişiklikler yaratma potansiyeline sahip patlayıcı ve çok yönlü bir güç oluşturuyor. Politik saiklerle hareket eden bir mimarinin önündeki en acil görev, gelecekte görülecek bu tür dışavurumlar için zemini hazırlamak olabilir.        

 

 

Bu metin, Joan Ockman’ın Architecture Against the Post-Political: Essays in Reclaiming the Critical Project [der. Nadir Lahiji (New York: Routledge, 2014)] başlıklı kitaba yazdığı sonsözden kısaltılarak çevrilmiştir.

 

mimarlık