Kompleksizm: Neoliberal Sosyal Düşünce ve Algoritmik Sanat Arasında

Aşağıdaki metin, Ricky D. Krano’nun Open Cultural Studies (2018, 2) dergisinde yayınlanan “A Context for Complexizm: Between Neoliberal Social Thought and Algorithmic Art” başlıklı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.

 

                                              

20. yüzyıl bilim ve matematiğinin epistemolojik buluşları hâlâ yararlı ve isabetli bir kültürel bağlama oturtulmayı beklemektedir. Bu fikirlerin genel kültüre mal edilmesi, kompleksite sanatçılarına daha uzun yıllar malzeme sağlayacaktır.

Philip Galanter, “What is Complexism?”

 

Leonardo Solaas, Propagations

 

Matematikçi ve iletişim kuramcısı Warren Weaver, 1948 yılında yazdığı “Bilim ve Kompleksite” makalesinde, İkinci Dünya Savaşı sırasında geliştirilmiş yeni elektronik bilgi-işlem araçlarıyla silahlanmış olan Batı biliminin, “üçüncü büyük hamle”sinin eşiğinde olduğunu iddia etmişti; “dünyanın geleceği bu ilerlemeye dayanacaktı” (Weaver 540-542). Weaver’ın “örgütlenmiş kompleksite” olarak tanımladığı problemlere insanlık ancak modern bilgi-işlemin gelişmesi ve vaatleri sayesinde cevap verebilirdi. “Bilim ve Kompleksite” makalesi, hem o zamanki matematik ve istatistik teknikleriyle çözülemeyen problemlerin bir hülasasını, hem de sonraki yarım yüzyılın bilimsel araştırma programını oluşturuyordu. “Örgütlü  kompleksite” problemleri, Weaver’ın makalesini yazdığı zamanlarda daha yeni yeni kavranmaya başlıyordu. Bunu da mümkün kılan, savaştan sonraki radikal sosyal ve ekonomik ivmeyle, hızla gelişen bilimsel ölçüm teknikleri ve araçlarıydı. Örgütlü kompleksite problemleri “aynı anda organik bir bütün oluşturan birbiriyle ilişkili yüklü miktarda faktörle” ilgilidir (Weaver 539). Bu “organik bütünler”, fizikokimyadan, sinirsel ağlara ve finans piyasalarına kadar uzanan birçok alanda peş peşe keşfedilmiş ve analiz edilmişti.

Son zamanlarda, kompleksizm doğrultusunda çalışan sanatçılar, bilgisayarların yardımıyla, enstalasyon, performans ve video sanatına kendi kendini organize eden kompleks formasyonlar kattılar. Kompleksizmin önde gelen destekçilerinden Philip Galanter’ın işleri, kompleksite kavramları ve araçları sayesinde, algoritmaların sanat pratiklerine katıldığı eski teknikleri ileriye götürür. Böylece, son kertede, sanat ve edebiyatla, doğal ve fiziksel bilimleri bağdaştırmak konusundaki didaktik projenin gelişmesini sağlar. Galanter’in değindiği gibi “sanat kadar eski olmasına” rağmen, algoritmik –veya jeneratif– sanat, toplu bir kültürel hareket olarak hayli yeni. Bu bağlamdaki sergiler, uluslararası konferanslar, rehberler ve sanat okullarındaki dersler henüz geçen on yıl içinde kurumsallaştı. Bu yazıda amacım, bu gelişmeyi piyasa ilişkileri yönünden sorgulamak. Çünkü kompleksizm, 21. yüzyıl kapitalist toplumlarının esas altyapısını oluşturan pazar mekanizmasını temsil ediyor, hatta takviye ediyor. Düşündüklerim, sanat piyasası aracılığıyla finans kapital ile estetik beğeninin kaynaştığı yolundaki eleştirilerden epey uzak. Bu eleştiriler geçerli olsa da, benim ilgilendiğim konu neredeyse tam zıddı.

 

 

Philip Galanter, Untitled 53, generative bodies 

 

Kompleksizm çerçevesinde, sermaye ile kültür arasındaki bağ çok daha soyut. Kompleksist sanatçılar deneysel, geçici ve sanal işler yapıyorlar, dolayısıyla kompleksizme metalaşma ve sahip olma hırsı yönünden yaklaşmak oldukça zor. Burada asıl sorun, kompleksist sanatı teşvik eden ilkelerin, neoliberal düşüncenin artan hegemonyası doğrultusunda nasıl biçimlendiği. Bu konuda, spontane düzen, kompleks sistem ve “soyutun önceliği” gibi tasavvurlardan hareketle, son derecede etkili bir serbest pazar ideolojisi kuran iktisatçı, sosyal kuramcı ve siyaset felsefecisi Friedrich Hayek’in eserlerinden yararlanacağım. Galanter’in kompleks sistemlerle ilgili verdiği örnekler, Hayek’in yarım yüzyıl önce, her fırsatta belirttikleriyle neredeyse özdeş: doğal dil, beyin, zihin, filogenetik evrim ve “kültürlerin yükselişi ve gerilemesi”, tamamıyla benzer aşağıdan-yukarı örgütlenme mekanizmalarının ürünü; yani çok sayıdaki etkenin yanal olarak koordine olduğu ama yönlendirilmemiş etkinliklerinin ürünü. Son tahlilde, jeneratif sanatın bir alt kategorisi olan kompleksist sanat, neoliberal politika ve düşüncenin önde gelen mimarının kuramsallaştırdığı piyasa mekanizmasının son derecede kaygı verici şekilde estetikleştirilmesine dayanıyor.

Hayek’e göre, kompleksite bilimiyle ilgili ilk açıklamalar, doğa bilimlerinin sosyalleşmesi’ni öneriyordu. Hayek de buna ayak uydurdu. Sosyal bilimlere ilişkin felsefesinde, doğal bilimler ile sosyal bilimler arasındaki ayrımı vurgulamaktan vazgeçiyor; mekanik ve ölçülebilir nesnelerle ilgili yasalar tanımlayan bilimlerle, “hayatın, zihnin ve toplumun” “özünde kompleks” olan fenomenlerini inceleyen bilimleri karşıtlaştırıyordu (Hayek, Studies 25). Bilim için bu, “genel ve birleştirici” olan her söylemin artık geçersiz olması anlamına geliyordu. Bu ise Hayek’in, sosyal bilginin her zaman dağınık olması, bürokratik ve politik kurumlar tarafından hiçbir zaman yeterince merkezîleştirilememesi gerekçesiyle ekonomik planlamayı reddetmesiyle uyuşuyordu.

Sanat alanına tercüme edilirse, bir sanatçıya ya da gruba özgü yaratıcı “vizyon” anlayışı artık vaktini dolduruyordu. Kompleksist sanatçı Galanter’in işleri ve yazıları tam da böyle bir dünyaya işaret ediyor. Genellikle algoritmalar tarafından yönetilen, kendi kendini düzenleyen ve öngörülmesi mümkün olmayan örüntülerin insana özgü buluş ve algı yetilerinin yerini aldığı ve bu süreçte de 21. yüzyılda neoliberalizmin ürettiği acil etik ve politik sorunları görmezden geldiği bir dünya.

Galanter’in enstalasyonu RGBCA #2 (2010) galeri duvarı boyunca dokuz metre uzanan 100 adet çokrenkli LED ışıktan oluşuyor. Işıklar yanıp söndükçe ve renk değiştirdikçe, sanatçının kurgusu doğrultusunda gayet ani olarak örüntüler beliriyor ve kayboluyor. Gallanter’in birçok enstalasyonu gibi, bu iş de kompleksite biliminin ilkelerini resmetmeyi amaçlıyor.

 

  

Galanter, RGBCA #2

 

Kompleks düzenlemelerin tekrar tekrar işletilen basit programlardan türediği bu temel yöntem, jeneratif veya algoritmik sanatın tanımlayıcı özelliği. Algoritmaların elektronik olması gerekmiyor. John Cage örneğin, şansa dayalı işlemlerle müzik parçaları bestelediğinde analog algoritmalar kullanıyordu. Öte yandan, günümüzde bilgisayar desteğiyle tekrar eden süreçlerin öncülerinin İslam sanatının geometrik örüntüleri olduğu kabul ediliyor.

RGBCA #2 gibi enstalasyonlarla, Galanter kesin bir pedagojik göreve sahip olan algoritmik sanat tarzını aşılamak istiyor: “sanat ve beşeri bilimlerin problem alanına kompleksite teorisinin dünya görüşünü ve tutumunu yansıtmak”. (Galanter, “What is Complexism?”, 151) Böylece, aynı zamanda sanatla ilgili yeni bir araştırma alanı olan, jeneratif sanat pratiğinin alt kategorisi kompleksizmin doğuşunu ilan ediyor. Galanter’e ve diğerlerine göre bu alandaki en yeni ve heyecan verici projeler bu kompleksite kavrayışıyla tasavvur ediliyor. Galanter, eş-küratör Ellen K. Levy ile şunları yazıyor:

Sergimiz, KOMPLEKSİTE sanatının, kompleksitenin farklı yönlerini yansıtan ve kompleks sistemler bilimine hem kasti hem sezgisel olarak karşılık gelen geniş bir sanat alanı olduğunu öne sürüyor. […] Peki kompleksite ne? [...] Bilim insanları ‘kompleks’ terimiyle ‘karmaşık’ veya ‘çözümü zor’ demek istemiyor. Genel olarak, kompleks sistemler, birbirleriyle doğrusal olmayan yollarla etkileşen ve şaşırtıcı bir şekilde çoğu zaman kendi kendilerini düzenleyen çok sayıda bileşenden oluşuyor. (Galanter, Levy, 2)

Birçok çağdaş sanat akımı arasında, özel olarak 21. yüzyılda gündelik hayatın teknolojik ve toplumsal işleyişine yönelik olan akımın jeneratif veya algoritmik sanat olduğu görülüyor. Her ne kadar bu alanı elektronik kompütasyon belirliyorsa da, tekrara dayalı otomatik tekniklerin –algoritmalar– imge üretmeye uygulanması, Galanter’in söylediği gibi eskilere gidiyor. Benim amacım, tarihsel anlamda kompleksizmi yalnızca bir sanat pratiği olarak değil, bir söylem, ideoloji, ethos olarak; ayrıca kompleks örüntülerin ortaya çıkışını ve davranışını yöneten bir dizi teknik olarak belirlemek…

Galanter, “sürekli değişim içindeki kompleks sistemleri” paradigmatik anlamda en iyi borsanın temsil ettiğini belirtiyor. Borsada, “milyarlarca hisse ve işlem ilişki içine giriyor… örüntüler ortaya çıkıyor” ama buna rağmen “hiçbiri piyasayı planlamıyor ve ona egemen olmuyor” (Galanter, “Complexism and Generative Art”, 312). Bu başarı, son derecede hızlı, verimli ve şeffaf bir makine olarak finans piyasasının romantik imajını sürdürmekle kalmıyor; kompleksizmin serbest pazar politikalarını nasıl estetikleştirdiğini de gösteriyor. Liberallerin “ideolojik tarafsızlık” iddiasını (Perason 9.4 ve 9.11) yansıtan kompleksizm hem laissez-faire politikalarını idealleştiriyor hem de neoliberal çağa özgü yoksullaşma salgınını doğallaştırıyor. Kompleksite biliminin eleştirilmeden ve düşünüp taşınmadan sanata mal edilmesi, piyasa rekabetinin kaçınılmazlığına, yönetimin çirkinliğine ve makinenin sosyal zorunluluğuna dair bu bilime içkin olan görüşlerin daha da pekişmesi tehlikesini taşıyor.

 

Galanter, Untitled (Planet), jeneratif analog video, 1993

Yeni Doğa Kültünde Anti-politika

Jeneratif sanat çerçevesinde şeylerin nasıl görüneceğini tanımlayan algoritmalar ve bilgisayar kodları, yeni tür bir natüralizmin işaretleri olurlar. Programcı, algorist ve Jeneratif Sanat kitabının yazarı Matt Pearson bilgisayar algoritmalarını suya ve toprağa benzetiyor; “jeneratif sanatın inşa ettiğimiz bir şey” olmadığını, daha ziyade “yetiştirdiğimiz bir şey olduğunu” öne sürüyor (Pearson, 9). Algoritmaların "doğal dünyanın bir parçası olduğunu” belirtiyor. Galanter’e göre, algoritmik sanat eserleri, eğer kompleks sistemlerin özü olan öngörülemezliğe başarıyla sahip çıkabileceklerse, “kültürün ve insanın etkisinin ötesinde, doğal süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar” (Galanter, “What is Generative Art?”, 9).

Kompleksite bilimi tarihinin önemli olayları arasında, fizikokimyacı ve Nobel ödülü sahibi Ilya Prigogine’nin 1960 ve 1970’lerde “yitirgen [dissipative] yapılar” üzerine yaptığı çalışmalar bulunur. Bu çalışmalar, kendi kendini düzenleme süreçlerinin “dengeden uzak” sistemleri konusundaki tanımlamaları geliştirmiştir. Ayrıca, 1984’te, sinir sistemlerinden uygarlıklara ve internete kadar tüm kompleks sistemler konusundaki araştırmaların önde gelen merkezi Santa Fe Enstitüsü’nün kuruluşunu sağlamıştır. Weaver’ın 1948 yılında yazdığı makalesinde tahmin ettiği gibi (Weaver, 540-542), kompleksite araştırmalarında elektronik bilgisayar vazgeçilmez olmuştur. Parçacık fizikçisi ve sistem kuramcısı Fritjof Capra’nın sözleriye, “yeni makinelerimiz, doğrusal olmayan sistemlerin görünüşte kaotik olan davranışları arkasında hiç beklenmedik örüntüler ortaya çıkardı” (Capra, 8). Elektronik bilgisayarlar olmadan, kompleksite biliminin keşiflerinin arkasındaki matematik hesaplar mümkün olamazdı. Evrenin (ya da sinir sisteminin, ekosistemin veya ekonominin) “altında yatan düzen”e gözlemci erişemez. Kompleksite bilimi tarafından geliştirilen vizyon, kesin olarak kompütasyona dayalıdır ve tamamıyla insan-sonrasıdır [posthuman].

Doğa bilimleri alanında çalışan Prigogine ve diğerleri kompleks sistemleri araştırmaya ve kavramaya başlamadan önce, Weaver’ın örgütlü kompleksitenin sorunlarıyla ilgili çağrısına en önce beşeri ve sosyal bilimler cevap vermişti. Daha 1950’lerde, uluslararası ilişkiler hocaları ve organizasyon kuramcıları devletler ve şirketler arası ilişkileri kompleks sistemler çerçevesinde tasavvur etmeye başlamışlardı. Hayek’in toplum kuramı ve onu izleyen yönetişim felsefesi bu çalışmalarla yakından ilgilendi ve aynı şekilde fizik bilimlerindeki kompleksite araştırmalarının başını çektiği ağ-dinamiği ve algoritmik uyarlık meselelerini öngörebildi. Aslında Hayek, kendi kendini düzenleyen kompleks sistemlerin ortaya çıkmasıyla ilgili meseleleri daha 1930’larda incelemeye başlamıştı. Bu meselelere önerdiği çözümler, tarihçilerin ve sosyologların sonradan geç kapitalizmin “neoliberalizme” sapması olarak tanımladığı olayda rol oynamıştı.

Hayek’in toplum kuramı ile çağdaş kompleksist sanat ve sanat söylemi arasındaki bağlar gayet kapsamlı. Hayek’in, sibernetikçiler, sistem kuramcıları, evrimsel biyologlar, bilişsel psikologlar ve kompleksite biliminin diğer öncüleriyle karşılıklı ilişkileri; klasik laissez-faire kapitalizmine karşı öteden beri sürdürdüğü itirazlarını destekledi. Onun görüşüne göre, klasik laissez-faire kapitalizmi, giderek giriftleşen toplumsal değişimlerden, büyüme ve farklılaşmanın hızlanmasından doğan “yeni problemlerle baş edemiyordu” (Hayek, New Studies, 144). Kısacası, neoliberalizmde yeni olan şey, devletin elini eteğini çekmesindense, gayet açık pozitif bir yaklaşım benimsemesiydi. Fiyatların “doğal” olarak oluşması için gereken koşulları yaratması ve bu fiyat sistemi çevresinde anbean kendiliğinden oluşan kompleks sosyal fenomenleri düzenlemesiydi.

Düzen ile düzensizlik arasında yer alan modern/postmodern sentezinde, kompleksist tarzdaki algoritmik sanat, Hayek gibi neoliberallerin tasvir ettiği piyasa sistemine çok benzer. Hayek’e göre neoliberalizm, piyasa sosyalizmi ile laissez-faire radikaller arasında, ideolojik bakımdan sözde tarafsız olan üçüncü bir yol önerir. Sosyalistlerin “mükemmel denge”ye dayalı planlı ekonomisi, toplumu tamamıyla ve bilinçli olarak düzenlenebilen, kavranabilen, hesaplanabilir bir nesne olarak kabul ediyordu. Tam karşı uçtaki laissez-faire radikaller ve anarko-kapitalistler ise düzensizliğin ve kaosun sunduğu özgürlüğü kutsuyorlardı. Eşit derecede riskli gördüğü her iki modelden de uzaklaşmak isteyen Hayek, fiyat mekanizması ve piyasa rekabetinin, “ani olarak ortaya çıkan, ancak değişim süreci boyunca korunabilecek düzenler” doğurduğunu düşünüyordu (Hayek, New Studies, 183, 184). Başka deyişle, neoliberal piyasa, sürekli kendi kendini düzenleyen “bilinç-üstü” [supra-conscious] formasyonların ortaya çıkacağı, evrileceği ve mücadele edeceği dinamik bir dengesizlik durumunu besleyerek, toplumu basit anlamda düzenli ve düzensiz olan ortamları aşmaya zorlar. Çünkü, olgular, örüntüler, sonuçlar kararlaştırılmamış olarak kalır; piyasanın, politik ve ideolojik partizanlığı tamamıyla es geçtiği söylenir; bunun da jeneratif veya algoritmik sanat sistemi içindeki sanatçının tarafsızlığına işaret ettiği iddia edilir.

                      Refik Anadol, Machine Hallucinations - Space: Metaverse  

 

Algoritmik Yönetişimden Düzenleyici Sanata

Hayek’in düşüncesinin üç ana özelliği –bilim felsefesinde yola çıktığı farklı ama birbiriyle ilişkili üç problem– jeneratif sanat ve kompleksizm araştırmamızda özel bir dikkat gerektiriyor. Bir kere Hayek, çağdaş piyasayı bir rekabet ve mübadele ortamı olarak değil de, çok-katmanlı bir “iletişim sistemi”, ya da çok-amaçlı bir “bilgi işlemcisi” olarak tasavvur etmeye başlar. İkincisi, insanların kendilerini, bilmedikleri ve yavaş yavaş gelişen “soyut kurallara” göre gözlemlediklerini, anlamlandırdıklarını ve yönettiklerini düşünür. Üçüncüsü, tarihsel olarak özgül “aniden oluşan düzenlerin”, böyle basit kuralların binlerce yıl boyunca tekrar tekrar işlenmesinden doğduğunu savunur. Bu düzenler, insanların kolektif yaşamlarının sürekli etkileşim içinde olduğu dinamik, yarı-dengeli [metastable] biyolojik, fiziki ve teknolojik sistemlerin parçaları haline geldikleri “hiyerarşik olmayan” ve “kendi kendini düzenleyen” sosyal formasyonlardır. Bu üç temel fikir, bilim felsefesine ait özel tartışmalardaki sınırlı anlamlarını aşarak, ekonomik, toplumsal ve politik düşüncede neoliberalizme sapmanın temelini oluşturur. Kompleksiteyle ve özerk algoritmik sistemlerle ilgili teoriler, çağdaş kapitalist kültür kadar çağdaş kapitalist piyasaların gelişmesinde de temel ideolojik koşulları sağlamıştır. Bu da jeneratif sanatla ilgili serimlememizde önemle üstünde durmamız gereken bir olgudur.

Hayek’e göre piyasa, daha özgül olarak da fiyat mekanizması, sistemin nasıl işleyeceğini tasarlayan bir plan olmamasına rağmen işlerliğini koruyan muazzam bir iletişim ağıdır. Galanter, “işin bağlamıyla hiçbir ilgisi olmayan” yöntemleri desteklerken neoliberalizmi taklit eder. RGBCA#2 adını verdiği işte örneğin, her hücre, davranışını bitişik hücrelerin bilgisine göre ayarlar. Sanatçı sistemin dışındadır. Bunun neoliberal yönetişim teknikleriyle bağı o kadar meydandadır ki, Galanter’in işini “düzenleyici sanat” [regulatory art] olarak tanımlayabiliriz. Kompleksist sanatçılar gibi, bilim insanları, düzenleyiciler [regulators] veya politika yapanlar da belirli bir kararın veya fiilin arkasında etkin olan kuralları tam olarak bilemezler. Ya da daha geniş anlamda, kurallardaki verili bir değişikliğin toplumsal değişimi nasıl etkileyeceğini bilemezler. Ama buna rağmen kümedeki soyut örüntüleri keşfedebilirler. İşte tam bu noktada, verilerin algoritmik kümeleşmesi ve filtrelenmesinde, herhangi bir bilinçli oluşumun veya sürecin yönetmediği, özgün ve sahiden kompleks yapılar ortaya çıkar. Birçokları verili bir sistemdeki konumları hakkında bilinçli seçimler yaparken, kompleks-bütün, Hayek’in “bilinç-üstü” dediği “mekanizmaya” ayak uydurur. Her iki durumda da –ekonomik, estetik– enformasyonun yönetimsiz koordinasyonu ve dağılımı sayesinde “bütün, birlik içinde hareket eder”.

 

 

Neoliberal Stil

Özet olarak, kompleksist sanatın ve söylemin belli başlı iki açmazı var. İlk olarak, mirası konusunda, yani çağdaş kompleksite biliminin sosyal, ekonomik ve politik kaynakları konusunda bilgisizdir. Bu da, ideolojik tarafsızlığı konusunda ve neoliberal yönetişimle rahatsız edici ilişkilerini kavrayamaması konusunda safiyane varsayımlara yol açıyor. İkincisi, savaş sonrasından günümüze kadar, doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında süregelen yoğun etkileşimi tamamıyla basite indirger. Bu da Galanter’i ve diğer kompleksist sanatçıları, modern ve postmodern geçmişten gelen fikir ve stilleri isabetli olarak kompleksist geleceğe yansıtamamaları dolayısıyla yanlış yönlendirmiş bir amaçsallık yaratır.

Açık olmak gerekirse, kompleksizmin açmazının, önemli bilimsel fikirleri benimsemesi veya kompleksite teorisi ve çevresindeki bütün kavramları eklemlemesi ve aydınlatmasıyla hiçbir ilgisi bulunmuyor. Sorun daha ziyade kompleksizmin şimdiye kadar biçimlendiği kültürel-tarihsel boşlukla ilgili. Galanter’in “özel bir motivasyon ve ideoloji olmaması” ile ilgili sanısı, neoliberal politikaların beslediği devasa eşitsizliği durdurmaya duygusuzca ve yüzsüzce itiraz etmesiyle aynı. Neoliberalizmin politikası gibi, jeneratif sanatın da politikası, apolitikleşme olarak özetlenebilir. Neoliberalizmi eleştirenlerin, onun tarafsızlık iddialarının geniş anlamdaki ideolojik aldatmaca stratejisinin eseri olduğunu ortaya çıkarmalarından bunca zaman sonra, jeneratif sanatın politik safiyetinden bahsetmek abestir. Kompleksist sanat, neoliberalizmin pazara dayalı sosyal teorisine ait ilkeleri kopya edip estetikleştirerek, onun yoksulluk üreten sosyo-ekonomik etkilerini istemeden de olsa fiilen paylaşır.

“Teknik Olarak Çoğaltılabildiği Çağda Sanat Eseri” başlığını taşıyan klasik makalesinde Walter Benjamin, politikayı estetikleştirmek isteyen faşist sanatı reddeder. Ona göre, bu eğilim karşısında devrimci –komünist– sanat, estetiğin polilitikleştirilmesine yönelmelidir. Bugün muhakkak ki, Benjamin’in  20. yüzyıla özgü antagonizmini aşmış bulunuyoruz. Neoliberalizm özünde bir apolitikleşme mantığına göre deviniyor ve yol açtığı sonuçları dile getirmeyi reddettiği sürece, stil konusunda herhangi bir anlam taşımıyor. Aynı zamanda, sanat, dijital teknolojiler sayesinde artık mekanik çoğaltmanın çok ötesinde tekil deneyler ve tesadüfi işler üretebilmektedir. Algoritmik sanat, politikanın estetikleştirilmesinden ziyade yönetimin estetikleştirilmesine, yönetişimin estetikleştirilmesine dönük bir anti-stildir. Galanter’in modüler ışık enstalasyonlarını seyretmek çok zevkli olabilir, ama sanatçının cânıgönülden savunduğu gibi “bilimler ile beşeri bilimler arasında başka bir buluşma mahaline” (Galanter, “What is Complexism”,165) ihtiyacımız yoktur. İhtiyacımız olan, vizyonumuza meydan okuyan, Jacques Ranciere’in belirttiği gibi “duyusalı yeniden bölüştüren”, dünya resmimizi ve geriye kalan olanaklarımızı sorgulayan bir sanattır. Bize göre kompleksizm, bunun tam karşıtını gerçekleştirmektedir.

Alıntılanan Kaynaklar:

Benjamin, Walter. “The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction”. Illimiunations. Schoken Books, 1969.

Capra, Fritjof. Reframing Complexity: Perspectives from the North and South. Emergent, 2010.

Galanter, Philip. “What is Complexism”, GA2008, 11th Generative Art Conference, 2008.

Galanter, Philip. “What is Generative Art?”, http://www.philipgalanter.com/downloads/ga2003_paper.pdf

Galanter, Philip ve Ellen K. Levy. “Complexity: Art and Complex Systems”. Gallary Guide, Samuel Dorsky Museum of Art.

Hayek, F.A. New Studies in Philosophy, Politics, Economy and the History of Ideas. Routledge, Londra, 1982.

Hayek, F.A. Studies in Philosophy, Politics and Economics. Chicago University Press, 1967.

Pearson, Matt. Generative Art: A Practical Guide Using Processing. Manning Publications, 2011.

Weaver, Warren. Science and Imagination: Selected Papers. Basic Books, 1967.