Küllerinden Doğan Koleksiyoner: Charles Saatchi

The Sunday Times’ın yazarlarından Waldemar Januszczak geçenlerde kaleme aldığı bir yazıda, Charles Saatchi’nin (parası tarafından sağlama alınan) “arsızlığı ve enerjisi” olmasa bugün Tate Modern diye bir yerin olmayacağını ileri sürüyordu.[1] Charles Saatchi’nin kültür dünyamız açısından önemini lüzumundan fazla abartan bu yazı, Britanya’da ikamet eden bu sanat koleksiyonerinin etrafında dönen tantananın izdüşümlerinden biri yalnızca. Medyanın ürettiği bu tür mitlerden bir başkası da, Saatchi’nin Britanya çağdaş sanatının gidişatını tek başına değiştiren adam olarak kabul edilmesi. Bu payeyi, YBA kısaltmasıyla tanınan genç Britanyalı sanatçıların yükselişinden sorumlu deha olarak tanınmasına borçlu. Kuzeybatı Londra’da sanat koleksiyonunu ilk defa halka açtığı 1985 yılından bu yana, Charles Saatchi çok yönlü bir insan olduğunu kanıtladı. İştigal ettiği bin bir türlü faaliyet arasında koleksiyonerlik, sanat simsarlığı, küratörlük, reklamcılık, kendini pazarlama (self-publicist), trend belirleyicilik ve kudret simsarlığı var. Bir kapitalist prototipi ve televizyonda yemek programı sunan Nigella Lawson’ın milyoner kocası olduğunu da unutmamak lazım tabii. County Hall’daki galerisi mahkeme kararıyla kapatılan Saatchi, görünüşe göre küllerinden doğdu ve onunla beraber, iflas ettiğini zannettiğimiz sanat imparatorluğunun için için yanan külleri de, Lonra’nın gözde semti Sloane Meydanı’nda açılan üçüncü galerisiyle yeniden alevlendi.

Bu makalenin amacı, mitin ardındaki adamı incelemek. İlkin, Saatchi’nin medya ve sanat piyasasını nasıl yönlendirdiğine ve bu doğrultuda ne tür ticari stratejiler kullandığına bakacağım. İkinci olarak, genç Britanyalı sanatçıların hamisi olarak uluslararası nam salan bu şahsın şimdilerde nasıl (gözünü özel olarak Doğu’ya dikmiş olsa da) dünyanın her köşesine eli uzanan bir koleksiyonere dönüştüğünü açıklamaya çalışacağım. Son olarak,  hem kendisini hem de günden güne genişleyen koleksiyonunu dünyaya yeniden tanıtmak için kullandığı “The Revolution Continues: New Art from China” (Devrim Sürüyor: Çin’den Yeni Sanat Örnekleri) başlıklı serginin bir değerlendirmesini sunacağım.

Devam etmeden önce, önemli bir noktaya dikkat çekmekte fayda var: Saatchi’nin faaliyetleriyle ilgili herhangi bir araştırma, istesek de istemesek de, yine Saatchi’nin koyduğu kurallar çevresinde ilerlemek zorundadır. Belirli olguları kamusal alana taşıyan kimi müzayede satışları dışında, Saatchi’nin iş ilişkileri (alımları ve satımları) hakkındaki her tür enformasyon kırıntısı, çeşitli promosyon mekanizmalarının sıkı bir denetiminden geçtikten sonra bize ulaşıyor. Bu da, Saatchi ve faaliyetleri hakkında ancak onun bilmemizi istediği kadarını bilebileceğimiz anlamına geliyor. Dışarıya ser verip sır vermeyen yakın çevresinin dışındakiler kamuoyuna açıklanan enformasyonla yetinmek zorunda; yakın çevresinden olanların ise Saatchi hakkında kafalarına estiği gibi konuşma özgürlüğüne sahip oldukları sanılmamalı.[2]

Dünyadaki diğer mültimilyoner çağdaş sanat koleksiyonerlerine kıyasla Saatchi’nin eşsiz bir konumda olduğu söylenebilir. Diğerleri gibi o da koleksiyon yapıyor; fakat diğerlerinden farklı olarak aynı zamanda düzenli aralıklarla koleksiyonunu dağıtıyor ve sonra sil baştan yeni bir koleksiyon oluşturuyor. Bu üç işlem, şüphesiz ki, Saatchi’nın diğer koleksiyonerler arasından sıyrılmasını sağlıyor; fakat, onu, koleksiyoner ile sanat simsarı arasındaki ince çizgide yürümeye mecbur eden de yine bu faaliyetler.

Anavatanında yürüttüğü koleksiyonerlik faaliyetleri açısından düşünecek olursak, Saatchi’yi diğer koleksiyonerlerinden ayıran iki nokta var. Birincisi, sanat okulundan daha yeni mezun olmuş, kariyerinin çok erken aşamalarında olan sanatçılardan eser almasıyla tanınıyor. İkincisi (ki bu, ilk stratejiden ayrı düşünülemez), neredeyse endüstriyel ölçekte alım yapıyor; yani, belirli bir sanatçının bütün eserlerini satın alabiliyor. Böylece, ekibindeki sanatçılardan biri piyasada üst mertebelere yükselecek olursa, ucuza aldığı eserleri inanılmaz bir kâr oranıyla satma imkânı kazanıyor. Elinde bulundurduğu hatırı sayılır miktardaki eserden biri özel takdir kazandığı durumda ise, eser sahibi sanatçının hem sergi programına müdahale etme hem de eserlerinin piyasa değerini belirleme şansını elde etmiş oluyor.

Fakat, Saatchi’yi Dakis Joannou ve Patrizia Sandretto de Rebaudengo gibi koleksiyonerlerden ayıran esas özellik, her koşulda ilgiyi üzerine çekmeyi, hem kaliteli gazetelerde hem de bulvar gazetelerinde çıkan haberlerle her daim medyanın odağında kalmayı ve gazetecileri sürekli tetikte tutmayı becermesi.[3] Bir reklam imparatorunun kamu nezdindeki imajını ustalıkla yönlendirebilmesinde şaşılacak bir şey yok elbette; yine de Saatchi, şöhretini korumak ve markasının promosyonunu yapmak konusunda olağandışı bir başarı sergiliyor. Galerilerinde açılan sergiler hakkında yazılan eleştiri yazıları, devasa propaganda makinasını ayakta tutmaya yetmiyor; düzenli aralıklarla medyanın iştahını kabartacak türden işlere imza atması gerekiyor. Bu, nadiren özel röportajlar vermek; skandala yol açacak birtakım iddialarda bulunmak; gazete köşelerinde yer bulacak sansasyonlara imza atmak ya da koleksiyonundan yaptığı bağışlarla artı puan kazanmak olabilir. Gazetelerdeki yerini sağlama alabilmek için sürekli heyecan yaratmak ve beklentileri yüksek tutmak konusundaki başarısı bir yana, medyanın ilgisini çekecek türden bir söylem tutturmada da aynı derecede usta.

Medyanın ciğerini bilmesinden ileri gelen gücünün sırrı ise “medya çekingenliği”nde, basına ya da başka mercilere faaliyetleri hakkında açık açık konuşmak konusunda sergilediği nedeni bilinmez isteksizlikte yatıyor. Bir yorumcunun özlü bir şekilde ifade ettiği gibi “gücünü sessizlikten devşiriyor”.[4] Kavalını öttürmeye karar verdiğinde ise, medya da, onu kırmayıp, oynamaya başlıyor.

Geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde Saatchi kendisine gelen derinlemesine mülakat taleplerinin çok azını kabul etti. Denilene göre, konuşmaya razı geldiği ender zamanlarda bile röportajı gerçekleştiren gazeteciye, sözlerini doğrudan alıntılama izni vermiyor. Röportajların zamanlamasını çok iyi ayarladığını ise söylemeye bile gerek yok. Saatchi şimdiye kadarki en uzun röportajını 2004 senesinde Art Newspaper’a verdi. E-posta üzerinden soru-cevap şeklinde gerçekleşen bu söyleşide, Saatchi, koleksiyonerlik alışkanlıkları hakkında ilk defa uzun uzadıya konuştu. Kritik bir anda, tam da 2005 yılı boyunca sürmesi planlanan “The Triumph of Painting” (Resmin Zaferi) başlıklı sergi serisinin açılışını yapmak üzere olduğu bir sırada, bu söyleşiyle gündeme oturmaya karar vermişti. Bu sergi serisi, Saatchi’nin YBA kampanyasından sonraki en iddialı projesi olacaktı; fakat, maalesef, dükkân sahibinin kendisine açtığı davayı kaybetmesi üzerine galerisini alelacele kapatmak zorunda kaldı.

Röportajlar, Saatchi’nin reklamını yapmak için kullandığı sayısız araçtan biri yalnızca. Ara sıra çeşitli kurumlara sanat eseri bağışlamasıyla ve öğrencilere burs vermesiyle gündeme gelebiliyor. Mesela, 1999 yılında Arts Council Koleksiyonu’na 100 eser bağışladığı biliniyor. 2002’de ise, Paintings in Hospitals adlı hayır kurumu aracılığıyla Britanya’daki çeşitli hastanelere 50 resim bağışladı.[5] Burslara gelecek olursak, Saatchi, 97 sanatçının 130 eserinin satışa çıkacağı bir müzayedeye ön ayak oldu; çokça konuşulan bu müzayededen elde edilen gelirler Londra’da bulunan dört sanat okulunda okuyan öğrencilerin eğitim burslarını karşılamak için kullanıldı.

Fakat, Saatchi genellikle daha sansasyonel reklam kampanyalarıyla adını duyurmaktan hoşlanıyor. Örneğin, gazetelerden okuduğumuz kadarıyla, “adı sanı duyulmamış” yeni bir sanatçı olan Stella Vine, yaptığı ilk resmin Charles Saatchi tarafından satın alınmasıyla beraber “sanat dünyasının ‘son gözdesi’” mertebesine yükseldi.[6] Tam da adını manşetlere taşıyacak türden bir hikâye yakalamıştı Saatchi: 35 yaşında bekâr bir anne olan ve striptiz yaparak hayatını kazanan Vine, sanki Saatchi tarafından keşfedilmeyi bekliyordu. Bahsi geçen 600 sterlin değerindeki resim, Hi Paul, Can You Come Over (Bana Gelebilir Misin, Paul) başlığını taşıyan bir Prenses Diana portresiydi. Prenses Diana’nın 1997’deki ölümünün yarattığı kitlesel histeri ortadayken, medyanın, Prenses’le uzaktan yakından alakası olan, üstüne üstlük böyle bir başlık taşıyan herhangi bir şeyin üstüne atlayacağı belliydi. Saatchi’nin, Genç Britanyalı sanatçılar kuşağının yanı sıra Stella Vine gibi sanatçıları “keşfettiğini” iddia etmesinin, sanat dünyasında sivrilmesinde ve çağdaş Britanya sanatının en önemli koleksiyoneri olarak nam salmasında ciddi payı var.

Mahir bir koleksiyoner olduğu yolundaki iddiaları, alım satım gücü bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Sanat piyasasına müdahale etme becerisinin göstergelerinden ikisi medyada sıklıkla konu ediliyor. Bunlardan ilki, belirli sanatçıların müzayede fiyatlarını belirleyebilme yeteneği. Basın açıklamalarından da anlaşılabileceği üzere, Saatchi Galerisi, bunun övünülecek bir yetenek olduğunu düşünüyor. Gazeteciler ise, tuhaf bir şekilde, bu durumu fazla tantana yapmadan kabul etmeye ve papağan gibi tekrar edip durmaya yatkınlar. Ticari galerilerin satış bilgilerini açıklamaması âdettendir. Müzayede evlerinde gerçekleşen satışların ise, daha “şeffaf” olmasa bile nispeten denetime açık olduğu yanılgısına kapılmak mümkün. Müzayedeler kamusal arenada gerçekleşir ve satış rakamları kamuya açıklanır. Müzayedelerde satışa çıkan eserlerin değerinin, herkesin gözü önünde, koleksiyonerlerden ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen alıcılardan yükselen talep doğrultusunda belirlendiğini zannedersiniz. Böylece, sanat eseri “gerçek” piyasa değerini bulmuş olur. Oysa servet sahiplerinin kişisel egolarından ve doymak bilmez açgözlülüğünden beslenen kamuya açık müzayedeler manipülasyona açıktır. “Triumph of Painting” sergisi öncesinde, Saatchi’nin Güney Afrikalı ressam Marlene Dumas imzalı bir portreye 660.000 sterlin ödeyerek sanatçının müzayede rekorunu kırdığı haberleri yayıldı.[7] Saatchi’nin bu parayı, özel önem atfettiği bir proje olan resim sergisinin manşetlerden düşmesini engellemek amacıyla ödediği açıktı. Bir sanatçının müzayede rekorunu kırmak için yüklü bir banka hesabından fazlası gerekmiyorsa, bunda böbürlenecek ne var, diye düşünebilirsiniz doğal olarak.

Öte yandan, Saatchi, genç Britanyalı sanatçılara ait eserlerin satışıyla da sanat piyasasındaki gücünü pekiştirme fırsatı buluyor. 2004 yılı Kasım ayının sonlarına doğru, Damien Hirst imzalı formaldehite batırılmış köpekbalığını satmayı planladığına dair “dedikodular” (bunları, “sızıntı” olarak nitelendirmek de mümkün) düştü gazetelere.[8] Ardından, düzenli aralıklarla, olası satış anlaşmalarıyla ilgili haberler çıktı. Ve en nihayetinde, Ocak 2005’te resmî satış gerçekleşti. Bu, Saatchi’nin daha önceki medya operasyonlarından alıştığımız bir örüntü. Konuyla ilgili tipik bir gazete haberinde, baştaki alış fiyatına (haberlere göre, Saatchi, Hirst’ün köpekbalığını 1991 yılında 50.000 sterline satın almış) ve satış fiyatına (yine haberlere göre, 6-7 milyon sterlin civarında) yer verilir muhakkak. Okuyucuların ağzını sulandırmak için astronomik kâr oranı da not düşülecektir elbet; böylece Saatchi’nin tuttuğunu altın ettiğinden kimsenin şüphesi kalmayacaktır.   

County Hall’daki galerisinin 2005 yılında mahkeme kararıyla kapatılması, Saatchi’nin sanat dünyası ve piyasasındaki kudretini ve nüfuzunu bir nebze gölgeledi. Fakat, Saatchi, bu sırada boş duracağına ticari satışlardan tutun da sanat camiası dedikodularına kadar sanat dünyasıyla ilgili her çeşit etkinliğe yer veren, uluslararası perspektife sahip bir internet sitesi kurdu. 15 farklı dilde yayın yapan site, bunların yanı sıra, herhangi bir galeri tarafından temsil edilmeyen ya da benzer başka bir iş bağlantısı bulunmayan sanatçıların eserlerinin satışına aracılık ediyor. Aynı kapsayıcı yaklaşıma, Saatchi’nin Sloane Maydanı’ndaki yeni galerisinde de rastlamak mümkün. Giriş ücreti almayan ve herkese açık olan galeride ziyaretçilerin fotoğraf çekmesine bile izin var. Oysa bu, Saatchi’nin önceki galerilerinde kesinlikle yasaktı. Fakat, Saatchi’nin son girişimini öncekilerden ayıran en önemli ve çarpıcı özellik, açılışı, “The Revolution Continues: New Art from China” başlığını taşıyan, çağdaş Çin sanatına hasredilmiş bir sergiyle yapmasıydı. Daha düne kapar neredeyse yalnızca Batılı sanatçıların eserlerini toplamasıyla tanınan birinin birdenbire yolundan sapıp Çin sanatına yönelmesi ne kadar isabetli? Ve Saatchi’nin tutturduğu bu yeni istikametten ne anlamamız lazım?

Şöhretini (ya da kötü şöhretini) esasen genç Britanyalı sanatçıların eserlerini toplamasına borçlu olan Saatchi’nin aynı başarıyı Çin sanatında da yakalaması pek olası gözükmüyor. Eserlerini topladığı ve üne kavuşturduğu genç Britanyalı sanatçıların yeteneği hakkında şüpheleriniz olabilir; ama bu, Saatchi’nin, satın aldığı eserleri bulmak için azımsanamayacak çaba harcadığı, mesela sanatçıların Doğu Yakası’ndaki stüdyolarına düzenli ziyaretler gerçekleştirdiği gerçeğini değiştirmez. Saatchi, Çin’den satın aldığı eserlerle haliyle bilfiil ilgilenemedi.[9] Çağdaş Çin sanatı hakkında birinci el bilgiden yoksun olan Saatchi, Çin sanat piyasasına girmekte geç kalmıştı. Üstüne üstlük, bu sefer yolu açan kendisi değildi; başkaları tarafından belirlenen bir modayı takip ediyordu. Dediğine göre, önünde iki seçenek vardı: ya halihazırda piyasada bulunan az sayıdaki “birinci sınıf” esere yatırım yapacak; ya da, Çin sanat piyasasında yığınla örneğine rastlanan “özgünlükten yoksun [derivative] ve kitsch” eserlere yönelecekti. Tercihini ilkinden yana kullandığını farz edebiliriz.[10] O zaman, şu soruyu sormak hakkımız: Saatchi, son sergisinin “birinci sınıf” unvanını hak ettiğine inanmamızı bekliyor mu gerçekten?

 

 

Shi Xinning, Royal Coach, 2006.

 

Çin sanatına hasredilmiş bu serginin pek çok çarpıcı yanı var. Bunların başında, Kültür Devrimi’nin ikonografisini odağına almış olması geliyor. Yeni kültürüyle gösteriş yapan Saatchi, sergisine, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kadar kör gözüm parmağına bir başlık vermiş: “Devrim Sürüyor”; hem kışkırtıcı hem de yanıltıcı bir başlık. Kışkırtıcı çünkü bu türden çağdaş eserlerden oluşan bir koleksiyonun koskoca bir tarihsel dönemi ve Kültür Devrimi kadar önemli ve geniş kapsamlı bir olayı yansıtabileceği, böylesine bir olayın görsel olarak hakkını verebileceği konusunda şüphelerim var. Yanıltıcı çünkü bu türden bir başlık, Britanyalıların ve genel olarak Avrupalıların klişelere duyduğu ihtiyacı tatmin etmekten; içi boş sloganlar kullanarak Çin tarihini ve kültürünü kalıba sokma gereksinimlerini karşılamaktan başka bir işe yaramıyor. Sergi kataloğundaki sunuş yazısını kaleme alan Jiehong Jiang’ın Çince verdiği bir röportajda kibarca belirttiği gibi, sergi “Saatchi’nin şahsi görüşünü”, “Batılıların gözünden ve onların görmek istediği şekliyle Çin sanatını”[11] yansıtıyor. Batılı seyircilerin gözünde, serginin odağındaki dönemin en önemli ikonunun Başkan Mao olduğunu söylemeye bile gerek yok. Nitekim, söz konusu figüre başlı başına bir oda ayrılmış. Mao’yu, tarihsel gerçekleri tümden hiçe sayarak kafasına estiği gibi yakın geçmişimizden akılda kalan politik ve kültürel sahnelere iliştiren Shi Xinning’in görsel ironisi Batılı seyircilerin dikkatinden kaçmayacaktır. Bariz bir şekilde tarihi yeniden yazan sanatçı böylece, yakın geçmiş hakkında az çok fikir sahibi olanların suratına suç ortaklığından doğan bir tebessüm yerleştirmeyi de garantiliyor.

Günümüzde, halihazırda Çin sanat piyasasında yıldızı parlayan dört sanatçının eserlerine yer vermeyen hiçbir çağdaş Çin sanatı sergisi tam sayılamaz. Zaman zaman ‘F4’ adıyla anılan bu sanatçılar Zhang Xiaogang, Zeng Fanzhi, Yue Minjun ve Wang Guangyi.[12]

Fakat, sergilenen eserlerden bazılarının Saatchi’nin özgünlük standartlarını tutturamaması; başka eserlerin taklidi gibi durmaları daha ciddi bir sorun teşkil ediyor. Çinli sanatçıların eserlerinden bazıları ile, yine Saatchi’nin koleksiyonunda bulunan genç Britanyalı sanatçıların eserleri arasındaki benzerliği fark etmemek mümkün değil. Cang Xin’in dili dışarda, yere uzanmış bedeninin ultra-gerçekçi bir replikası olan Communication, Ron Mueck’in Dead Dad adlı eserini getiriyor akla. Sun Yuan’la Peng Yu’nun beyaz saçlı düşmüş meleği Angel ise Ron Mueck’in aynı adlı eserine benziyor. Tek fark, Mueck’in meleğinin havada duran, sağlığı yerinde bir melek olması.[13]

 

 

Cang Xin, Communication, 2006.

 

 

Sun Yuan ve Peng Yu, Angel, 2008.

 

Zhang Dali’nin, tavandan baş aşağı asılı 15 insan figüründen oluşan eseri hakkında ise çokça yazıldı. Sergi rehberinden, her bir figürün göçmen bir inşaat işçisini temsil ettiğini öğreniyoruz. Ziyaretçilerin çoğu Çince karakterleri okuyamadığından, birinin onlara figürlerin üzerindeki yazıların ne anlama geldiğini açıklaması gerekiyor. Bu da, doğal olarak, Batılıların, Çin’i baştan sona etkisi altına alan modernizasyon sürecine yönelik merakını pekiştiriyor. Fakat, Çinli göçmen işçilerin dramına yapılan vurguyu bir kenara bırakacak olursak, bu heykellerin doğrudan doğruya Anthony Gormley’in eserlerinden esinlendiği izlenimine kapılıyoruz. Öyle ki, Laura Cumming bu heykelleri “baş aşağı Gormley’ler” olarak nitelendirecek kadar ileri gidiyor.[14] Liu Wei’nin Indigestion II adlı eserine gelecek olursak, sanatçının bu heybetli bokla seyircileri şok etmeyi ve tiksindirmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Fakat, biraz daha yakından baktığınızda boka batmış yüzlerce askeri seçebiliyorsunuz. Bu da, ister istemez, insanın aklına Chapman biraderlerin Hell ya da Fucking Hell gibi eserlerini getiriyor. Aynı şekilde, Zhang Huan’ın böcek resimleri ile Damien Hirst’ün kelebekleri arasında da bariz bir benzerlik var.

 

 

Zhang Dali, Chinese Offspring, 2003-2005.

 

Bu benzerlikler, Saatchi’nin genç Britanyalı sanatçılarla yakaladığı altın çağa tanıklık etmiş Britanyalı eleştirmenlerin gözünden kaçmadı tabii ki. Hatta bazıları, “The Revolution Continues” sergisinin özgünlükten ve devrimcilikten fersah fersah uzak karakteri üzerinde özel olarak duran yazılar yazdı. Mesela, Laura Cumming, sergi hakkında şu yorumda bulunuyordu: “Çin’den geliyor olmaları bu eserleri daha iyi ya da ilginç yapmıyor”.[15]

Bu sergideki eserlerin, Saatchi’nin kendi kendine biçtiği yüksek beğeni standartlarını tutturamamasının sebebi kesinlikle Saatchi’nin alım gücünde bir azalma olması değildi. Eski alışkanlıklar zor ölür; ve Saatchi, kendinden beklenebileceği üzere, Ekim 2006’da Zhang Xiaogang’ın A Big Family başlıklı resim serisine 680.000 sterlin ödeyerek sanatçının müzayede rekorunu kırdı. Bunun dolaylı sonucu ise, Xiaogang’ın, Artprice’ta yayınlanan ve birinciliği Jean-Michel Basquiat’ın tuttuğu en iyi yüz çağdaş sanatçı listesinde Jeff Koons’u sollayarak ikinci sıraya tırmanması oldu. Bu “milyon dolarlık satış” rekoru, yalnızca söz konusu sanatçı için değil, onun açtığı yoldan ilerleyen diğer gayretkeş Çinli çağdaş sanatçılar için de bir kıstas oluşturdu. Kesesi dolu, azmi yerinde olan Saatchi, 2007 yılında Shi Xinning’in Mao and McCarthy adlı eserine 310.000 dolar (esere biçilen en yüksek fiyatın neredeyse beş katı) ödeyerek, sanatçının piyasada patlama yapmasını sağladı. Durum buyken, Çinlilerin, kadir-i mutlak galerinin sembolü olarak gördükleri Saatchi Galerisi’ne gıptayla bakmasında şaşılacak bir şey yok. Art Beijing 2008 yönetim kurulu başkanı Dong Mengyang, Çin sanat piyasasındaki son gelişmeler hakkında konuşurken “hangi galerinin uzun vadede Çin’in ‘Saatchi Galerisi’ olacağını henüz bilmiyoruz” demişti mesela.[16]

 

 

Zhang Huan, Insects No. 2, 2007.

 

 

Insects No. 2, detay

 

Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Amerikan, Alman, Britanya, ve hatta Orta Doğu ve Hint sanatına hasredilmiş sergiler açmayı hedefleyen Saatchi, 20 yıl önce yola koyulduğunda olduğundan çok daha farklı bir tür koleksiyonere dönüşmüşe benziyor. Sergilemeye niyet ettiği sanat, sırf çeşitliliğiyle bile, galerisini benzer kurumlar arasında eşsiz bir konuma yerleştirmeye yetiyor. Fakat, özel finansmanla ayakta duran diğer vakıflardan ve sergi mekânlarından farklı olarak, Saatchi Galerisi’nin bünyesinde bir küratör ekibi çalışmıyor; Saatchi, bu işi de tek başına yürütüyor. Ne var ki, ne kadar zengin ve becerikli olursa olsun, hiç kimse, dünyanın dört bir köşesinden sanat eserleri sergileyen bu büyüklükteki küresel bir kurumu tek başına ayakta tutamaz. Çağdaş sanat, sağlam para gibi kolayca kültürel sınırları aşamayabilir. Yakın zamanda Saatchi Galerisi’nde yer alan Çin sanatı sergisini esas alacaksak eğer, Saatchi’nin küresel bir sanat imparatorluğu kurma yolundaki muazzam azminin ham hayal olarak kalmaya yazgılı olduğunu söyleyebiliriz.

Peki, Saatchi’yi güdüleyen nedir? Onu her daim ayakta tutan; bıkıp usanmadan eser alıp satmasını; zorlukların üstesinden gelip her defasında felaketin kıyısından dönmesini; sürekli olarak kendisini ve galerisini baştan yaratmasını; durmadan kendi sınırlarını zorlamasını sağlayan nedir? Saatchi’nin “sanatçılara yaranmak ya da belirli bir sosyal çevreye giriş hakkı kazanmak için sanat eseri almıyorum”[17] dediği kayıtlara geçmiş durumda. Esasen hayırseverce bir amaca hizmet ettiği, halkla paylaşabilmek için eser satın aldığı (kendi deyişiyle “esasen, başkalarına gösterebilmek için eser alıyorum”) konusunda ısrarcı olsa da belki asıl söylemek istediği şey “gösteriş yapmak için eser satın alıyorum”dur – zevki, parası, cesareti ve nüfuzuyla; kısacası, muazzam servetiyle satın alabileceği her şeyle caka satmak için.

 

*Bu makalenin daha kısa bir versiyonu “YBA Saatchi: From shark sensation to pastoral painting” başlığı altında yayınlanmıştır. Contemporary Painting in Context içinde, der. Anne Ring Petersen, Mikkel Bogh, Hans Dam Christiensen ve Peter Norgaard Larseen (Kopenhag: Museum Tusculanum Press, 2010), s. 197-216.



[1] Waldemar Januszczak, “The revolution continues at the new Saatchi Gallery”, The Sunday Times, 5 Ekim 2008.

[2] Charles Saatchi’nin sanat ticareti faaliyetlerini yürütmek için kurduğu şirketlerin sayısını ve bu şirketlerin kâr durumunu öğrenmek için bkz. “YBA Saatchi: From Shark Sensation to Pastoral Painting”, s. 204-5.

[3] Dakis Joannou “Charhles Saatchi’nin Yunanlı muadili” olarak anılıyor; bkz. Colin Gleadell, “Ascent of a collector”, Daily Telegraph, 21 Haziran 2004, s. 16. Ayrıca kamuoyu tarafından Charles Saatchi’ye yönlendirilen sorular için bkz. My Name is Charles Saatchi and I’m an Artoholic (Londra, 2009).

[4] “Saatchi talks at last”, Prospect, Aralık 2004, s. 67.

[5] Isobel Johnstone, The Saatchi Gift to the Arts Council Collection (Londra, 2000).

[6] Richard Alleyne, “ The ‘Saatchi Effect’ has customers queuing for new artist”, Daily Telegraph, 28 Şubat 2004, s. 6.

[7] Colin Gleadell, “Contemporary market”, Daily Telegraph, 29 Kasım 2004, s. 18.

[8] Gleadell, “Contemporary market”.

[9] Saatchi, gözüne kestirdiği Çinli sanatçıların eserlerini satın almak için “seyahat etmediğini” söylemişti. Aynı şekilde, bir gazete haberinde Saatchi’nin “sanatçıları keşfetmek için Çin’e gitmediği” yazılmıştı; bkz. Stuart Jeffries, “What Charles did next”, The Guardian, 6 Eylül 2006.

[10] Alıntılayacak olursak: “Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde bir sürü çağdaş Çin sanatı gördüm ve bunlardan yalnızca çok azının dünyadaki en iyi çağdaş sanat örnekleriyle yarışabilecek kadar iyi ve kaliteli olduğu sonucuna vardım... Az sayıdaki birinci sınıf eser ile özgünlükten yoksun ve kitsch eserler yığını arasında muazzam bir uçurum var.” Alındığı yer: Jonathan Watts, “Once hated, now feted – Chinese artists come out from behind the wall”, The Guardian, 11 Nisan 2007.

[12] F4, aslında, Tayvanlı dört erkek şarkıcıdan oluşan popüler bir müzik grubunun adı. Bkz. Xu Jun, “Contemporary Chinese art has once again become the focus of the market” (Çince), Art and Investment 10 (2006), s. 42. (Aksi belirtilmediği takdirde, bütün çeviriler bana ait.)

[13] Bu parçayı alenen Çinli Ron Mueck olarak tanımlayan Laura Cumming’in sözleriyle ifade edecek olursak: “Mueck’in, kanatlarının ağırlığı altında ezilmiş asık suratlı modeline benzer hiper-gerçek bir melek; tek farkı dramatik bir şekilde yere çakılmış olması”, Bkz. Cumming, “Fitting home for a veteran collector: Saatchi’s new space in Chelsea is stunning, though the opening show veers from the sensational to the downright awful”, Observer, 12 Ekim 2008.  

[14] Cumming, “Fitting Home”.

[15] Cumming, “Fitting Home”.

[16] Sıradan ticari galerilerden pek çok bakımdan ayrılan Saatchi Galerisi’nin doğası ve faaliyetleri hakkında bir yanlış bir kanıya dayansa bile, her şeye rağmen bu görüş, Saatchi Galerisi’nin ve onun sahibinin ticari sanat piyasasında uluslararası bir başarı sembolü haline geldiğini gösteriyor.

[17] My Name is Charles Saatchi and I’m an Artholoic, s. 6.