Marksist Tarihçi Eric Hobsbawm'un Ardından

6/10/2012 / skopbülten

Çağımızın en etkili Marksist tarihçilerinden biri olan Eric Hobsbawm, 1 Ekim günü 95 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Kitapları birçok dile çevrilen; dünyayı anlamak için tarih okumak isteyen herkese hitap eden; ve analiz gücü, derin birikimi, çağın olaylarına bilfiil katılımıyla Marksist olmayanları bile derinden etkileyen Hobsbawm, kapitalizme karşı sınıf mücadelesinin tarihiyle ilgili onlarca kitabı miras bıraktı.

Hobsbawm, 1917’de Yahudi bir anne-babanın oğlu olarak İskenderiye’de doğdu. 1931’de anne-babasının ölümünün ardından Berlin’e gitti ve 14 yaşındayken Komünist Parti’ye katıldı. 1933’te Nazilerin iktidara gelmesiyle Londra’ya gitti ve eğitimine burada devam etti. 1946’da, E. P. Thompson ve Christopher Hill gibi Marksist tarihçilerle birlikte, “aşağıdan tarih” şiarıyla faaliyet gösteren Komünist Parti Tarihçiler Grubu’nu kurdu. 1956’da Sovyetlerin Macaristan’ı işgali üzerine Parti’den ayrılan pek çok Marksist’in tersine, Hobsbawm 1991’de Parti kendini feshedene kadar üyeliğini sürdürdü. Anı kitabı Tuhaf Zamanlar’da, reel sosyalizmin “günahları” tüm ayrıntılarıyla ifşa edilirken Parti’ye bağlı kalmasını, Ekim Devrimi hayalinin hâlâ içinde yaşamasıyla açıklayacaktı.[1]

Hobsbawm, “uzun 19. yüzyıl” olarak adlandırdığı ve Devrim Çağı, Sermaye Çağı ve İmparatorluk Çağı üçlemesiyle analiz ettiği 1789-1914 arası dönemi, yani Fransız Devrimi’nden Sovyet Devrimi’ne kadar uzanan süreci, kapitalizmin kesintisiz gelişimi ve buna karşı sergilenen direnişlerin perspektifinden inceledi. Bu üçlemeyi, “kısa 20. yüzyıl tarihi” olarak adlandırdığı Aşırılıklar Çağı kitabıyla tamamladı.[2] Edward Said’in deyişiyle “kıvrak ve kendinden emin” bir dille kaleme aldığı bu kitaplarda, modernliğin ortaya çıkışından yerleşmesine ve çökmesine kadar olan süreci ve bu süreç boyunca kapitalizmin ısrarla nasıl ayakta kalabildiğini gözler önüne serdi. Hobsbawm’a göre 1789’u izleyen iki asırdaki en can alıcı dönüşüm, eski toplumsal ilişki biçimlerinin ortadan kalkması ve bunun sonucunda nesiller arasındaki, yani geçmiş ile gelecek arasındaki bağların kopmasıydı. Tarihçinin görevi de önemini burada gösteriyordu: “başkalarının unuttuğunu hatırlamak”.[3] Eşkıyaların, haydutların isyancı eylemlerini de bu görev doğrultusunda yazdı (İlkel Asiler ve Sosyal İsyancılar); 1830’lardaki İngiliz işçi isyanlarını da (Kaptan Swing); devrimci hareketleri, anarşistleri, gerilla mücadelelerini ve devrim fikrinin kitleler üzerindeki etkisini anlattığı makalelerini de (Devrimciler)…[4]

Hobsbawm’un, isyankârlığın kültürel boyutlarına ilişkin analizleri de bu tarihçilik anlayışının ayrılmaz parçasıydı. Tarih ve siyasetin yanı sıra, başta caz olmak üzere popüler kültür üzerine yazması da bundandı. 1950-1980 yılları arasında kaleme aldığı ve Britanya işçi sınıfının oluşumunu, emekçi âdetlerini, sosyalizmle avangardın ilişkisini, cazın yükselişini ve düşüşünü incelediği makalelerini Sıradışı İnsanlar: Direniş, İsyan ve Caz başlığı altında topladı.[5] 1955-1965 yılları arasında, Billie Holiday’le çalan komünist caz trompetçisi Francis Newton’ın imzasıyla caz eleştirileri kaleme aldı.

Ölmeden önce, Terry Eagleton’ın deyişiyle “çoğumuzun, bırakın tarihsel araştırma yapmayı, yardım almadan koltuğumuzdan kalkmayı bile nimet sayacağımız bir yaşta”,[6] Dünyayı Nasıl Değiştirmeli? (2011) başlığıyla derlenen bir kitap yayınlamayı başaran Hobsbawm’u, daha az bilinen bu caz yazılarından bir kesitle anıyoruz. [EG]

 

Şunu hiç tereddütsüz söyleyebilirim: 1950’ler, daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar çok ülkede, hiç olmadığı kadar çok sayıda caz eseri çıkarmışsa da, sanatsal açıdan sükûtu hayal olmuştur. Amerikan cazı, ki hâlâ önem arz eden yegâne cazdır, bu dönemde sadece geçmiş yılların başarılarından beslenmiştir.

Genç modernistler amaçsızca ve eklektik biçimde deney yapmakla iştigal etmişler, bunun sonucunda (modern resim ve şiirle ilgilenenlerin de yakından bildiği gibi) hepsi de neredeyse birbirinin eşi bir yığın “havalı” deneyci ortaya çıkmıştır. Gelgelelim, asıl etkili yenilikler, Charlie Parker’ın, Dizzy Gillespie’nin, Thelonious Monk’ın ve 1940’ların müzisyenlerinin yaptıkları olmuştur. […]

Bu verimsizlik büyük ölçüde, cazı entelektüelleştirmek, akademik açıdan saygınlaştırmak, onu konservatuarlarla, yaz okullarıyla ya da bienallerle barıştırmak yönündeki yıkıcı sevdanın bir sonucudur. Varlık sebebi sanatsal ve toplumsal ortodoksiye isyan etmek olan ve “ana-akım” müzikten tamamen farklı biçimde işleyen bir müzik için saygınlık ölüm demektir. […] Neyse ki cazda statü arayışının müzikal başarısızlıkla sonuçlandığı gittikçe aşikâr hale gelmiştir. Ön kapıdan kovulan caz geleneği, arka kapıdan girmiştir. 1950’lerin şerefi, bugünden bakıldığında bu yılların caz tarihindeki en önemli olay olarak görünen blues’un geri dönüşü sayesinde, hiç olmazsa bir nebze aklanmıştır. […]

Cazı caz yapan, insanların salt notaları değil, ruhlarını üflemeleridir. 1950’lerin cazının, teknik inceliklerinden hiçbirini terk etmese de, bu gerçeği yeniden keşfetmeye başlamış olması, onun artı hanesine yazılmalıdır.

 

16 Ocak 1960’da New Statesmanda yayınlanan "Too Cool" başlıklı yazıdan alındı. Metnin tamamı:

http://www.newstatesman.com/culture/culture/2012/07/too-cool

 

 



[1] Tuhaf Zamanlar, çev. Saliha Nilüfer (İstanbul: İletişim Yayınları, 2006).

[2] Devrim Çağı: 1789-1848, çev. Bahadır Sina Şener (Ankara: Dost, 2012); Sermaye Çağı: 1848-1875, çev. Bahadır Sina Şener, (Ankara: Dost, 2005); İmparatorluk Çağı: 1875-1914, çev. Vedat Aslan (Ankara: Dost, 1999); Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991:Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan (İstanbul: Everest, 2012).

[4] İlkel Asiler: 19. ve 20. Yüzyıllarda Toplumsal Hareketlerin Arkaik Biçimleri Üzerine İncelemeler, çev. Uygur Kocabaşoğlu (İstanbul: İletişim, 2012); Sosyal İsyancılar, çev. Necati Doğru (İstanbul: Yöntem Yayınları, 1973); Captain Swing (George Rude’yle birlikte) [1969], 2001; Devrimciler, çev. Hatice Pınar Şenoğuz (İstanbul: Agora, 2006).

[5] Çeviri: Işıtan Gündüz (İstanbul: Yordam Kitap, 2010).