/ Pasajlar / Filistin ve Şiiri

Aşağıdaki pasajlar, Afşar Timuçin’in A. Kadir’le birlikte derleyip çevirdiği Filistin Şiiri (Hilal, 1974) kitabına yazdığı “Filistin ve Şiiri” başlıklı önsözden seçildi. Filistin Şiiri derlemesi daha sonra genişletilerek yeniden basılmış, en son Evrensel Yayınları (2002) tarafından yayınlanmıştır. Burada 1974 baskısı kullanıldı. Pasajların altında, aynı derlemeden Semih el-Kasım’ın “İşsizlik Pazarında Söylev” adlı şiiri yer alıyor.

 

Şefik Rıdvan, “Devrim”, Filistin Kurtuluş Örgütü afişi, 1967.

 

Filistin Araplarının bugün gelişen şiiri, dünya şiirine en güzel örneklerini vermiş olan Arap şiirinin kaynağından besleniyor. Bütün dünya kültürüne açık insanların yarattığı bu yeni şiir, büyük bir şiir geleneğini bir kavga şiirine doğru geliştirmekte. Günümüz Filistin şairleri dendiği zaman, şiiri silah yapmış olan eski ustalar geliyor aklımıza.

Bu savaşçı şairler, bütün Arap dünyasında, bazen girişimlerini hayatlarıyla ödeyerek, bazen zindanlarda, işkence odalarında gün sayarak, yurttaşlık ve insanlık görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Öyle görünüyor ki, hem savaşçı olarak, hem şiir ustası olarak her gün biraz daha güçlenmekteler. Bir yandan Siyonizmin, bir yandan onunla işbirliği yapan emperyalizmin çelik ağını yırtabilmek için tarihin ender savaşlarından birini veriyorlar. Hapishanelerden çok, savaş alanlarında buluyoruz bu şairleri.

İsrail’in zaferiyle biten 1967 çatışmasını hatırlayacaksınız. 5 Haziran sabahı başlayan savaş beş altı gün içinde sonuçlanmış, Ürdün, Suriye ve Mısır büyük topraklar kaybetmişlerdi. Filistin kavga şairleri adlarını bu savaşın meydana getirdiği yıkıntılar arasından duyurmaya başladılar. 1967’den sonra Arap yayıncıları, bu şirin başlıca temsilcilerini, özellikle Semih el-Kasım’ı, Mahmud Derviş’i, Tevfik el-Zeyyad’ı gün ışığına çıkarmaya çalıştılar. Yıllar yılı, Filistin şiiri, verdiği değerli ürünlere rağmen, çok dar bir çevrenin ilgi alanlarına tıkışıp kaldı. İsrail’deki Filistinli Arap şairleri, seslerini hem İsrail’de, hem İsrail dışında duyurmaya çalışıyorlardı; bunu bir ölçüde başardılar ama büyük kalabalıkların ilgisini uyandıramadılar. Arap basını, Arap yayıncıları, Arap kültür çevreleri bu değerli şiire 1967’ye kadar sağır kalmışlardır. Oysa bu şiir 1964-1965’te en güzel özrneklerinden bazılarını vermiş, değerini ortaya koymuştur.

Beş altı gün süren 1967 savaşı dikkatleri Filistin üzerine toplarken, kültür adamlarının dikkatlerini de Filistinli şairler üzerine çekti. Böylece, o zamana kadar bir köşeye sıkışıp kalmış olan yeni Filistin şiiri gazetelere kadar yayıldı: Gazeteler Filistinli şairlerin şiirlerini tartışmaksızın ve eleştirmeksizin sayfalarına alıyorlar, onları halka ve bütün insanlığa duyurabilmek için büyük çaba harcıyorlardı. Filistin kavga şiiri işte bu hareket içinde gelişti ve usta işi örneklerini vermeye başladı. 1936 kuşağının (İbrahim Tukan, Abdurrahim  Mahmud, Ebu Salma vb.) ortaya koyduğu şiir beğenisi, yeni bir yorumla, yeni bir dünya görüşü içinde yeni bir atılıma giriyordu böylece.

Böylece, estetik kaygılara birinci planda yer veren, ayrıca insanın bütün temel sorunlarını bütün insanların anlayabileceği basit bir dille işleyen, ezilmiş bir halkın kavgasını, umudunu, acılarını, kırgınlıklarını, yoksunluklarını genelleştirerek dünyanın bütün ezilmiş halklarının sesi haline getiren, bütün bunları yaparken kuruluklara, marş duyarlılıklarına, kaba ve katı söyleyişlere düşmeyen başarılı bir şiir ortaya çıktı.

Filistin şiirindeki gelişimlerin Arap dünyasındaki siyasi gelişimlere bağlanması 1948’den sonradır. Bu bağlanışta Mısır devriminin (1952), Küba devriminin, Cezayir’in bağımsızlığa kavuşmasının rolü büyük olmuştur. 1948, Filistinli için önemli bir tarihtir. Filistin’de Arap toplumunun düzeni bu tarihte yerle bir oldu. Bu sarsıntı, Filistin’in kültür hayatına da büyük darbe indirdi. Çoğunluğunu toprağa bağlı insanların meydana getirdiği Filistin halkı, kültür baskınına karşı koyamadı. İsrail toprakları içinde kalan Arap halkın kişiliğine sahip çıkmaması, İsrail’in etkisi altında erimeyi göze alır görünmesi, Siyonistlerin işine yaramıştır. Ancak, bir süre sonra gerçek tepkinin doğmaya başladığı görüldü. Halkın dünyasını yansıtan, halk geleneğine yaslanan, halkın söyleyişini kullanan bir şiir şehirlerde çiçeklenmeye başladı.

1950 yılında işgalciler ünlü halk şairi Hümeyrad’ı ipe çekerken, boğulan bir şiirin kaç yeni şairde yepyeni şiirlere dönüşeceğini hesaplayamadılar. Şair öldürmek her zaman tehlikelidir. Bu baskılardan, lirik ve karamsar bir şiir anlayışı doğdu. Gerek İsrail topraklarında, gerek İsrail toprakları dışında kalan şairler, yalnızlığın, acının, kırılmışlığın şiirini yazdılar; bu şiirin duygu yükü, ideolojik yükünü çok aşıyordu.

Bu gelişme, yavaş yavaş, ideolojik temeli olan ve kavga şiiri adını kazanan yeni bir şiire yol açtı. Filistinlilerin yepyeni umutlar peşinde kavgayı omuzlamayı göze almalarına koşut olarak, Filistinli şairler bir kavga şiiri oluşturma yolunu tuttular. Bir halkın kendi açmazlarına aydınlık bir gözle bakışı bu tür umutlar, bu tür atılımlar getirmiştir her zaman. Filistin kavga şiiri ve Filistin direnme örgütleri 1967’den sonra etkin bir güç haline geldiler. Bu tarihten sonra Filistinli şairlerin tarihsel görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmek için, yurdundan kovulmuş, yurdunda köleleştirilmiş bir halkı kurtarabilmek için kolları sıvadığını görüyoruz.

Filistinli kavga şairlerinin birçok sorunu var. Başlıca sorunları: İsrail toprakları içinde, İsraillilerin elinde kalan ve iyi düzenlenmiş bir “İsraillileştirme” siyasetinin kurbanı olan insanlara benliğini, tarihsel görevini, yurt sevgisini unutturmamak; öte yandan, İsrail toprakları dışında yaşayan mültecileri yoksunluğun ve umutsuzluğun pençesinde kıvranan insanlar durumundan kurtarmak, onları yurt topraklarını düşmandan geri alacak savaşçılar durumuna getirmek. Bunu yapabilmek için, bu kavga şairleri, ezilmiş bir halka, insan olmanın anlamını gösteren, umudu, direnci, yıkılmamayı öneren güçlendirici şiirler sunuyorlar. Onlar bu tutumları içinde birer yetiştirici, birer öğretmen, birer eğitmen görevi yapıyorlar. Diyebiliriz ki, Filistinli kavga şairleri artık bir halkın, dağılmış, ezilmiş bir halkın umut kaynağı olmuşlardır.

Bu şairler, bütün bir halkın dünyasını altüst eden olayları çocukluklarında yaşayıp insan için direnme zorunluluğunun bilincine çok erkenden varmış kimselerdir. Bakın, Mahmud Derviş ne diyor: “Çocukluğum, tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. (...) 1948 yazının o gecesinde, dingin bir köyde atılan mermiler ayrım gözetmedi. Altı yaşımdaydım; zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi, bazen yalınayak, bazen yere kapaklanarak. Korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra, Lübnan denen ülkede bulduk kendimizi.” Yoksunluğun ve yılgınlığın damgasını taşıyan bu çocukluk, giderek kavgacı bir büyüklüğe dönüşecektir. Bu güç çocukluğu Semih el-Kasım başka türlü anlatır: “Benim gerçek doğumum 1948’de oldu, çünkü hatırladığım ilk imgeler bu yılda ortaya çıkan olayların imgeleridir. Tüm düşüncem ve hayatımın imgeleri bu ’48 simgesinden başlar.”

Bir direnişin duygu ve düşünce yanını temsil eden insanlar, bütün dünyaya seslerini duyurdular artık. Bütün dünya onların ağzından Siyonizmin oynadığı çirkin oyunları, yersiz yurtsuz bırakılmış suçsuz insanların çektiklerini öğreniyor. Filistin kavga şairleri bir yandan birer savaşçı, bir yandan da dünya kamuoyu önünde birer doğrulayıcıdırlar. Şiirlerinde kendini halka ve insanlığa adamış bütün şairlerin, Nâzım’ın, Neruda’nın, Eluard’ın, Celaya’nın derinliğini, yalınlığını, duru, aydınlık, umutlu bakışını buluyoruz. Mahmud Derviş’te Nâzım’ın yumuşak ama dirençli havasını bulacaksınız. Semih el-Kasım size belki Neruda’yı hatırlatacak. Tevfik el-Zeyyad’da Otero ile ortak yanlar göreceksiniz. Çökmüşlüklere, yıkılmışlıklara, vazgeçmişliklere başkaldıran öfke ve güzelliklere, umutlara, kardeşliklere açılan sevgi, halk ve insanlık için yazan şairlerin ortak yanıdır; bu şairlerin birbirlerine benzemeleri, birbirlerini andırmaları bundandır, bu ortak bakıştandır, bu insanı yüceltmeye yönelen tutumdandır.

Vietnam şiirinden söz ederken şöyle demiştik: “Vietnam şairleri, artık şiir işlevini yitirdi diyecek kadar ucuzlayan ve yozlaşan sözde kültür insanlarına şiirin bir eğlence değil, ama gerçek bir silah olduğunu göstermişlerdir.” Aynı sözü Filistin’in bu usta şairleri için de söyleyebiliriz: Onlar sözü silah yaptılar, hiç susmayacak bir silah, düşmana uykularını kaçırtan bir silah, bombalardan daha güçlü bir silah. Moşe Dayan, Fatva Tukan’ın şiirinden bahsederken korkmakta haklıdır. Kötülerin düşmanıdır şiir. Suçsuz insanlara en büyük acıları tattıranlara şunu söylemek isteriz: Korkun şairlerden!

  


Semih el-Kasım, 1939-2014

 

İşsizlik Pazarında Söylev

Yitireceğim belki de her şeyimi,

satacağım giysilerimi belki de,

senin paşa gönlün dilerse,

satacağım yatağımı yorganımı.

Taş ocaklarında çalışacağım belki de,

hamallık edeceğim belki de, lağımcılık, çöpçülük.

Arpa tanesi arayacağım belki de bokların içinde.

Belki de çıplak kalacağım, aç kalacağım.

Ama hiçbir zaman oturmayacağım pazarlığa seninle,

ey güneşin düşmanı

sıkacağım dişimi dayanacağım,

son damlasına dek kanımın.

 

Belki sen, şu bir karış toprağımı da alacaksın bir gün,

atacaksın belki de gençliğimi zındana,

neyim var, neyim yoksa atalarımdan kalma,

yağma edeceksin belki de hepsini,

kabımı kacağımı, küplerimi, hasırımı, kilimimi, sedirimi.

Yakacaksın belki de kitaplarımı, şiirlerimi.

Yem edeceksin belki de vücudumu kurda kuşa.

Belki de ölüm saçan korkuluğu dikeceksin köyümüze,

Ama hiçbir zaman oturmayacağım pazarlığa seninle,

ey güneşin düşmanı,

sıkacağım dişimi, dayanacağım,

son damlasına dek kanımın

 

Belki de söndüreceksin bütün ışıklarını gecemin,

koparacaksın anamın sıcak koynundan belki de beni.

Bozacaksın tarihimi belki de, edeceksin allak bullak.

Maskeler takacaksın belki de aldatmak için dostlarımı.

Dört yanıma duvarlar öreceksin belki de, kalın, yüksek.

Belki de çarmıha gereceksin beni bir gün

karşısında bir sürü hergelenin.

Ama hiçbir zaman oturmayacağım pazarlığa seninle,

ey güneşin düşmanı,

sıkacağım dişimi, dayanacağım,

son damlasına dek kanımın.

 

Ey güneşin düşmanı,

limana bak, limana!

Sandallara, çiçeklere, bayraklara,

gırtlakları paralayan sevinçlere,

uğultulara, şarkılara,

kasırgaya meydan okuyan yelkenlere!

Odiseus’tur bu gelen

yoksunluklar denizinden,

benim sürgün halkımın

güneşidir bu gelen.

Halkımın gözleri kör olsun ki,

ey güneşin düşmanı,

hiçbir zaman oturmayacağım pazarlığa seninle,

sıkacağım dişimi, dayanacağım,

son damlasına dek kanımın,

son damlasına dek,

son damlasına!

sanat/özgürlük