/ Pasajlar / Sormasın Kimse...

Karl Kraus (1874-1936), Avusturyalı hiciv ustası, oyun yazarı, eleştirmen ve şair. 1899’dan 1936'ya (öldüğü yıla) kadar Die Fackel (Meşale) adlı bir dergi çıkardı; 1911'den itibaren tek yazarının Kraus olduğu dergi, Freud'dan Kafka'ya, Brecht'ten Benjamin'e ve Canetti'ye, Almanca konuşulan dünyada aydınların hiç kaçırmadan takip ettiği bir yayın oldu. Kraus, gerek Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, gerek Nazilerin iktidara yükselme sürecinde basının manipülasyonlarını, iletişim dilinin yarattığı toplumsal çürümeyi, gazetecilerin suç ortaklıklarını, propagandayı ve dezenformasyonu ifşa etti.

Kraus’un aşağıdaki şiiri, Ekim 1933’te Die Fackel’de yayınlanmıştır. Daniel Kehlmann’ın pasajı, Jonathan Franzen’in derleyip çevirdiği The Kraus Project adlı kitapta bu şiirin İngilizce çevirisine yazdığı nottur. 

 

LET NO ONE ASK…                                       MAN FRAGE NICHT…

Let no one ask what I’ve been doing since I spoke.    Man frage nicht, was all die Zeit ich machte.

I have nothing to say                                          Ich bleibe stumm;

and won’t say why.                                             und sage nicht, warum.

And there’s stillness since the earth broke.              Und Stille gibt es, da die Erde krachte.

No word was right;                                             Kein Wort, das traf;

a man speaks only from his sleep at night.               man spricht nur aus dem Schlaf.

And dreams of a sun that joked.                            Und träumt von einer Sonne, welche lachte.

It passes; and later                                             Es geht vorbei;

it didn’t matter.                                                  nachher war’s einerlei.

The Word went under when that world awoke.         Das Wort entschlief, als jene Welt erwachte.

   

 

 

“Sormasın Kimse…”, yerindelikle ilgili, doğru zamanda doğru sözü sarf etmekle ilgili bir şiir. Kraus, onlarca yıl, ahmak gazetecilerin; yanlış ve kötü dil kullanımının; medyanın aptallaştırdığı geç feodal burjuva toplumunda ters giden başka her şeyin izini sürmüştü. Ama şimdi, birdenbire, bambaşka bir türden bir olayla; belki de dünyanın görüp görebileceği en kötü ve dehşet verici şeyle karşı karşıyaydı. Çağdaşlarının birçoğunun aksine Kraus durumun ayırdına varmakta hiç gecikmedi. Nasyonal Sosyalizmde yeni olan şeyin ne olduğunu gördü; Hitler’in ne yapmaya çalıştığını anladı; olup bitenlerin eşi görülmemiş bir faciadan başka bir şeyle sonuçlanabileceği yanılgısına asla düşmedi.

Onun için ilk başta hiçbir şey yazmadı. Hitler’in iktidarı ele geçirmesine Karl Kraus’tan hiçbir tepki gelmedi; aylar geçti, Die Fackel yayınlanmadı. Hayranları Kraus’un Hitler’e güçlü bir dille saldırmasını, onu eleştirmesini, mahkûm etmesini, alaya almasını bekliyordu, ama olmadı: Tek kelime yoktu. Bugünden bakınca, bu sessizliği, yapılmadığı için Kraus’un okurlarını hayrete düşüren o yorumların ta kendisi olarak görmek kolay olabilir. Ancak asıl mesele, Neue Freie Presse gazetesine, Franz Lehár ve Max Reinhardt’a saldırırken kullanılan kelimelerin ve öfkeli üslubun aynısını alıp, nihayetinde aralarında hiçbir fark yokmuşçasına Goebbels’e, Göring ve Hitler’e karşı kullanmanın münasip olmamasıydı. Onun için Kraus sessizliğini korudu, takipçileri bu nedenle ondan yüz çevirdiğinde bile kararından dönmedi.

Şimdi biliyoruz ki Kraus bütün o zaman boyunca, çok daha sonra (Temmuz 1934’te) “Die Fackel Neden Çıkmıyor?” başlığı altında içinden parçalar yayınlayacağı uzunca bir kitap yazmaktaydı; kitabın tamamı ancak Kraus’un ölümünden sonra, Üçüncü Walpurgis Gecesi başlığıyla yayınlanacaktı (bu arada şunu da kaydetmek gerekiyor ki bu kitap, “Nazilerin ne kadar tehlikeli olduğunu hiç kimsenin öngörmesi mümkün değildi” iddiasını ilelebet çürütüyor). Ancak nihayet, 1933’te, darbenin gerçekleştiği yılda –daha kesin tarih vermek gerekirse, Hitler’in başa geçmesinden dokuz ay sonra, Ekim 1933 sonlarında– Die Fackel’in tek bir sayısı yayınlandı. Dergi toplam dört sayfaydı ve içinde, Kraus’un mimar dostu (Barok süslemenin düşmanı, büyük rasyonalist) Adolf Loos’un ölümü üzerine yazdığı anma metni, Shakespeare’in sonelerinden yaptığı çevirinin ilanı ve “Sormasın Kimse…” başlıklı şiiri vardı.

Şiir, hicvin sınırlarını aşacak kadar karanlık bir olay karşısında kelimelerin acizliği üzerineydi. Kraus hiçbir zaman büyük lirik Alman şairlerinden biri olmamıştı, ama bu şiir istisnaydı. “Sormasın Kimse…” onun açık ara en iyi şiiridir, bir veciz ve çaresizlik başyapıtıdır, dokunaklılığı tam da kısa ve öz oluşundan kaynaklanır. Bir bakıma Kraus’un Nasyonal Sosyalizme dair en önemli beyanıdır; bu kadar kısa olduğu için, sanatsal açıdan Üçüncü Walpurgis Gecesi’nden bile üstündür. Şunu da unutmayalım, mevzu bir siyaset felsefesi meselesi değildir: Kraus Avusturya’nın uzun süre direnemeyeceğini gayet iyi bilmektedir (tam da bu sebeple, Avusturyalı diktatör Engelbert Dollfuß’un reaksiyoner  rejimini desteklemiştir, zira onun tehlikeye karşı tüm gücüyle savaşan yegâne siyasetçi olduğunu düşünür); Nazilerin zalimliğinden en ufak bir şüphesi yoktur, Avusturya’da iktidara geldikleri anda kendisini ya sürgüne göndereceklerini ya da öldüreceklerini bilir – ki ondan önce eceliyle ölecek kadar talihli olmasa başına tam da bu gelecekti. (Kraus’u sürgünde hayal etmeye çalışmak imkânsız, absürd tiyatro olarak bile böyle bir şeyi düşünmek mümkün değil.)

Bertolt Brecht ile Walter Benjamin’in de çok sevdiği “Sormasın Kimse…”, 20. yüzyılın en iyi kısa şiiri değildi belki, ama en önemlilerinden biri olduğuna şüphe yok: kendi dilsizliğini dile getiren tedirgin edici bir başyapıt. “Söz uyudu, o dünya uyandığı an” – sessizliği kelimelerle ifade etmek mümkünse, Kraus’un bu satırlarda başardığı buydu.

Daniel Kehlmann 

 

pasajlar