Post-Demokrasi Çağında Toplumsal Hareketler ve Sanatın Özgürleştirici Rolü

Aşağıdaki metin, Erdem Çolak'ın Birmingham Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi'ne yazdığı yüksek lisans tezinin "Thinking Together with Rancière: Possibilities of Critical Art/Politics in the Aesthetic Regime of Art/Post-democracy” başlıklı üçüncü bölümünün ikinci kısmının çevirisidir. İlk kısım için bkz. Rancière’le Beraber Düşünmek: Çağdaş Sanatta Çağdaş Olan Nedir? Bölümün devamı ilerleyen günlerde e-skop’ta yayınlanacaktır. 

 

 

Dünya Ticaret Örgütü görüşmelerine karşı yapılan protesto, Seattle, 1999.

 

Rancière, insanların zihinlerinde mevcut olan politik ve sanatsal düzenle uyumsuzluk yaratan politika ve sanata özgürleştirici bir rol atfeder. Bu kesintiler, polis’in çıkar ilişkileri gözetilerek düzene sokulmuş insanları muhatap alır. Rancière, “Siyaset, Özdeşleşme ve Özneleşme” başlıklı ünlü makalesinde özgürleşmenin özünü ve ilkelerini şöyle tanımlar:  

 

Özgürleşme, herhangi bir konuşan varlığın herhangi bir başkasıyla eşitliğinin doğrulanma sürecidir. [...] Tikel özdeşleşmeleri aşan evrensel değerler var mıdır? Evrensellik ile kimlik arasındaki sonu gelmez tartışmadan çıkmak istiyorsak eğer, politikadaki yegâne evrenselin eşitlik olduğu cevabını vermeliyiz. Fakat, eşitliğin, İnsanlığın ya da Aklın özünde verili bulunan bir değer olmadığını da eklememiz gerekir. Eşitlik, yalnızca hayata geçirildiği sürece var olur ve evrensel değerleri var eder. Eşitlik, insanın imdadına çağıracağı bir değer değil, her durumda varsayılması, doğrulanması ve kanıtlanması gereken bir evrenseldir.[1]  

 

Öyleyse, Rancière için, yalnızca eşitlik ilkesinin peşinde koşan bir politik eylemin özgürleştirici değeri vardır. Özgürleştirici politika, mevcut polis düzeninde yaşamakla beraber ona karşıt görüşleri olan insanların politik özneleşmelerine dayanır. Daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, özgürleştirici politika, içinden çıktığı polis düzenini dönüştüren bir politikadır. Fakat bu, polis düzeninden nihai bir kurtuluş ya da özgürleşmenin mümkün olduğu anlamına gelmez. Aksine, sonsuz bir polis döngüsü içinde yaşarız. 

Özgürleşme üzerine görüşleri yeni toplumsal hareketler üzerinden pekâlâ örneklendirilebilecek olsa da, Rancière, şaşılacak şekilde, bu konuya temkinli yaklaşır. Daha ziyade 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemden örnekler vermeyi tercih eder. Bu da, neoliberal zamanlarda sanat ve politikanın yeni konfigürasyonlarının oynadığı özgürleştirici rol hakkında yorum yapmasını engeller.[2] Rancière’in teorisini ete kemiğe büründürmek ve tartışmak için, yeni toplumsal hareketler teorisinin özelliklerine göz atmak gerekir.

 “Yeni toplumsal hareketler teorisi”nin ne olduğu konusunda tam bir mutabakat olmasa da, klasik Marksizm’in sınıf-temelli ve ekonomik determinist ön kabulleri üzerinden anlaşılması mümkün olmayan toplumsal hareketleri incelemenin yeni bir yöntemi olduğu genel olarak kabul edilir: 

 

Bu ön kabuller, Marksistleri, üretimde kök salan proletarya devrimine öncelik vermeye ve diğer bütün toplumsal protesto biçimlerini marjinalleştirmeye sevk etti. Buna karşılık, yeni toplumsal hareketleri çalışan teorisyenler, kolektif eylemin kökenini, politika, ideoloji ve kültüre dayalı diğer eylem mantıklarında aradılar ve kolektif kimliğin tanımlayıcısı olarak etnisite, toplumsal cinsiyet ve cinsellik gibi farklı kimlik kaynaklarına yöneldiler. Dolayısıyla, “yeni toplumsal hareketler” tabiri, eski toplumsal hareketi, yani klasik Marksizmle ilişkilendirilen proletarya devrimini yerinden ettiği düşünülen çeşitli kolektif eylem biçimlerine göndermede bulunur.[3]

 

Parkları, sokakları, devlet kuruluşlarını işgal eden günümüzün toplumsal hareketleri, devreye soktukları yeni uzlaşmaz politik söylemler ve sanatsal pratiklerle polis düzenini kesintiye uğratırlar. Bu hareketler, Rancière’in özgürleşme kavramının potansiyellerini ve kısıtlarını sınama olanağı verir; buna rağmen, bu hareketlerin olası sonuçlarını Rancière üzerinden okumayı deneyen çok az çalışma yapılmıştır.[4] Rancière’in yaklaşımını incelemeden önce, yeni toplumsal hareketlerin başlıca eğilimlerinden bazılarını özetlemek istiyorum.  

 

 

İsyankâr Asi Yeraltı Palyaço Ordusu

 

Christian Scholl, toplumsal hareketlerin gerçekleştirdiği müdahaleleri iki kategoriye ayırıyor: Kesintiye uğratma [disruption] ve çatışma [confrontation].[5] Scholl, kesintiye uğratma başlığı altında, Holloway’in çatlaklar fikri, Hakim Bey’in Geçici Otonom Bölgeler’i (TAZ), Deleuze ve Guattari’nin rizomatik yapıları gibi çeşitli teorik savlar ile Sokakları Geri Al, Kendin Yap (DIY) ve İsyankâr Asi Yeraltı Palyaço Ordusu (CIRCA) gibi hareketlerin sanat pratiklerini/eylemciliklerini biraraya getiriyor.[6] Öte yandan, eylem sırasında sembolik önem taşıyan şeylere saldıran ve böylece “düşmanına yaralanacağı yerden vuran”[7] çatışma pratiği de kesintiye uğratmanın bir türü olarak düşünülebilir. Mevcut polis düzeninin paylaşım rejimini (dil, egemen estetik rejim, hükümetin marjinalleştirici kamu politikaları vs.) askıya alan toplumsal hareketlerin çoğunda gözlemlenebilen karnavalesk nitelik de,[8] yeni politik-estetik müdahalelerin önemli özelliklerinden biridir. Peki ama bu anarşist/post-anarşist teoriler ve sanat/eylemcilik deneyimleri insanlara evrensel eşitlik ilkesini ve demokrasinin gerçek anlamını (ya da uyuşmaz özünü) hatırlatmaya yeter mi? Eğer öyleyse bu pratiklere Rancièreci anlamda bir özgürleştirici rolü ne ölçüde atfedebiliriz?    

Bu politik-estetik müdahalelerin hepsi Rancière’in eleştirel sanat ve politika kavramlarını ete kemiğe büründürüyor gibidir. Sonuçta hepsi, eleştirel sanatın önkoşullarını karşılar: duyumsal bir “yabancılığın” üretilmesi, bu yabancılığa yönelik farkındalığın artması ve bu farkındalık sonucunda insanların seferber olması.[9] Buna rağmen, bu eserlerin ve sanat pratiklerinin önceden bilinemez sonuçları konusunda Rancière'in kafası biraz karışık gibidir. Bunlar sanat rejiminin ve polis düzeninin aleyhine işleyebilecekleri gibi, onlarla beraber de çalışabilirler. Rancière, doyum noktasına ulaşan eleştirel sanatın mutabakat uğruna uyuşmazlık amacından vazgeçebileceğinin farkındadır.     

 

Sanat sergi salonlarını gündelik hayata ve meta kültürüne ait nesne ve ikonların röprodüksiyonlarıyla doldurdukça, bir tür toplumsal müdahalede bulunma iddiasıyla sokaklara çıktıkça, kendi etkisini de o ölçüde önceden tasarlamış ve taklit etmiş oluyor. Böyle böyle, sanat, ona atfedilen etkililiğin parodisine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.[10]   

 

Rancière’e göre, metalaşmış kültürel röprodüksiyonlar ve bunların kitleler tarafından alımlanması, sanat üzerinden yeni görme, söyleme ve yapma biçimleri yaratma olasılığını tehlikeye atar. Kuşkusuz, bu yeni bir fikir değil. Frankfurt Okulu’ndan postmodernizme[11] birçok düşünür sanatın anlamını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunmuştu. Fakat, Rancière neoliberal çağın düzensiz üretim ve alımlama süreçlerine odaklanmaya yanaşmaz. Bu da, toplumsal hareketlerde sanatın yerini yeterince takdir edememesine sebep olur. Yine de, toplumsal hareketlerde kendiliğinden ortaya çıkan ve mevcut polis düzeni ile sanat rejimindeki paylaşıma ters hareket eden sanatın, teorik olarak, Rancière’in eleştirel sanat kavrayışına uyduğunu belirtmek gerekir.   

 

 



[1] Jacques Rancière, “Politics, Identification and Subjectivization”, October 61, s. 59-60.

[2] Rancière’in yakınlarda yayınlanan Aisthesis (2013) başlıklı kitabı, bu durumu gayet isabetli bir şekilde ortaya koyuyor. Bu hacimli kitapta, estetik sanat rejimlerini açıklamak için seçtiği örneklerden günümüze en yakın olanı 1941 yılına ait.   

[3] Buechler, S. M., “New Social Movement Theory”, The Sociological Quarterly 36 (3) (1995), s. 442.

[4] Todd May, Contemporary Political Movements and the Thought of Jacques Rancière: Equality in Action başlıklı kitabında, Montreal’deki Statüsüz Cezayirliler Hareketi, Birinci İntifada ve Zapatist hareket gibi bazı politik hareketleri Rancière’le beraber okuyor (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2010). Occupy hareketini Rancièreci kavramlar üzerinden analiz eden iki çalışma için bkz. Bassett, K., “Rancière, politics, and the Occupy movement”,  Environment and Planning D: Society and Space 32 (2014), s. 886-901, ve Lorey, I., “The 2011 Occupy Movements: Rancière and the Crisis of Democracy”, Theory, Culture & Society 31 (7/8) (2014), s. 43-65.

[5] Christian Scholl, “Bakunin’s Poor Cousins: Engaging Art for Tactical Interventions”, Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities içinde, der. Begüm Özden Fırat ve Aylin Kuryel (Amsterdam, New York: Rodopi, 2010). Türkçesi: “Bakunin’in Zavallı Kuzenleri: Sanat Yoluyla Taktiksel Müdahale”, Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik içinde, der. Begüm Özden Fırat ve Aylin Kuryel, çev. Birkan Taş (İstanbul: İletişim Yayınları sanathayat dizisi, 2015); http://www.e-skop.com/skopdergi/bakuninin-zavalli-kuzenleri-sanat-yoluyla-taktiksel-mudahale/1586

[6] Scholl, “Bakunin’in Zavallı Kuzenleri: Sanat Yoluyla Taktiksel Müdahale”, Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik içinde, s. 200-213.

[7] A. g. e., s. 213.

[8] Pek çok sanatçı/eylemci kolektifi ve politik hareket, Mihail Bahtin’in müthiş kitabı Rabelais ve Dünyası’nda yer verdiği ortaçağ karnavallarıyla ilgili yorumlarını benimser. Ortaçağ karnavallarında bütün hiyerarşiler ve rütbeler alaşağı oluyor ve herkes, hiçbir kısıtlama olmaksızın tam bir eşitlik içinde davranıyordu – Rancière’in varsayımlarını yankılayan ve ete kemiğe büründüren bir durum. Yakın tarihli karnavalesk politik-estetik hareketleri inceleyen bir çalışma için bkz. Bogad, L. M., “Clowndestine Maneuvers: A Study of Clownfrontational Tactics”, Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities içinde, der. B. Ö. Fırat ve A. Kuryel (Amsterdam, New York: Rodopi, 2010). Anarşist literatürdeki karnaval tartışmaları için bkz. G. Grindon,  “Carnival Against Capital: A Comparison of Bakhtin, Vaneigem and Bey”, Anarchist Studies 12(2) (2004) 147-161.

[9] Jacques Rancière, Dissensus: On Politics and Aesthetics (Londra: Bloomsbury, 2015), s. 150.

[10] A. g. e., s. 156. 

[11] Jameson’ın “pastiş” kavramı öznenin parçalanmasına yol açan anlamlandırma zincirindeki erozyonu kusursuz bir şekilde tanımlar. Bkz. Fredric Jameson, Postmodernism, or the Cultural Logic of Late Capitalism (Durham, Duke University Press, 1997 [1990]).