Sanat Tarihçisi ve Müzisyen Nazan İpşiroğlu’nu Kaybettik

25/8/2015 / skopbülten

 

 

Sanat tarihi ve müzik çalışmalarıyla, sanat dalları arasındaki etkileşim üzerine yaptığı incelemelerle tanınan Nazan İpşiroğlu (1923-2015), geçtiğimiz gün hayatını kaybetti.

Nazan İpşiroğlu İstanbul Üniversitesi’nde felsefe ve sanat tarihi okudu; İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda piyano, Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda klavsen ve oda müziği eğitimi gördü. İstanbul Barok Müzik Topluluğu bünyesinde pek çok konser verdi. İstanbul Üniversitesi’nde hocası olan, daha sonra evlendiği Mazhar Şevket İpşiroğlu’yla (1908-1985) birlikte sanat tarihi üzerine çalışmalar yaptı: “Sanat yapıtlarını ‘müzelik eşya’ olarak değil, kendine özgü bir hayatı olan ve hayatımıza karışan ‘somut’ varlıklar olarak” inceledikleri Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi, ve 20. yüzyıl sanatını konu alan Sanatta Devrim. Mazhar İpşiroğlu’nun Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte kurduğu ve Anadolu sanatı üzerine belgesel filmler çektiği İstanbul Üniversitesi Film Merkezi bünyesinde, Mazhar İpşiroğlu’yla birlikte Kapalıçarşı (1974) filmini çekti. Eşiyle yaptığı çalışmaları, sonraları “Bizim bütün çalışmalarımız sanatla, geçmişle, toplumla bir tür hesaplaşmaydı” diye tarif edecekti. Karşılaşmalar ve Düşündürdükleri kitabında, Muhsin Ertuğrul, Ahmet Hamdi Tanpınar, Haldun Taner, Nazım Hikmet gibi simalarla ilişkisini ve kendisi üzerindeki etkilerini anlattı. Faal bir üyesi olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği bünyesinde birçok eğitim kitabı hazırladı. Son yıllarda, başta müzik-resim ilişkisi olmak üzere, “sanatların sınırlar aşırılığı” ve “sanatlararası etkileşim” üzerine çalışmalar yaptı (Görsel Sanatlarda Alımlama ve Sanatlararası Etkileşim; Resimde Müziğin Etkisi). Son kitaplarından biri de, Virginia Woolf’tan Vivaldi’ye, Thomas Mann’dan Haldun Taner’e, Yüksel Arslan’dan Guillermo Vargas’a kadar, sanatçıların köpeğe bakışlarını karşılaştırdığı Sanatçı Gözüyle Köpek’tir.

Aşağıda, Nazan İpşiroğlu’nun Resimde Müziğin Etkisi kitabından, Bilge Alkor'un Kış Yolculuğu (2000-2005) serisi üzerine kaleme almış olduğu bölümü sunuyoruz. Kaynak: www.bilgealkor.com

 

Donmuş Gözyaşları

 

Bilge Alkor'un Schubert'in Kış Yolculuğu adlı lied dizisinden esinlene­rek yapmış olduğu resimler, resim-müzik bağlantısını daha değişik bir açı­dan izleyiciye sunuyor. Müziğin etkisi burada şimdiye kadar ele aldığımız sanatçıların çoğunda olduğu gibi müziğin biçimlendirme öğeleriyle, müziğin biçim diliyle doğrudan bağlantılı değil. Lied'i bir müzik biçimi olarak ele al­mamış, daha çok anlam açısından yaklaşmış sanatçı. Tonalite, tını renkleri, gürlük, ses yüksekliği vb. yapı taşlarına resimlerde rastlamıyoruz. Sanatçı­yı etkileyen, şiirler ve bunların müzikte yeniden ifadesini bulması olmuş. Re­simler üzerinde düşünebilmek için önce lied'ler üzerinde biraz duralım.

Lied'lerin sözleri Wilhelm Müller'in. Şiirlerin iletisi yalnızlık, iletişim­sizlik, umutsuz aşk, hastalık, varoluşun anlamsızlığı, ölüm özlemi... Schu­bert (1827'de) hasta ve karamsar bir ruh hali içindeyken Müller'in Kış Yolculuğu adı altında topladığı şiirlerle karşılaşıyor. Onu çok etkileyen bu şiir­leri hemen besteliyor. Dizi yirmi dört şiirden oluşuyor. Schubert ilk aşamada on iki şi­iri besteliyor, ölümünden bir yıl önce geri kalan on iki şiiri de besteleyerek di­ziyi tamamlıyor. Şiirler doğa betimlemeleriyle, simgelerle, metaforlarla yük­lü. Schubert, şiirlerde anlatılanları müziğe yansıtmıyor, başka deyişle tını ressamlığı yapmıyor bu lied'lerde. Dizinin bütününü göz önünde tutarak her bir şiiri yorumluyor ve onun iletisini tınılarla dile getiriyor. Bir düşünceyi, bir sözel ifadeyi müziğin biçimlendirme öğeleriyle tınılarda somutlaştırıyor. Böylece şiir ve müzik bütünleşiyor. Bu açıdan bakınca Schubert'in bu alan­da öncü olduğu söylenebilir. [...]

Schubert'in Müller'in şiirlerine yaklaşımı neyse Bilge Alkor'un da li­ed'lere yaklaşımı öyle. Resimlerde yolculuğun öyküsü doğacı yaklaşımla an­latılmıyor, simgeler konuşuyor. Alkor lied'leri yorumluyor ve iletilerini re­sim sanatının biçimlendirme öğeleriyle tuval üzerinde somutlaştırıyor. Doğal ki, gerek Schubert'in Müller'in şiirlerini yorumlaması, gerek Alkor'un li­ed'leri yorumlaması sanatçıların bunları nasıl alımladıklarına bağlı. Alkor li­ed'lerin hepsini resimlememiş. Kendi alımlaması doğrultusunda bir seçki yapmış.

Resimler birinci lied'le başlıyor: Gute Nacht "İyi Geceler" karlı bir kış ge­cesinde yola çıkış; sonuncu lied'le bitiyor: Leiermann "Laternacı": dönüşü olmayan yolculuğun sonu. Sanatçı kimi lied'i seçmezken kimi lied için birkaç resim yapmış. Resimlere, ait oldukları şiirlerden dizeler yazmış. İzleyici, her zaman bitmiş sanat yapıtını görür. Resimlerin oluşum sürecini yapıtla kurduğu diyalog sırasında anlamaya çalışır. Kimi zaman resmin çıkış noktasına kadar geri gitmesi gerekir. Dizeler sanatçının alımlamasına ilişkin kimi ipuçları veriyor izleyiciye. Öncelikle söz ve müziği bir bütün olarak alımlamış olduğunu anlıyoruz sanatçının. Schubert'in müziği olmasaydı, hiç kuşkusuz sadece şiirler ona bu resimleri yaptıramazdı. (Ayrıca, bu dizeler lied'leri bil­meyen bir izleyiciye resimle daha kolay iletişim kurma olanağını da veriyor). İyi de sözleri dışlayarak sadece müziği dinleseydi bu sonuca varabilir miydi? Bu da bana olanaklı görünmüyor. Bu resimler üzerinde düşünürken Kış Yol­culuğu'nun pek çok yorumunu dinledim. Piyano partisinin orkestrayla seslendirildiği, şarkıları olduğu gibi bırakarak eşliğe eklemeler yapıldığı (karda ayak sesi, rüzgârın uğultusu vb.), bir tür sahnelemeye dönüştürüldüğü bir yorumdan (Zender) tutun da sözsüz, sadece çalgılarla yapılan yorumlara, daha­sı müziğin cazlaştırılmasına (Poesis topluluğu) kadar değişik yorumlarla kar­şılaştım. Schubert'in yapıtında sözler tınılarla öylesine sıkı bir doku oluşturuyorlar ki bunların birbirinden ayrılması müziğin karakterini bozuyor, par­çalar anlamlarını yitiriyorlar, iletileri yok oluyor. Alkor'un resimlerinde an­lam yitimi olmadan ses-söz bütünleşmesini görebiliyoruz.

Resimlerin daha ilk algılanma aşamasında izleyici lied'lerin karamsar ha­vasını solumaya başlıyor. Resimlerin bütününden olduğu kadar her bir re­simden de müziğin hüzünlü havası duyumsanabiliyor. Burada Matisse'in bir sözünü anımsayalım: Giotto'nun Padua'daki fresklerini örnek getirerek "... bu resimlere baktığımda resmin, İsa'nın yaşamındaki hangi olayı anlattığını daha anlamadan önce o bende bir ruh hali uyandırır. Bu doğrudan kompozis­yonun kendi içinde taşıdığı anlamdan, renk ve çizgilerin örgüsünden kaynak­lanır. Resmin adı benim bu duygumu sadece destekler" diyordu. Al­kor'un resimleri için de aynı şey söz konusu. Renk ve çizginin –buna ışığı da eklemek gerekiyor, çünkü burada ışık da biçimlendirme öğesi– örgüsü ilk bakışta bir ruh hali uyandırıyor.

 

İlkbahar Düşü

 

Lied’lerde yalnızlığın hüznünü, özlemlerini duymamızda büyük ölçüde bunların hemen hepsinin minör tonda bestelenmiş olmasının payı var. Pek azı majör tonda. Alkor resimlerinde lied'lerdeki tonalite farkını gözetmiyor. Majör olan İlkbahar Düşü'nde bile kırmızı çiçekler aynı hüzünlü renksiz­lik etkisini yapıyor. O bu hüzünlü havayı "renksiz" renklerle veriyor. Bir çok rengin biraraya gelerek oluşturduğu "renksizlik": belli bir renk olarak tanımlanmayan koyu/açık renk lekeleri; siyah, beyaz, mavinin, sarının karıştığı grinin tonları; doğrudan mavinin, kırmızının ağırlıkta olduğu koyu lekeler; yer yer karın, buzun, yansımalarıyla aydınlanan karanlık hüzün dolu gecelerin rengi/renksizliği... Dizinin bütünü içinde dikkat çeken iki renk var. Bunlardan biri kırmızı; kimi resimde belli belirsiz bir leke, kimindeyse kalp biçiminde, çok belirgin. Öteki mavi. Her iki rengin de bütün dizide sim­ge olarak iz sürdüğünü düşünüyorum; son iki resim dışında her resimde açık/koyu, belirgin ya da belirsiz bir mavilik var. Kırmızının yolcuyu simgelediği, şiirlerde çok sık geçen kalp sözcüğüne gönderme yaptığı açık. Mavi neyi simgeliyor? Şimdi resimlere yakından bakalım ve mavinin anlamını açı­ğa çıkartmaya çalışalım.

 

İyi Geceler – Gute Nacht

Gute Nacht, “İyi Geceler”

 

Bu ilk resimde mavi, sol yanda resmin dörtte birini kaplıyor. Renksizli­ğin içinden koyudan açığa değişik tonlarda, su akarmışçasına aşağıya doğru bir akış içinde. Maviliğin üstünde tersinden Gute Nacht yazılı (giden yolcuya içeriden bakış?). Resmin sağ yanında aşağıda beyazla­şan ince bir mavi çizgi saydam bir hayalet-figürü çerçeveliyor (arkadan gö­rünen yolcu?). Saydamlığın içinden kayalıklar görünüyor (yol?).

 

Yalancı Işık Irrlicht

Sevinçlerimiz ve acılarımız / bir yalancı ışığın oyunu hepsi

 

Mavinin en ağırlıklı olduğu resim. Bu resim bütün dizi­nin içinde en ışıltılı olanı. Siyah resim yüzeyi üstünde tam ortadan dört bir yana ışınlar saçan bir yıldız; sol üstte mavinin ve grinin açıktan koyuya ge­çen tonlarıyla siyah zemin içinde yiten bir başka yıldız. Onun altında ışıldayan maviliğin önünde kesişen koyu lekelerin üstünde ışıltılar. Işıldayan renk­lerin, mavi ve beyazın (bu resimde sarı da var) kimi yerde siyahın önünde ki­mi yerde arkasında olması resme hem derinlik, hem de ne yöne gittiği belli olmayan huzursuz bir hareket getiriyor. "Sevinçlerimiz ve acılarımız/ Bir ya­lancı ışığın oyunu hepsi..." sanatçı resmin altına şiirden aldığı bu dîzeleri yazmış. Bu resmin müziği dramatik ve çok koyu renkli (ezgi hep alçak sesler üzerinde gidiyor). "Irrlicht" bataklık arazide bataklıktaki gazdan çıkan, durmaksızın sağa sola hareket eden alev diye tanımlanıyor sözlükte. Nereden çıktığı tam belli olmayan yanıltıcı bir ışık. "Irre" sözcüğü yazın dilinde ol­sun halk dilinde olsun şaşkınlık, kafa karışıklığı, yolunu şaşırma, yanılma an­lamında kullanılıyor. Halk arasında yaygın bir batıl inanca göre ölü ruhlarla bağlantısı olan "yalancı ışık" uğursuzluk getiriyor, kişiyi doğru yoldan saptı­rıyor.

 

Karga – Die Krahe

Bir karga kentten benimle çıkıp geldi

 

 

Karga, acayip yaratık / Bırakmayacak mısın beni?

 

Dizinin ikinci yarısının başında yer alan bir lied. Sanatçının çok resimle­diği lied'lerden biri bu. "Karga, acaip yaratık, bırakmayacak mısın beni?" di­zesini yazmış resmin altına sanatçı. Şiirde yolcunun peşine bir karga takıl­mış, başının üstünde dönüp duruyor. Resimde tam ortada üç karga başı (kar­ganın uçuşu?), onun altında, kargaların iki yanından aşağıya doğru inen ve resmin alt kenarındaki mavilik içinde yiten çizgilerin arasından beliren bir gölge (yolcu?)... renksiz renkler arasından ışıldayan mavi lekeler... bütün re­sim yüzeyi hızlı döngüsel bir hareket içinde.

Mavinin anahtarının "Yalancı Işık" adlı lied'deki "irre" sözcüğünde oldu­ğunu düşünüyorum. Sanatçının resmin altına yazmış olduğu dizelerden önce şu dizeler geliyor: "yanlış yola gitmeye alışkınım/ Nasıl olsa her yol amaca ulaştırır:" Yolcu yolun başından beri bir yalancı ışık peşinde yanlış yollara sapmakta. Yolun sonuna geldiğinde artık başka sapak kalmıyor. Mavi de, yu­karıda söylediğim gibi, son iki resimde yok, artık yolun sonunda, ölümle kar­şı karşıya.

Buraya kadar Alkor'un şiiri ve müziği her bir lied'de nasıl olanca bütün­lüğü içinde alımladığını açıklamaya çalıştım. Sanatçının bütüncül bakışını en iyi gösteren büyük panoyu lied'lerle bağlantılı okuyarak başka alımlama boyutları bulmayı okuyucuya bırakıyorum.

sanat tarihi, Türk sanat tarihi