/ Sanat ve Emek / Parayı Veren Düdüğü Çalar: Bir Sanatçı ile Bir Banka Galerisinin Hikâyesi

Aşağıdaki metin, Chto Delat kolektifinden Dmitry Vilensky’nin 2010 yılında kaleme aldığı Pavilion Unicredit: An Artist's Tale başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrildi. Yazı, UniCredit bankasının Bükreş şubesinin sponsoru olduğu Pavilion galerisinde açılan Zamanın Yoldaşları başlıklı serginin öncesinde yaşananları konu alıyor.

 

Angry Sandwich People, or in a Praise of Dialectic başlıklı videodan bir kare, Chto Delat

 

Aşağıdaki yazının, çağdaş sanat dünyasının ekonomisi ve sermaye dünyasında sanatın ve yaratıcı emeğin yeri konusundaki tartışmaya katkıda bulunacağını umuyorum.

Basit bir hikâyeyle başlayalım.

Bir zamanlar, sanatçıların, birer işçi olarak, eserlerinin sergilenmesi karşılığında ücret almaları gerektiğini düşünecek kadar saf bir sanatçı varmış. Katıldığı pek çok projede bu konuda ısrar ettiğinde yaşadığı olumsuz deneyimlere rağmen, elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyormuş – özellikle de eserleri, sermayenin varlığının bariz biçimde hissedildiği yerlerde gösterilecekse. Olanca alçak gönüllüğüyle ücret verilip verilmeyeceğini sorduğunda genelde aldığı cevap hep “para yok” oluyormuş. Ne sanatçı ödeneği için, ne yol masrafları için, ne de üretim masrafları için... Küratörler genelde ondan  ve meslektaşlarından sadece filmlerinin kopyalarını ya da eserlerinin basılı malzemesini istiyor, gerisini kendilerinin halledeceğini söylüyorlarmış. Çoğu sanatçı, eserlerinin de yer aldığı önemli sergileri görme, böylece mesleki açıdan gelişme fırsatına bile sahip olamıyormuş.

Sanatçı, bir kolektifin üyesiymiş. Bu kolektifin bir galerisi yokmuş; videolarının çoğunu kendi kaynaklarıyla finanse ediyor (ya da doğru düzgün finanse edemiyor), günün birinde yeni bir çalışma için para bulunacağı ümidine sarılıyorlarmış. Üstelik, ürettikleri eserler kamuya açıkmış.

Birgün sanatçı, henüz tanışmadığı, hoş bir küratörden nazik bir mektup almış. Kadın mektubunda onu bir sergide videosunu göstermeye davet ediyormuş. Videonun serginin genel teması için ne kadar elzem olduğunu anlatmış. Hatta sanatçıdan, videoya eşlik edecek yeni bir çalışma daha yapmasını bile rica etmiş.

Bu daveti görünce sanatçının etekleri zil çalmış. Hemen serginin temasıyla ilgili açıklamayı okumuş ve kullanılan ifadeler, yer verilen fikirler karşısında çok heyecanlanmış. Bitmemiş bir proje olarak modernliğin özgürleştirici yönü... Devrimci düşüncenin, sosyalizmin, komünizmin günümüzde taşıdığı özgürleştirici imkânlar... Toplumun dönüşümünde sanatın rolü... Bu minvalde devam ediyormuş açıklamalar.

Sanatçı, bu meseleleri dert edinen küratörlerin ve sanat mekânlarının var olması ne müthiş, diye düşünmüş. Davet edildiği serginin açılacağı mekânın ismine bakmış: Bükreş’teki Pavilion UniCredit. Bu mekân, en radikal (hatta devrimci) çalışmaları, dünya çapındaki solcu ve toplumcu sanatçıları desteklemesiyle ünlüymüş.

Sanatçı, UniCredit bankasının Romanya şubesini Google’da taratmış ve Avrupa’daki en güçlü bankalar arasında bulunan kurumun toplumsal sorumluluk projeleriyle ve kültüre verdiği destekle de övündüğünü görmüş:

 

UniCredit Grubu’nu oluşturmak üzere güçlerini birleştiren bankalar, bulundukları ülkelerde kültürü ve yerel sanat faaliyetlerini desteklemek konusunda uzun bir geleneğe sahiptir. UniCredit’in geniş sanat koleksiyonu ve UniCredit & Art Project bünyesindeki onlarca  inisiyatif bu katılımın kanıtıdır.

Bulunduğumuz yerlerde yaşayan yerel topluluklarla yakınlık kurarak, kültürel gelişimlerine katkıda bulunan her türlü girişimi destekleyerek, onlarla aramızda güçlü bir bağ oluşturmaya çalışıyoruz. Müzik, edebiyat, film ve plastik sanat projelerine destek vererek kültürel çeşitliliği teşvik ediyoruz.

 

Sanatçımız pürist değilmiş. UniCredit’in bu kadar güzel bir politikası olduğuna göre sanatçılara ve kültürel inisiyatiflere de saygı duyuyordur, diye düşünmüş – özellikle sponsoru olduğu sanat mekânının kapısında ismi geçiyorsa. Peki sanatçılara saygısını nasıl gösterecek? Tabii ki eserlerine doğru düzgün bütçe ayırarak, konuk küratörlere ve projelerinde yer alan herkese insan gibi çalışma koşulları sağlayarak.

Sanatçı bütün bunlar üzerine düşündükten sonra Pavilion UniCredit’teki sergi davetine icabet etmeye karar vermiş. Küratöre yazdığı mektupta, kibarca, eseri için ve üyesi olduğu kolektifin video gösterimi için ücret ödenip ödenmeyeceğini sormuş. 

Küratör sanatçıya epey ayrıntılı bir mektup yazmış. Sanatçılara ücret ödemek için para yokmuş: Bütün para yeni bir duvarın inşaatına, pencerelerin karartılmasına vs. gitmiş. Başka hiçbir şey için para kalmamış, ama yine de mekân harikaymış falan filan...

Sanatçı bu cevaba pek de şaşırmamış. Ama sınıf bilinci yüksek olduğu için, sanatçıların ve diğer yaratıcı ve entelektüel işçilerin yeni bir tür proletarya olarak sömürüye maruz kaldıklarını da gördüğü için, bu bildik hikâyeye rıza göstermeye devam etmenin sorumsuzluk olduğunu düşünmekten kendini alamamış.

Bunun üzerine sanatçı, küratöre yazdığı cevapta, projeye katılan (düzenleyenler de dahil) herkesin, zengin kurumsal sponsorlardan alınan mali destek konusunu gündeme getirmelerinin anlamlı olabileceği fikrini ortaya atmış. Kurumları, kulağa hoş gelen toplumsal sorumluluk kavramının içini doldurup, sanatçı çalışanlarla –yani meslektaşlarıyla– ilgili sorumluluklarını üstlenmeye davet etmek iyi bir fikir olabilir, diye yazmış. Şu bildik, eski ekol kurumsal eleştiri tarzında bir tartışmanın önünü açmakmış tek istediği. Yoksa skandal peşinde filan değilmiş, insanları biraz durup düşümeye davet etmekten başka derdi yokmuş.

Ayrıca, küratörün sergilenmesini istediği video Brecht’le ve diyalektikle ilgili olduğundan, sanatçı bu meseleyi halihazırdaki çalışma koşulları çerçevesinde gündeme getirmenin ve böylece bazı şeylerin değişebileceğini kanıtlamanın çok yerinde olacağını düşünmüş. Sergi için hazırlaması istenen ek çalışmanın da aynı şekilde bu sorunlara değinmesi gerektiğine inanıyormuş.

Konuk küratör bu fikri çok tutmuş. Zaten bunda ne terslik olabilir ki, diye yazmış. Pavilion UniCredit gibi radikal mekânlar böyle zorlu konulara bayılırlarmış. Sanatsal emeğin kırılgan koşulları hakkında bir tartışma düzenlemek bile mümkün olabilirmiş. Sonra UniCredit’in desteğiyle, onlarca parlak güvencesiz çalışanın yaptıkları iş karşılığında ücret almamaları üzerine kafa yordukları radikal bir gazete çıkarılabilirmiş. Elbette bütün bu işleri ücretsiz yapacaklarmış (veya, en azından, sanat dünyasında “huzur hakkı” diye bilinen yemek fişlerinden verilebilirmiş). Aslında çok az masraf çıkaracak, şirketlerin en sıradan akşam yemeklerinin faturası yanında devede kulak kalacak bu önemli tartışmayı finanse etmeye para yokmuş.

Sanatçının küratörle yazışmaları bu minvalde, gayet iyi gidiyormuş – ta ki sanatçının önerileri Pavilion UniCredit’tekilerin kulağına gidene kadar. Sanatçıyı (küratör vasıtasıyla) bilgilendirerek, yönetim kurullarının kuruma yönelik içerden hiçbir saldırıya (sanat eseri biçiminde bile olsa) izin vermeyeceğini bildirmişler. Ve o noktada konu kapanmış: Sanatçının, sözde serginin teması için elzem olan eseri, bir kalemde ve hiçbir tartışma olmaksızın sergiden çıkarılmış. (Sergiye alınmayan esere şuradan ulaşılabilir: http://vimeo.com/6879250)

Neden? Pavilion UniCredit yöneticileri her türlü temasa son verdikleri ve gerçek bir tartışma imkânının yolunu kapattıkları için, sanatçı nedenler konusunda sadece tahmin yürütebilirmiş. Acaba sebep, sanatçının olay çıkarmaya çalışan şöhret delisi bir egomanyak olması mıymış? Yoksa sanatçıların üretimle ilgili herhangi bir meseleyi gündeme getirmeleri yasak mıymış? Yoksa sebep, sanatçının kayıtdışı sponsorluk ekonomisini ufaktan teşhir etmeye kalkması mıymış?

 

                                                                       *

 

Bu hikâyeden çıkarılacak ders nedir?

Bunun çok tekil, kişisel deneyim ve duyguların damgasını taşıyan, genele yayılamayacak bir hikâye olduğu söylenebilir. Bu, bir dereceye kadar doğrudur. Fakat sanatçı, bu tür olayların kamuya açıklanması gerektiğine inanıyor. Şayet bugün ortada açıkça telaffuz edilmeyen bir durum varsa, o da sanatçıların çenelerini kapalı tutup neyin yapılacağı ve neyin tartışılacağı konusundaki kararı kurumlara bırakmasını gerektiriyorsa, bu yanlıştır. Sanatta, kültürde ve düşüncede radikalizm, parayı ve gücü arkasına almış kurumların mülkiyetinde olmamalı.

Kısacası kurumlar, kibirleri ve acizlikleriyle, sanatçıları suistimal etmekte serbest olmamalılar. Davranışlarının sonuçlarıyla yüzleşmeliler – Avrupa’nın en yoksul ülkesinde bulunup, arkalarına en zengin şirketlerin desteğini aldıkları zaman bile.  

Dmitry Vilensky, Saint Petersburg, 17 Şubat 2010

hayırseverlik, sanatçı hakkı, sansür, sanat ve emek