/ Sürrealizm 1924-2014 / Sinemada Alaturka Gerçeküstücülük

9/9/2014 / skopbülten / Onat Kutlar

Tiyatro ve sinema yönetmeni Başar Sabuncu, canlı hareketler ve arada attığı kahkahalarla bir deneyimini anlatıyordu: "Bir ara bir arabesk film parodisi yapmaya karar verdim," diyordu. "Ama senaryoyu yazmadan önce bir sürü arabesk film kaseti alıp eve kapandım. Niyetim uç noktalara götürülmüş arabesk motiflerle hem mizah duygusunu, hem de hayal gücünü zorlayan bir film yapmak için bu filmlerden esinlenmekti. Ama sonunda dehşetle gördüm ki, benim düşünebileceğim hiçbir fantezi, bu filmlerdeki 'doğal' ve 'gerçek' fanteziye ulaşamayacaktı. Filmlerde ‘gerçek olaylar’ diye gösterilen sahneler, bırakın gerçeği, gerçeküstü'nün bile tavanını parçalayıp beni şaşkınlıklara düşürüyordu. Benim arabesk parodim hiçbir zaman bu filmlerin hayal gücüne ulaşamazdı. Projeden hemen vazgeçtim..."

Kısa aralıklarla, biri televizyonda, öbürü ise Sinema Televizyon Enstitüsü'nde iki film izledim. [Metin] Erksan'ın Kadın Hamlet’i ve [Erdoğan] Kar'ın Su adlı yapıtı. Ciddi niyetlerle yapılmış Hamlet, beni, nedense bir Hamlet Parodisi gibi hayretlere düşürdü. Su ise, iyi niyetlerle yapılmış bir köy filmiydi. Görüntüleri temizdi. Ama senaristin öyle ilginç diyalogları ile karşılaştım ki, bu ciddi film yer yer beni gerçeküstücülerin "söz oyunları" gibi şaşırttı. Örneğin bir sahnede yaşlı ve kızgın Ağa, başını bilgiç bilgiç sallıyor ve "Kazın ayağı öyle değil. Kazın ayağı büyüktür!" diyordu. “Kazın ayağı” deyiminin bu tür bir kullanımına ilk kez rastlıyordum. Başka bir sahnede ise, genç karısının bir delikanlıyla mercimeği fırına verdiğini öğrenen Ağa, yaşlı ve genç karılarının gözleri önünde koca bir baltayı kapıyor ve kapının yanındaki büyük taşa vurarak taşı parçalıyordu. Ağa'nın yaşlı karılarından biri, genç karısını paylıyordu bu olay üzerine: "Gördün mü? Ağa senin yüzünden baltayı taşa vurdu..."

 

 

 

Kadın Hamlet filminden bir sahne

 

Beyoğlu'nda, eski Şehir Galerisi'nin olduğu yerde, tertemiz bir lokal. Sinema sanatçılarının, yapımcılarının yani SESAM'ın merkezi. Bir açılış töreni. Küçük salonda tıklım tıkış oturmuş genç, yaşlı aktörler, aktrisler, yönetmenler, yapımcılar dikkatle kürsüdeki konuşmaları dinliyor. Açılışı yapan Bakan, dikkatli seçilmiş sözcüklerle Hükümetin sinema sanatına gösterdiği ilgiyi anlatıyor. Sansür'den, sinemacıların haklarına kadar her konuda olumlu sözler veriyor. Şiddetli alkışlar. Biraz sonra aynı kürsüye, kır saçlı, orta yaşlı bir tiyatro eleştirmenimiz çıkıyor. Bakırköy Belediyesi'nin danışmanı sıfatıyla bir müjde veriyor. Sinema sanatçıları için büyük bir huzurevi yapılacak. Konuşmasını şu ilginç sözlerle bağlıyor: "Tüm sinema sanatçılarımızı gelecekte Bakırköy'de görmekten mutluluk duyacağız..." İzleyiciler bu sözleri çılgınca alkışlıyorlar.

Geçenlerde bir otel odasında, yapayalnız ölüme terk ettiğimiz yüzlerce film yönetmiş bir yönetmenimizi ilk kez nerede gördüğümü hatırlamaya çalışıyorum. Gözümde tuhaf bir sahne canlanıyor. Kilyos'ta, kalabalık kumsalda sıcak bir yaz günü. Kumsalın bir köşesinde üç dört kişi tuhaf bir iş yapıyorlar. Kanıksanmış bir olay olmalı ki benden başka ilgilenen yok. Yaklaşıyorum. Bir konulu film çekimi bu. Vücutları kötü beslenmeden ötürü az gelişmiş iki figüran kıyasıya dövüşüyorlar. Hafif kırlaşmış saçlarıyla Yönetmen onları izliyor ve görüntü yönetmenine birkaç provadan sonra "motor" diyor. Ortada ne doğru dürüst bir ekip var, ne script-girl, ne senaryo hatta ne de aktör veya aktris. 1960'lı yıllar olmalı. Yönetmen, filmini, bir Yeni Harman sigarasının paketi üstüne aldığı notlara göre yönetiyor. Daha doğrusu kafasına göre. Aynı yıllarda Cassavetes, uluslararası sinema basınına filmini (Shadows), nasıl "doğaçlama" çektiğini anlatıyor. Oysa çok sonraları yakından tanıdığım ve insan olarak büyük sempati duyduğum Yönetmenimiz, ecriture automatique’i [otomatik yazı] çoktan keşfetmişti. El yordamıyla.

Fatih Sultan Mehmet'in kolunda görülen omega marka saat ya da madencilerin kafasına kask yerine uydurulan oturaklar gibi "aykırı objelerin gerçeküstücü anlamda biraraya gelişleri" sık sık rastladığımız şeyler olmasa bile hiç bilinmedik durumlar da değil sinema sanatımızda. Erotik bilinçaltı ise, Buñuel'e ya da Dalí'ye bile parmak ısırtacak kadar fantastik ve ilginç. İlk uluslararası ödülü kazanmış filmimizde, Kötü Adam'ın bir kez "ineğin memesine" bir kez de "genç kız"a baktığı ve iştahının kabardığı sahneyi her düşünüşümde kendi kendime sormuşumdur: "Niçin bir Türk L'Age D'Or'u olmadı?'' diye.

L'Humour, fantezi, söz anarşisi, bilinçaltı, çılgınlık, uyumsuzluk, erotizm... herkesin de bildiği gibi Éluard' dan Aragon'a, Artaud'dan Soupault'ya, Breton'dan Dalí, Picasso ve Buñuel'e kadar 1920'li yıllara damgasını vurmuş çok sayıda sanatçının "gerçeküstücü" deneyimlerine kaynak olmuş kavramlar.

Bu akım altın çağını yaşayalı yarım yüzyıl oldu. Üstelik hiç naif olmayan, bilinçli, burjuva toplumunu ve değerlerini sarsmaya yönelik bir çıkış olarak yaşandı ve yapıtlarını üretti. Bizde ise, aradan elli yıl geçtikten sonra inanılmaz bir "saflık"la sürdürülmeye devam ediliyor.

Gelin de Marquez'in ünlü Nobel Söylevi'ndeki sözlerini hatırlamayın: "Sizin, bizim sanatımızda fantezi zannettiğiniz şey, bizim gerçeğimizdir. Tıpkı sizin üç yüz yıl önceki gerçeğinizin şimdi size düşü anımsatması gibi."

 

Gergedan Dergisi Gerçeküstücülük özel sayısı, Ağustos 1987, s. 78

Sürrealizm 1924-2014, sinema