/ Tezler / Modern Kültürde ‘Ev’ ve ‘Evsizlik’ Üzerine Bir Tez

22/11/2011 / skopbülten / Roysi Ojalvo

 

17. yüzyılda pek çok insan coğrafyasında bir salgın gibi yayılmaya başlayan modernlik, bu coğrafyalarda var olmuş organik bütünlükleri geri dönüşsüz biçimde parçalar. İnsanların, şeylerin ve düşünme biçimlerinin görece tanımlı sınırlar içinde var olduğu devir hızla kapanır. Köklerinden sökülmüş insanların, değerlerin sınırsızca çarpıştığı modern kentlerde, sabitliğin yerini gelip geçicilik; organik cemaatin yerini de ‘kalabalıklar’ alır. Modern çevrelerin kaosu herkesi “bir girdabın içine döker; sürekli parçalanmanın ve yenilenmenin, mücadelenin ve çelişkinin, belirsizliğin ve acının girdabına”.[1] Organik hayatın ve onun sabitliklerinin mümkün kıldığı ‘ev’, yitirilir. Modern insan, ‘evsiz’dir.

İnsan varoluşunun bu dönüşümüne tepki veren ilk romantikler 18. yüzyılda ortaya çıkar. Novalis şöyle der: “felsefe aslen bir ev özlemidir; her yerde evde olma arzusudur.”[2] Rousseau'nun romantik tarzda yazdığı, henüz modernin ve modern olmayanın birlikte deneyimlenebildiği bir dünyada geçen romanı Yeni Heloise'in genç kahramanı Saint-Preux, ‘yurdundan’ kopup gittiği kentteki deneyimlerini şöyle anlatır:

“İnsanı içine çeken bu heyecanlı, çalkantılı hayat karşısında sarhoş olduğumu hissediyorum. Gözlerimin önünden geçip duran böylesine çok sayıda nesne başımı döndürüyor. Beni etkileyen tüm bu şeyler arasında yüreğimi saran bir tek şey bile yok. Yine de hepsi birden hislerimi sarsıyor; öyle ki ne olduğumu, neye ait olduğumu unutuyorum.”[3]

--

Bazı 18. yüzyıl romantiklerinin aksine, Baudelaire, kent deneyimini hor görmez.[4] Onun flâneur’ü kentin kalabalıkları içinde mest olur. Köksüzlüğünün, aidiyetsizliğinin, uçsuz bucaksız serbestliğinin tadını çıkarır. O, bir yandan her yerde ‘evsiz’; bir yandan da her yerde ‘evinde’dir: ‘ev’i, kalabalıklardır (tam anlamıyla moderndir). Baudelaire’in “À Une Passante” ( “Geçen Bir Kadına”)[5] şiirindeki kadın, modernliğin bir alegorisi olarak görülebilir: gelip geçen olasılıklar içinde yakalanan ani bir haz ve mutluluk; kalabalıklar içinden seçiliveren –geçip giden– bir kadında yakalanan anlık bir güzellik. (Artık güzellik de, akış içinde deneyimlenecek bir andır. Ebedi olan hiçbir şey yoktur…)[6] Benjamin’e göre, kentlinin deneyimi ilk bakışta değil, “son bakışta aşk”tır.[7]

Baudelaire, şiirlerini modern kent yaşamının çelişkilerinden arındırmaya çalışmaz. Aksine, bu çelişkiler onun sanatsal üretiminin özüdür. Ne var ki şiirleri eski zamanlara gönderen nostaljik öğelerle de doludur.[8] Modernlik, ‘şimdi’nin cazibesine kapılmak; devinimin ve akışların bitmez tükenmezliğine hayran olmak; ama bir yandan da başka bir yeri ve zamanı özlemektir. Georg Lukács’ın ifadesiyle, modern deneyim “aşkın evsizlik”tir.[9]

--

20. yüzyıl boyunca giderek şiddetlenen ve yayılan modern durumlar; gündelik yaşamın parçalanması, ulaşımın ve iletişimin hızı, değişen zaman kavrayışları; insan varoluşundaki bu dönüşümleri pekiştirir. İnsan giderek daha fazla “yersiz-yurtsuzlaşır”.[10] Artık ömür boyu ‘yer’den özgürleşmesinin sarhoşluğu içinde, fakat kimine göre bir ev (ya da organik bütünleşme) hasreti çekerek yaşayacaktır. Bu yazgıyla “dünyaya fırlatılır”. Kimine göre ise, artık evini ancak kendi içinde bulacaktır. Wim Wenders, filmlerindeki kahramanlara ilişkin şöyle söyler: “evde olmayarak, yine de kendileri ile evdedirler… Kimlik, bir eve sahip olmak zorunda olmamaktır.”[11]

--

Bütüncül değer sistemlerinin dağılmış olduğu modern dünya; aynı zamanda her şeyin sınırsızca sorgulanabilir olduğu bir dünyadır. Burada, Nietzsche’nin teşhis etmiş olduğu gibi, “artık paylaşılan değerler değil, hep yeni ‘niçinler’ vardır”.[12] Daha önce doğallıkla deneyimlenen her şey, artık birer tercih sorunudur. Böylece ‘ev’ de, yeniden icat edilmesi gereken bir şey olarak ortaya çıkar. Bir mesele haline gelir: “Nasıl yaşamalıyız?”.

Modern kültürde ‘ev’, sorgulanmaya, yorumlanmaya açıktır. Hem maddi gerçeklikte hem de düşünsel alanda biçimden biçime sokulur. Bir taraftan toplumsal dönüşümlerle birlikte kaçınılmaz olarak evrilir; bir taraftan da devirlerin düşünce adamları, mimarları, sanatçıları tarafından geliştirilen pek çok ‘yeni’ fikrin ve yaklaşımın konusu olur.

Özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren, insanların kentlerde biriktiği yeni dünyada ‘ev’, hızla bir meta haline gelir, seri üretime dahil olur, standartlaşır. Sanayileşme, gündelik yaşamın –dolayısıyla da ‘ev’in– bir makine olarak tasavvur edilmesine ve planlanmasına yol açar. Modernizasyon süreçleri ‘ev’i rasyonelleştirir, transparanlaştırır. Filozof mimarlar ‘ev’ üzerine bir hayli düşünürler; ‘ev’in nasıl olması gerektiğine dair öneriler yarışa girer.

 

                 

“Die Wohnung für das Existenzminimum” [13]  kitap kapağı, 1930                                          

Dan Graham: Homes for America, 1967

 

Öte yandan, modern insanın “eve dönmek için duyduğu imkânsız arzu”, ‘ev’e ilişkin romantik ve nostaljik ilgilerin oluşturduğu damarları, modernlik tarihi boyunca diri tutar. Pek çok düşünce, yazın ve sanat adamı da bu damarları besler. Martin Heidegger’in, 1900’lerin ilk yarısında bu damarlara eklediği perspektif ve kavramlar geniş ve uzun soluklu bir etki alanına ulaşacak, günümüze dek süren çeşitli ‘ev’ arayışlarının sıklıkla dayandığı bir referans noktası olacaktır. Heidegger, modern dünyada kaybedilmiş bulunan dwellingin insan varoluşunun asli niteliklerinden biri olduğunu vurgulamaktadır. O, ve ondan ilham alan pek çokları, Kartezyen düşüncenin öngördüğünün aksine, insanların “serbest-gezen zihinler” olarak var olamayacaklarını; ancak çevrelerindeki dünya ile derinlikli ilişkiler içinde var olabileceklerini savunur. ‘Ev’in modernizasyon süreçleri sonucu yalınlaşmasının, bağlamsızlaşmasının, standartlaşmasının, şeffaflaşmasının, insanları dünyada ‘varoluşsal yabancılar’ haline getirdiğini anlatır. Bu düşüncelerin de etkisiyle, 20. yüzyıl boyunca ‘ev’i yeniden tanıdık, sıradan ve güvenli kılacak fikirler yürütülür, projeler geliştirilir.[14]

--

Geleneksel dünyada doğallıkla deneyimlenen ‘ev’, bağlarından çözülüp yoruma açılınca, aynı zamanda “yamuk bakmaya” uygun hale gelir; Anthony Vidler’ın “mekânsal çarpıtma” (spatial warping) olarak adlandırdığı pratiklere konu olur.  

1900’lerin başından itibaren mekâna, psikolojiye ve psikanalize ilişkin düşünceleri kesiştiren yaklaşımlar, toplumsal ve estetik söylemde önemli yer bulmaya başlamıştır. Böylece mekâna ve özne-mekân ilişkisine dair geleneksel tanım ve anlayışları bozmayı amaçlayan pratikler ortaya çıkar.[15] Mekân, pek çok tasarıda öznenin bir projeksiyonu olarak görülür; psikolojik ve psişik boyutlarıyla ele alınır. Bunlar, sanat ile mimarlığın arakesitinde yer alan tasarılardır:[16] bu pratiklerden yalnız birine aitmiş gibi görünen, ancak açıklanması için diğerinin terimlerine ihtiyaç duyan tasarılar... Bu “eleştirel pratikler” sıklıkla modern bireye özgü varoluşsal, psikolojik durumları (yersizliği, tekinsizliği, ‘evsizliği’ ya da ‘ev’ özlemini) ifade ederler. “ ‘Patolojik’ olanın ifadesi için ‘normal’ olanı çarpıtıp dururlar”.[17] ‘Ev’, artık bu türden, “yamuk” bakışların da odağındadır.

 

    

Rachel Whiteread: House, Londra, 1993

Martín Ruiz de Azúa: Basic House, 2000

 

 

Modern Kültürde ‘Ev’ ve ‘Evsizlik’ Üzerine Bir Tez

 

Nilüfer Talu’nun 2008 yılında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde tamamladığı The Phenomenon of the Home in Modern Culture: Transcendental Homelessness and Escape Fantasy at the Intersection of Art and Design başlıklı doktora tezi, modern dünyada ‘ev’ ile kurulan türlü ilişkilere dair bir profil çıkarıyor. Modernlik tarihi boyunca modernliği ve modern bireyin ‘ev’ ile ilişkisini eklemleyen pek çok söylemsel pratiği inceliyor. “Fiziksel ev ile psikolojik ev arasındaki kararsız ilişkinin”[18] farklı formlarını anlatıyor.

Metropol, modern birey, modern hayat; modernlik, modernizm, modern ‘ev’ arasındaki ilişkiler üzerine çizdiği geniş çerçevenin ardından; tezin ilk bölümleri, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ‘ev’in nasıl kapitalist sisteme ve seri üretime dahil olduğunu, standartlaştığını, kâr aracına dönüştüğünü, makineleştiğini inceliyor. ‘Ev’in, siyasi partilerin konut politikaları doğrultusunda kazandığı anlamları ve konutun nasıl bir propaganda malzemesine dönüştüğünü anlatıyor. Devrin mimarlarının deneyselliğe açılan ‘ev’ üzerine yürüttükleri fikirleri; ‘ev’e ilişkin geleneksel kavrayışları bozan, modern hayata özgü durumlara karşılık gelen ‘ev’ tasarımlarını tanıtıyor.

Tezin Dialectics bölümü, ‘ev’i insan varoluşuna ve psikolojisine ilişkin boyutlarıyla ele alan düşüncelere dair bir teorik perspektif. Bölümün ana uğrakları, Martin Heidegger, Gaston Bachelard, Christian Norberg-Schulz, Joseph A. Amato, J. Douglas Porteous, Olivier Marc, Oscar Newman, Paul Stollard, Claire Cooper Marcus, W. Scott Olsen, Akiko Busch, Judith Kitchen ve Ali Madanipour.

Critical Discourses bölümü, insan doğası ve modernlik arasındaki ilişkiyi sorunsallaştıran 20. yüzyıl eleştirel yazınından bir derleme sunuyor. Modern dünyada, bir önceki bölümde açıklandığı anlamlarıyla ‘ev’in nasıl yitirildiğini; ‘ev’in üretilme ve deneyimlenme biçimlerinin nasıl farklılaştığını açıklıyor. Bu bölümde değinilenler, Sigmund Freud, Georg Lukács, Jacques Lacan, Jean-François Lyotard, Witord Rybczynski, Gwendolyn Wright, Richard Patterson, Anthony Vidler, Roberta Rubenstein, Neil Leach ve Christopher Reed, Joyce Henry Robinson, Susan Sidlauskas.

Critical Practices bölümü ise; sanat ve mimarlık arakesitlerinde yer alan birtakım pratikler üzerinde duruyor: 1970’lerden itibaren gerçekleştirilmiş olan “eleştirel ve psikolojik mekânsal tasarılar”.[19] Modernliğe ilişkin sosyal fenomenleri (‘ev’, ‘evsizlik’, kaçış fantezisi, nostalji, ev özlemi, yabancılaşma vs.) görselleştiren bu tasarılar, tezin teorik perspektifi içinden değerlendiriliyor. Bu bölümde üzerinde durulan sanatçılar da, Dan Graham, Vito Acconci, Gordon Matta Clark, Michael Boss, Allan Wexler, Seton Smith, Marijke van Warmerdam, Rachel Whiteread, Joep van Lieshout, Toba Khedoori, Andrea Zittel, Jennie Pineus.

 

 

Tezin Yazarı: Nilüfer Talu

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Emre Ergül

Yer Bilgisi: İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü - Mimarlık Anabilim Dalı

Türü: Doktora tezi

Yılı: 2008

Sayfa sayısı: 318



[1] Alıntılayan: Crang, Cultural Geography, “Place or Space?” (Routledge, 2008).

[2] Alıntılayan: Svetlana Boym, The Future of Nostalgia (Basic Books, 2001).

[3] Marshall Berman, Katı Olan Her şey Buharlaşıyor: Modernite Deneyimi, çev. Bülent Peker, Ümit Altuğ (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994).

[4] Onun karşı olduğu, ‘ilerleme’ ideolojisidir. Ona göre bu çağ, açıklık ve öngörülemezlikle ilgilidir, ilerleme teleolojisiyle değil.

Svetlana Boym, The Future of Nostalgia.

[5] Geçen Bir Kadına

Çevremde gürlerdi sağırlaştıran sokak.

İnce, uzun, kara yasta, acıyla dolu

Bir kadın geçti yanımdan, görkemli kolu

İşli eteğini kaldırıp sallayarak;

 

Mermer bacaklı, kıvrak, soylu bir güzel ki!

Bir şaşkın gibi, büzülmüş, içiyordum ben

Bir kasırganın filiz sürdüğü gözünden,

O mor gökten saran tadı, öldüren zevki.

 

Bir şimşek… Ve gece! – Tek bakışıyla beni

Yeniden yaratan güzel, görünüp kaçan,

Öbür dünyada mı bulurum ancak seni?

 

Artık çok uzakta! çok geç! belki hiçbir zaman!

Nerdeyim bilmezsin, bilmem nerdesin şimdi,

Sen, ki sevmiş olsaydım, ki bunu bildindi!

Çeviren: Sait Maden

[6] Svetlana Boym, The Future of Nostalgia. 

[7] Walter Benjamin, The Arcades Project (Harvard University Press, 2002).

[8] Boym, a.g.e.

[9] Georg Lukács, Theory of The Novel, 1920.

[10] Bu kavram, insan ve dünya arasındaki fenomenolojik ilişkiyi inceleyen araştırmacıların ona atfettiği anlamıyla kullanılmıştır. (Örneğin: Edward Relph, Yi-Fu Tuan, David Seamon vb.)

[11] Mike Crang, “Place or Space?”.

[12] Marshall Berman, Katı Olan Her şey Buharlaşıyor: Modernite Deneyimi.

[13] Die Wohnung für das Existenzminimum: Minimum varolabilme koşullarını sağlayan ev.

(1920-30’ların Almanya’sında, Existenzminimum oldukça popüler bir arayış ve tartışma konusudur. Maksimum kişiye ‘temel’ yaşam gereksinimlerini sağlamak, bu dönemde geliştirilen pek çok projenin hedefidir. 1929 yılında Frankfurt’ta düzenlenen ikinci CIAM [Congres Internationaux d’Architecture Moderne] kongresi de, Existenzminimum temasına odaklanır.)

[14] Nilüfer Talu, The Phenomenon of the Home in Modern Culture: Transcendental Homelessness and Escape Fantasy at the Intersection of Art and Design (İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, doktora tezi, 2008).

[15] Anthony Vidler, Warped Space: Art, Architecture, and Anxiety in Modern Culture (The MIT Press, 2000).

[16] Bir yandan sanatçılar, geleneksel sanatı eleştirdikleri enstelasyonlarında sıklıkla mimarlığa başvurur; öte yandan mimarlar –özellikle fonksiyonalizmin ve formalizmin rijit kodlarından kaçmak için– sanatsal süreç ve biçimlere başvurur. (Vidler, A.g.e.)

[17] Vidler, a.g.e.

Vidler’a göre bu tasarılar, 20. yüzyılın başından beri süregelen ve “modernizm” olarak adlandırılan arayışların (‘çarpıtmaların’) devamıdır.

[18] Nilüfer Talu, The Phenomenon of the Home in Modern Culture: Transcendental Homelessness and Escape Fantasy at the Intersection of Art and Design.

[19] Talu,  a.g.e.

 

ev, flâneur, tez tanıtımı, mimarlık