İlhan Koman Fransa’da atölyesinde, 1949.
Türkiye, coğrafyasında tarih boyunca var olmuş birçok uygarlığın heykel örneklerini barındıran bir ülke olmuştur. Bununla beraber İslamiyet'in kabulünün ardından heykel sanatının gerçek anlamda kabulü Cumhuriyet dönemi ile birlikte olmuştur. Cumhuriyet'in ilanından 1950'li yıllara kadar olan dönemin heykel sanatı çoğunluğunun Cumhuriyet ideolojisini hatırlatıp halkın zihnine yerleştirmesi görevi olan anıtlardan oluşurken, bunların erken örnekleri yabancı heykeltıraşlara yaptırılmış, Türk heykeltıraşlar yetiştikçe bu görevi devralmışlardır. Anıtlar dışındaki heykeller ise biçimsel açıdan anıtlarla ortak bir dilde üretilmiştir. Bunları yapan Türk heykeltıraşlar, Türkiye'de ve daha sonra yurt dışında akademik anlayıştaki eğitimden geçmiş, bu nedenle yaklaşık olarak 1950'ye kadar olan dönemde "yeni" olmaktan çok "geleneksel"e yakın çalışmışlardır. Buna rağmen dönemin devlet desteği ve himayesi altında şekillenen heykel sanatı, gerçek anlamda ilk defa özgürlüğünü kazanarak, varlığından söz edilen, işlevi üzerine düşünülen, kim tarafından ve nasıl yapılması gerektiği konularında kendi iç dinamiklerini yaratan ve tartışan bir sanat aktivitesine dönüşmüştür.
1950 sonrası dönemde sanatın devlet kontrolünden çıkarak faydacı yapısından bağımsızlaşmasıyla heykeltıraşlar kendilerine yeni açılımlar aramakta özgür kalmışlardır. Böylece 1970'li yıllara kadar olan dönemde resimde olduğu gibi heykelde de soyut ağırlıklı çalışmalar yapılmaya başlanıp, hızla sanatsal açıdan çağdaşlaşma sürecine girilmiştir. Bu süreçte İlhan Koman, Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu ve Şadi Çalık'ın önemli atılımları olmuştur. 1950 ile yaklaşık 1954 yılına kadar olan dönem, soyut heykelin ilk denemelerinin yapıldığı kişisel bir araştırma sürecini oluşturmaktadır. Bu yıllar dünyada da geçerli bir eğilim olan plastik sanatlar sentezi konusunun etkili olmaya başladığı yıllardır. 1970’lere kadar özellikle eğitim süreci tarafından da desteklenen bu rasyonalist anlayışın yanı sıra yetkinleşen sanatçıların daha kişisel ve özgün soyut çalışmalara ulaştığı görülmektedir. Bu dönem biçim anlayışından malzemeye kadar yoğun deneysellik barındıran bir dönem olmuştur. Soyut sanatın Türkiye'deki heykeltıraşlar tarafından yoğun ilgi gördüğü ve ana eğilim olduğu 1950-1970 yılları arasındaki dönemde bazı sanatçıların figüratif anlatım diline bağlı kaldıkları da görülmekte fakat bu sanatçıların çoğunun biçimsel açıdan Batının 1900-1930 arası figür soyutlamalarını takip ettiği, çağdaş kırılmaların ancak Akademi'nin form temelli figür anlayışına tepki duyan dönemin genç sanatçıları tarafından 1960'lı yılların sonunda yapılabildiği fark edilmektedir. Bu yıllardan itibaren heykelin de diğer sanat dallarında olduğu gibi toplumsal, siyasi ekonomik ve kültürel içeriğe yöneldiği izlenebilmektedir.
Kamusal mekânda heykelin ise heykelin diğer alanlarından farklı olarak oldukça sorunlu olduğu görülmektedir. Anıtlar, aralarında az sayıda özgün örnekler olmakla beraber çoğunlukla politik değerleri ile ön plana çıkan ve plastik değerleri geriye itilen, halk tarafından ideolojik nesneler olarak görülüp tam olarak içselleştirilemeyen objeler olarak kalmışlarıdır. Bu nedenle heykel, halkla sürekli temas halinde olan anıtların da olumsuz katkısıyla halkın çoğunluğuyla bütünleşemeyerek, sınırlı bir beğeni çevresinin dışına ulaşamamıştır. Kamusal mekânlara yerleştirilen birçok sanatsal uygulama ve heykellerin başına kötü olaylar gelmesi de devletin ve yerel yönetimlerin heykel sanatına ilgisizliği veya siyasi eğilimler doğrultusunda karşıtlığı ile olmuştur.
Türkiye'de 1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan yeni figüratif eğilimlerle eşzamanlı olarak kavramsal nitelikli eğilimlerin de ilk örneklerinin hem resim hem heykel sanatında görülmeye başlaması, heykeli de aşarak sanatın çağdaşlaşma sürecindeki en önemli atılımdır. Bu dönemde heykel ile resmin sınırlarının keskinliğinin ortadan kalkmaya başladığı, iki boyutlu ve üç boyutlu çalışmaları resim ve heykel olarak isimlendirmenin giderek güçleştiği, modernden ayrılarak postmodern süreçlere geçildiği gözlemlenebilmektedir. Bu süreçte özel galerilerin katkısının yanı sıra, yurt dışına açılma ve çağdaş olanı yakalayarak onunla yarışma halinde olma isteğinin de önemi büyüktür. Bunların yanı sıra, yine heykelin tanınması için özel galeri mekânlarının dışında kalan mekânlarda yapılan sergiler de yine aynı derecede önemlidir. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren etkili olan bu sergilerin yanı sıra 1950'lerden itibaren soyut-figüratif ve kavramsal olarak gelişim gösteren ve birbiriyle karşıt tavırlar içinde olan heykel sanatını beraberce ve bütüncül olarak ele alarak halka tanıtmaya çalışan sergilerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu etkinlikler, Akademi ve Akademi dışındaki kurumlarda sanat eğitimi görmüş olan genç sanatçıları da bir araya getirerek sanat dalları arasında ayrım yapmayan, bütüncül ve çoksesli bir sanat ortamı yaratmıştır. Bu son on yıllık dönem, postmodern bir sanatsal eksende, çağdaş sanatsal tartışma ve sorgulamalarla, dünyaca kabul edilen, evrensel değerlere ulaşan bir sanat üretimine ulaşılmış ve Türkiye'deki heykel sanatının çağdaşlaşma sürecini tamamlanmıştır.
Yazar: Ömer Eren Koyunoğlu
Danışman: Prof. Dr. Burcu Pelvanoğlu
Yer Bilgisi: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı / Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Bilim Dalı
Türü: Doktora
Yılı: 2018
Tez no: 532563
Bu teze Ulusal Tez Merkezi sayfasından ulaşıldı. Metin tezin Özet bölümünden alındı. Görseller tezden seçildi.