Umudun Maddesi, Maddenin Umudu: Ernst Bloch Yüzyılı Arşınlarken…

5/10/2015 / skopbülten / Uraz Aydın

Yirminci yüzyılın Marksist kültürünün yenilenmesinde Ernst Bloch herhalde en fazla katkısı bulunan düşünürlerden biridir. Maddeci tarih anlayışının, özellikle vülger materyalizmin etkisiyle ve sosyalist adıyla anılan bürokratik rejimlerin hâkimiyeti altında bir devlet ideolojisine dönüştürülerek donuklaştırılmasının sonucu olarak maruz kaldığı “hayal gücünün eksik beslenmesi”, Bloch’un umudu ve ütopyayı merkeze alan teorik müdahalesinin başlıca hedefini teşkil etmiştir.

Ernst Simon Bloc, asimile olmuş küçük burjuva bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1885’de Ludwigshafen’de dünyaya gelir. Kurumsal eğitimle başarılı bir rabıta kuramamasına rağmen küçük Bloch baba baskısı ve kentin boğuculuğundan kaçmak üzere daha ergenlik döneminde kütüphaneye kapanıp Kant, Hegel, Fichte, Schelling’in büyük klasik metinlerini okur.[1] Yine bu yıllarda (ilki on üç yaşında olmak üzere) ilk felsefî metinlerini yazmaya başlar: “Ateizmin ışığında evren”, “Hissiyatın ve anlığın evreni”, “Güç ve özü”. Önce Münih’te sonra Würzburg’ta üniversite okuyan Bloch “Rickert ve Modern Epistemoloji Hakkında Eleştirel Düşünceler” başlıklı bir doktora tezi yazar. Üniversitede öğretim üyesi kadrosu bulamayan Bloch, 1908’de Berlin’e taşınarak Georg Simmel’in derslerini takip eder ve özel seminerlerine katılır. Üç yıl sürecek bu dostluk, daha tanışma faslında Bloch’un gayri mütevazı tutumuyla neredeyse hiç başlamayabilirdi. Ünlü filozofla ilk karşılaşmasında, tezini savunduğu için kendisini mükâfatlandırmak istediğini belirten genç Bloch şöyle devam eder: “Şehir olarak Berlin’i, profesör olarak da sizi seçtim”. Simmel’in, tez savunmanın mükâfat gerektirecek denli büyük bir başarı olmadığına dair çıkışının ardından Bloch geri adım atmaz ve sohbeti, yeni şekillendirmeye başladığı “henüz-bilincinde-olunmayan” kavramına doğru yönlendirir. Psikanalizin kurucusu Freud’un bilinçdışı kavramına zımni bir gönderme taşıyan bu çıkışla Bloch dikkati tekrar üzerine çekmeyi ve nihayetinde Simmel’in özel semineri için bir davetiye elde etmeyi başarır. Bu yoğun dostluk, Bloch’un Simmel’in felsefesinin göreceliliği, muğlaklığı ve izlenimciliğine dair eleştirileriyle giderek örselense de esas kopuş 1914’te Berlinli profesörün II. Wilhelm’e ve Cermen milliyetçiliğine bağlanmasıyla meydana gelir (Münster, 2001).

 

Weber ve Lukacs

Fakat aynı yıllarda, Ernst Bloch’un entelektüel gelişiminde büyük payı olacak ve çok daha uzun sürecek bir dostluk daha gelişir. Georg von Lukács ile Bloch, Simmel’in bir seminerinde tanışır ve onun referansıyla Max Weber’in seminerlerine katılmak üzere 1910 yılında Heidelberg’e taşınırlar. O sıralar Max Weber’in evinde düzenlenen toplantıların katılımcıları arasında Simmel’in yanı sıra Ferdinand Tönnies, Wernert Sombart, Robert Michels, Ernst Troeltsch, Alfred Weber, Ernst Toller, Karl Jaspers, Franz Rosenzweig gibi düşünürler, sosyologlar, şairler, psikiyatrlar bulunuyordu. Hevesle Weber çevresinin kapısını çalan iki genç arasında kısa zamanda şaşırtıcı bir düşünsel simbiyoz gelişir. Alman romantizminin sınai-kapitalist medeniyete karşı duyarlılığından, Rus edebiyatının Avrupa bireyciliği karşısındaki mistik-tinsel dünyasından ve Yahudiliğin mesihçi-kıyametçi akımlarından beslenen radikal bir antikapitalist romantik yaklaşımda buluşurlar. Ünlü sosyoloğun eşi Marianne Weber genç Lukacs’ı “yeni bir mesihe umut bağlamış” ve “kardeşliğe dayalı bir toplumsal düzeni Selamet’in önkoşulu sayan” bir genç olarak tanımlarken, yine Weber’in çevresinden Paul Honigsheim, Ernst Bloch’u “Katolikliğe yakın kıyametçi bir Yahudi”; Jürgen Habermas da bir “Marksist Schelling” olarak görüyordu. Her ikisinde de kapitalizmin etik ve kültürel eleştirisi, ortaçağın Hıristiyan mistik düşüncesi ve Rus din felsefesiyle (özellikle Dostoyevski’nin dinî ateizmiyle) birleşiyordu. Lukács için dünya üzerinde kurulabilecek dini-kolektivist bir krallık ancak “Dostoyevski’nin ruhuna uygun bir yaşam” olarak tahayyül ediliyordu. Bloch 1911’de “hayal gücünün katli”nden sorumlu tuttuğu modern çağın sona erip apansız “yenilenmiş bir ortaçağa ve Katolikliğe dönüşeceği” günlerin yakın olduğunu düşünüyordu (Löwy, 1976). Yine aynı yıl içinde dostu Lukács’a yazdığı bir mektupta tasarladığı bir felsefi çalışmanın yaratacağı etkiden şu sözlerle bahsediyordu:

 

Georg emin olabilirsin, Rusya’da ve burada Batı’da, tüm insanlar kendilerini ellerinden tutulmuş gibi hissedecekler, altüst olacak ve hıçkıra hıçkıra ağlayacaklar ve büyük birleştirici Düşünce’de Selameti tanıyacaklar (…). Herkes yeniden hizmet ve dua edebilecek ve herkes inancımın gücünü anlamış olacak ve gündelik hayatın en küçük anlarında dahi Mit’in yeni çocukluk ve gençlik çağının içinde, yeni ortaçağ içinde ve ebediyetle yeni kavuşmanın içinde bir kozaya sarılmış gibi muhafazada olacak. Ben Paraclet’im [Kutsal Ruh] ve gönderildiğim insanlar Tanrı’nın geri dönüşünü kendilerinde yaşayacak ve onu anlayacaklar (akt. Harth, 1995).

 

Max Weber tarafından Bloch’un bu peygamberane tutumları pek kabul görmüyordu. “Bu adam Tanrısı tarafından ele geçirilmiş, ben ise bir bilim insanıyım” dediği rivayet edilir. Bloch’un mistik çıkışlarından çok pazar toplantılarında sergilediği küstahlık da özellikle Weber ailesinin tepkisini çekiyordu. Buna karşılık Lukács zamanla Weber’ler için gerçek bir dost haline gelir. Zekası, fikirlerinin özgünlüğünü, bilgi dağarcığı ve çalışmalarını sistematize etme çabası Alman sosyoloğu derinden etkiliyordu. “Lukács ile konuştuğumda, günler boyunca düşünmeye devam edebilirim” diyordu. Bloch bu yakınlık karşısında bir hayli şaşkındı: “Benim gücümü ve bana dair her şeyi bu kadar az hisseden bir adam, entelektüel düzlem dahil olmak üzere seninle nasıl bu kadar yakın olabilir?” Weber bir yandan da Budapeşteli genç düşünürü, Bloch’tan uzaklaştırmaya, onun etkisinden kurtarmaya çalışır (Karadi, 1986). Ne var ki iki dost arasındaki tinsel, metafizik ve giderek artan oranda siyasal yakınlığı bozmak kolay değildi. Yakınlıktan söz ederken şüphesiz iki genç düşünürün çalışmalarının tıpatıp örtüştüğünü düşünmemek gerekir. Lukács felsefi tefekkürünün merkezine ağırlıklı olarak etik ve estetik meseleleri yerleştirirken Bloch doğa ve din felsefesine odaklanmaktadır daha çok ve elbette beslendikleri kaynaklar bu ilgi alanlarına göre farklılık göstermektedir. Fakat fikriyatları, tüm ayrımlara ve tartışmalara rağmen Bloch’in ifadesiyle “bileşik kaplar” gibiydi. Ayrıca iki genç düşünürün antikapitalist-devrimci duyarlılıkları onların gerek Heidelberg çevresinde gerekse daha genel anlamda dönemin neo-romantik düşünsel ikliminde daha radikal bir kutba yerleşmesine yol açıyordu (Löwy, 2010). Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tutumları Simmel’le olduğu gibi Weber’le de ayrışmanın başlıca sebebini oluştururken, Ekim Devrimi’nin oluşturduğu çekim gücü iki gencin daha da radikalleşerek Marksizm’e yönelmesine yol açacaktır.

 

Ekim’e Doğru Ütopyanın Ruhu

Aynı yıllarda kurduğu bir başka ilişki de Bloch’un hayatında önemli bir yer kaplayacaktır. Bloch 1911 yılında Letonyalı genç heykeltıraş Else von Stritzky ile tanışır. İki yıl sonra evleneceği bu kadına derin bir aşkla bağlanır. Zekâsı, sanat alanındaki bilgileri ve dindarlığı onu büyüler. “Öylesine bilgili ki, beni entelektüel açıdan anlayabilecek durumda, büyük oranda” der Lukács’a bir mektubunda. Eşinin ailesinin servetiyse genç düşünürün birkaç yıl boyunca, Bolşevik iktidarının kamulaştırma tedbirleri almasına kadar, varlık içinde yaşamasını ve kendini felsefi araştırmalara hasretmesini sağlar. Kansere yakalanan Else von Stritzky’nin 1921’de hayata veda etmesi genç düşünürü derin bir üzüntüye boğar.

Ernst Bloch’un ilk büyük eseri, Ütopyanın Ruhu, Else von Stritzky’nin anısına ithaf edilmiştir. Bu çalışmanın kimi bölümlerinde, özellikle de din felsefesinin ağırlıklı olduğu bölümlerde von Stritzky’nin payı olduğu bilinmektedir. Ayrıca yazım aşamasının dışında da onun dinî inancının etkisiyle Bloch bir dönem boyunca Katolikliğe hayranlığından uzaklaşarak Protestan mistisizmini inceler. Kitabın son kısmında en büyük anti-ütopya olan ölüm temasının da bu denli sık ve endişeli bir üslupla işlenmesi hiç şüphesiz eşinin yaklaşan ölümüyle ilintilidir (Münster, 2001: 62-67).

 

 

 

Büyük kısmı 1915 ile 1917 yılları arasında, savaşın karanlığında kaleme alınan Ütopyanın Ruhu 1918’de yayımlanır ve kimi değişikliklerle birlikte 1923’te tekrar basılır. 1963’te eklediği bir son notta Bloch “devrimci romantizmle” yüklü bu eserin merkezinde yatan tezi şöyle açıklar: “Dünya gerçek değil fakat insan ve hakikat aracılığıyla yurduna kavuşmaya çalışıyor”. Bu yurt, yuva, Heimat veya genç düşünürün çalışmasında sıklıkla kullandığı ifadeyle “krallık” tam da “yaşanan ânın karanlığı” içinden sezilebilir ve ulaşılabilir bir hedeftir: “Her şeyi renklendiren, hızlandıran, karara bağlayan biziz; hiçbir şey bitmedi, şimdiden kapanmadı, tamamen kurulmadı”. Marksizm’e o vakitler hakim olan pozitivist-ilerlemeci tarih anlayışından fersah fersah uzak bu devrimci yaklaşım “Krallığa ulaşma iradesinde birleşen” Marksizmi ve dini bağdaştırmaya çalışıyor. Şaşırtıcı biçimde kitabın önemli bir kısmında özne-nesne ilişkisi müzik felsefesi aracığıyla irdelenir. Gershom Scholem, Walter Benjamin’in kendisine Bloch’un esasen kitaba “Müzik ve Kıyamet” adını verdiğini fakat bu ismin yayınevi tarafından değiştirildiğini aktardığını belirtir (Scholem, 2001: 97). Burada Bloch insanın “içinde her daim çalan melos’un” dışsallaştırılmasına, yani yaratım eylemine odaklanır. Bu yaratım eylemi sayesinde de “henüz-bilincinde-olunmayan”a açılan o “etkileyici sınır açıkça aşılır”. Böylece Bloch daha sonraki çalışmalarına ışık tutacak ve Umut İlkesi’nde bütünlüklü biçimde ele alınacak olan temel kavramının temellerini burada atar. Bloch’un insanın “kendiyle karşılaşması” olarak adlandırdığı bu deneyim aslında “gelecek özgürlüğümüzün bir önsezisini” sunar, böylece “Krallık”, bilincimize ilk kez “sızar”; “mutlak uyumluluğu getiren Mesih her daim en yakın [içsel] derinliğimizin nihayet açığa çıkan suretidir”. “Karl Marx, Ölüm ve Kıyamet” adlı son bölümdeyse Bloch tarihsel maddeci yöntemi benimsemekle birlikte üretici güçlere atfettiği belirleyiciliği eleştirerek ruhun ve inancın (ileride “sıcak akıntı” olarak adlandıracağı unsurların) eksikliğine dikkat çeker. Yalnızca yeryüzünden değil, “terk etmekle hata yaptığımız gökyüzünden” de bahsedildiği takdirde “burjuva veya feodal devlet ideolojisi” boşa çıkarılabilir. Bu nedenle sosyalizm “Weitling’in, Baader’in, Tolstoy’un ütopik açıdan üstün aşk dünyasına dahil edilmeli”, insanın “her şeyden önce kendisiyle, ahlaki ve siyasal angajmanıyla mutabık olması için ona Dostoyevski tarzı bir hayat vermelidir” (Bloch, 2008).

Ütopyanın Ruhu’nu yazmakla meşgulken Bloch Mart 1917’de eşiyle birlikte İsviçre’ye yerleşmeye karar verir. İsviçre o sıralar Alman aydınları için bir sığınak teşkil ediyordu. Stefan Zweig, Hermann Hesse, Walter Benjamin gibi simaların da aralarında bulunduğu geniş bir mülteci aydınlar topluluğuna ev sahipliği ediyordu. Bloch’un bu kararında Almanya’nın siyasal yönelimleriyle mücadele etme arzusu kadar cepheye gönderilme korkusu da yatıyordu. Bir sene önce askere alınma teşebbüsünden miyopluğu sayesinde ve Karl Jaspers’in müdahalesiyle kaçmayı başarmıştı. Fakat Almanya’nın savaştaki konumu bozuldukça tekrar çağrılma ihtimali artıyordu. Max Weber’le birlikte Sosyal Bilim Arşivleri dergisini çıkaran iktisatçı Emil Lederer aracılığıyla Bloch, bu dergi adına İsviçre’deki siyasal programlar ve ütopyalar konusunda bir araştırma yapmakla resmî olarak görevlendirilir ve bu sayede yurtdışına çıkmak için gerekli izinleri elde eder. İsviçre’de kaldığı iki yıl boyunca Bloch, Hugo Ball tarafından yönetilen Fransız yanlısı (burjuva) demokrat gazete Frei Zeitung’ta yazar. Bu dönem zarfında yazdığı 106 makalenin bir kısmı Ekim Devrimi sonrasında Rusya’da meydana gelen dönüşümlere ilişkindir. Gazetenin genel yönelimiyle uyumlu biçimde Bloch Çarlığın düşüşünü selamlamakla birlikte Bolşevikler’in kimi otoriter yönelimlerine dönük eleştirilerini saklamıyordu. O zamanlar, Alman sosyal demokrasisinin savaşa destek vermesinin ardından yaşanan sol kopmanın ürünü olan USPD’ye (Bağımsız Sosyal Demokrat Parti) yakın olan Bloch Ekim Devrimi’nin bir diktatörlüğe yol açmasından kaygılanıyordu. Dolayısıyla her ne kadar ileride Ekim’i mesiyanik bir alegoriyle “İsa’nın ilk kez imparatorluk tahtına oturması” olarak selamlasa da 1917-1919 arasında Lenin’i “Kızıl Çar” veya “yeni bir Cengiz Han” olmakla eleştirmesi Bolşevikler’e olan mesafesini göstermektedir. Fakat Leninizm’e yönelik bu sert tutumu yine 1919 yılı içinde Budapeşte işçi konseyleri hükümetine aktif katılımıyla devrimci siyasete adım atmış olan dostu Georg Lukács sayesinde değişecektir (Münster, 2001: 104-116).

1919’da Almanya’ya dönüşüyle birlikte 16. yüzyıl köylü isyanlarının lideri, Anabaptist ilahiyatçı Thomas Münzer hakkındaki çalışmasını tamamlar. 1921’de yayımlanan bu kitabı, Ütopyanın Ruhu’na kıyasla artık tarihsel maddeciliğin daha açıkça benimsenmesine karşın yine benzer bir arayışın ürünüdür: Bloch bu çalışmasında da dinî inançlardaki “ütopik artık”ı kurtarıp görünür kılmaya çalışmaktadır. Bu onun için Marksizm’in dine ilişkin analizini Aydınlanma’dan miras aldığı din karşıtlığından arındırarak onu yenilemeye ve özellikle ana-akım dinlerin marjında gelişen heretik, binyılcı, mesihçi akımların adaletçi ve devrimci söylemlerinin toplumsal mücadelelerdeki rolünü kavrayacak bir yeteneğe kavuşmasını sağlamaya dönük bir teşebbüstür (Löwy, 2005). Ayrıca bu eserin boşlukta salınan bir akademik merakın ürünü olmadığını, Almanya’da Spartakist ayaklanmanın bastırılmasının ardından restorasyonun hüküm sürdüğü fakat devrimci umutların da tümüyle sönmediği bir dönemde kaleme alındığını hatırlatmak gerekir. Aynı yıllar içinde, ve tam da köylü savaşlarının dört yüzüncü yılı yaklaşırken (1925), Bloch’unkinin yanı sıra Alman dilinde başka eserlerin de (Hugo Ball ve L. von Gerdtell’inkiler) Münzer’i konu alması hiç şüphesiz bu siyasal-toplumsal altüst oluşla alakalı olarak değerlendirilmelidir (Hartweg, 1976). Thomas Münzer, Devrimin İlahiyatçısı başlığı taşıyan bu çalışmada, maddi temelleriyle birlikte incelenen 1521’den 1525’e uzanan köylü isyanlarında, Münzer’in önderliğini yaptığı ve Lutherci reform hareketinin solunda gelişen devrimci-binyılcı hareketin etkisi ele alınıyor. Fakat Bloch burada da Marx’ın komünizmi teolojik alandan koparıp sadece ekonomi-politiğin alanıyla sınırlamasının onun (hem tarihteki hem de özünde yatan) binyılcı boyutlarını görünmez kıldığını belirtir. Halbuki köylü savaşlarının ardında yatan asli unsur –iktisadi faktörlerin yanı sıra– heretik-dinî hareketlerin taşıyıcılığını yaptığı cennete ulaşmaya dönük “sabırsız ve asi” arzudur. Vadinin Kardeşleri’nden Husçulara, Katarlardan Üstad Eckhart’a, Münzer’den (yine) Weitling, Baader ve Tolstoy’a “devrimin yeraltı tarihi”ni oluşturan bu heretik gelenek, Bloch’a göre Almanya ve Rusya’daki “proletaryan şok”la birlikte yeniden doğmakta, “yeni bir mesiyanizm hazırlanmaktadır”.

Tanrı’nın binyıllık krallığını kurmaya dönük Anabaptist hareketin temel karakterleri “Marksizm’in Bolşevik gerçekleştirimi”nde bulunmaktadır (Bloch, 1975). Bloch’un Ütopyanın Ruhu’na bir ek olarak sunduğu bu çalışma böylece bir isyanlar döneminin ardında yatan dinsel-ütopyacı güdüleri görünür kılmaya çalışırken, bir yandan da bu dönemi yazarın içinde bulunduğu devrimler çağına bağlayan üstü örtük patikaları tekrar açığa çıkarmaya girişir.

 

Dostluk ve Teori

1933 yılında faşizm tehdidi karşısında Avrupa’daki sürgününe başlamazdan önce, Bloch’un ikametgâhı Berlin olmakla birlikte, 1921’den 1933’e, Brecht’in ifadesiyle Ütopyanın Ruhu’nun yazarı “ayakkabıdan sık ülke değiştirmektedir”. Fransa’nın çeşitli kentlerinden İtalya’ya, (İbn-i Rüşt ve İbn-i Sina’nın eğitim verdiği yerleri görmek amacıyla) Tunus’a ve Viyana’ya uzanan bu göçebelik yılları aynı zamanda mühim dostlukların kurulduğu yıllardır Bloch için. 1919’da İsviçre’de tanıştığı Walter Benjamin’le bağı bu dönemde pekişir, Theodor W. Adorno, Siegfried Kracauer, Bertolt Brecht, orkestra şefi Otto Klemperer’le de dostlukları yine bu yıllarda başlar.

“Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı” konusundaki tezini savunmak üzere Bern’de bulunan Walter Benjamin’le Ernst Bloch 1919 yılının Mart-Nisan aylarında Hugo Ball ve eşi (şair) Emmy Hennings aracılığıyla tanışır. Neo-Kantçı epistemoloji, mistik-devrimci akımlar, Alman romantizmi, Yahudi mistisizmi gibi konular iki düşünürün ortak ilgi alanlarıdır. Benjamin’in mektuplaşmalarından Bloch’a karşı derin bir dostluk beslediği, onu “İsviçre’deki seyahati sırasında tanıyabildiği en önemli insan” olarak değerlendirdiği öğrenilir. Ütopyanın Ruhu’nun ilk okurlarından olan Benjamin’in kitaptan etkilenmekle birlikte çok sayıda eleştirisi olduğu ve hatta bu konuda bir yazı kaleme aldığı bilinmektedir. Ne var ki dostu olarak gördüğü biriyle böylesi bir polemiğe girmeyi son aşamada tercih etmediğinden metin yayınlanmaz ve daha sonra kaybolur. Yakın dostu Gershom Scholem’e 1920 Şubatı’nda yazdığı bir mektupta bu durumu şöyle açıklar: “Interlaken’deki sohbetlerimizde sıcaklık, kendimi ifade etme, kendimi anlatma, anlaşılma konularında onca imkân bulmuştum ki bu eleştiriyi bu deneyime kurban ediyorum”. Benjamin’in eleştirilerinin özellikle Kantçı bilgi kuramına aykırı bir “içsellik metafiziği”nin savunusuna yönelik olduğu yine Scholem’le mektuplaşmalarından anlaşılıyor. Ayrıca o dönemde Bloch’un aksine Benjamin’in henüz Marksizmi benimsemediğini ve Rusya ve Almanya’daki devrimci süreçlere dönük pek bir heyecan duymadığını da hatırlamak gerekir. Ne var ki esas sorun, kitabın 1923 baskısında yer almayan (fakat başka derlemelerinde bulunan) ve 1912-1913’te kaleme alınmış “Sembol: Yahudiler” bölümüne ilişkindir. Burada Bloch Yahudiliğin “hayatı saflığa, tinselliğe ve birliğe dönüştürme” iradesinin, henüz var olmayan bir mesiyanik hedefe bağlılığının altını çizmekle birlikte bu inancın heretik Hıristiyanlığın kimi değerlerini de kendine katması gerektiğini savunur. Siyonizm’e çok daha bağlı olan Benjamin ve Scholem için bu kabul edilemeyecek bir tutumdur. Bu dönemde aralarında yoğun polemiklerin yaşandığı bellidir (Bloch’un Thomas Münzer’ini de beğenmediği bilinir), fakat bu dostluklarında bir kopuş yaratmaz. Benjamin’le ilgili anılarında Gershom Scholem, Benjamin’in Bloch’un devasa entelektüel potansiyeline olan hayranlığı ile yazdıklarının yarattığı derin hayal kırıklığından kaynaklı olarak, çekim ve itim arasında daimi bir gidiş geliş yaşadığını belirtir (Scholem, 2001; Münster, 1983; Pelletier, 2010).

1926’da Paris’te görüşürler ve aynı senenin yazını Fransa’nın güneyinde birlikte geçirirler. Henüz Almanya’da, Berlin’de ikamet ettikleri sırada Bloch’un en sık görüştüğü dostları arasında geçer Benjamin’in adı. Sürgün dönemindeyse 1935’te Paris’te bir araya gelirler. Bu son görüşmeleri olur. Bu sırada Bloch’un yine o sene yayınlanan Bu Zamanın Mirası çalışması konusunda tartışırlar. Benjamin bu kitap hakkındaki fikrinin “esasen olumsuz, çok olumsuz” olduğunu kendisiyle paylaşır. Benjamin tekrar barışma ihtimalinin var olduğunu düşünse de aralarında bir yakınlaşmanın gerçekleştiğine dair herhangi bir bilgi yoktur.

Her ikisi de tarihsel maddecilikle heretik-mesiyanik dinî fikriyatı bir felsefi-siyasal gövdede bileştirmeye çalışmakla beraber Benjamin’in felaket fikrinin merkezinde yattığı kötümser tarih anlayışıyla Bloch’un somut ütopyanın gerçekleşmesine dönük umudu salık veren kavrayışı arasında aşılması zor bir uçurum vardır (Bensaïd, 1995). 1940 sonbaharında, Bloch, Benjamin’in intiharını öğrendiğinde ABD’dedir. Adorno’ya yazdığı mektupta dostunun ölümünün onu beş gün boyunca sessizliğe gömdüğünü yazar. İlk görüşmelerinden anekdotlar paylaşan Bloch, Benjamin’in mezar taşına şu sözlerin yazılmasını istediğini hatırlatır: “Sıradan felsefenin sıradışı profesörü burada yatıyor” (Münster, 2001).

Adorno’yla ilişkileri de gelgitli olmuştur. Benjamin ve Kracauer aracılığıyla 1928’de Berlin’de Bloch’la tanışan Adorno Ütopyanın Ruhu’ndan büyülenmiştir. Adorno 1965 tarihli bir denemesinde bu çalışmadan ve kendisinde yarattığı etkiden şöyle söz eder: “Bloch’un daha sonra yazacağı her türlü şeyi içinde taşıyan bu ilk kitabı düşünceye yayılan yenilgiciliğe karşı, saf biçimsel karakterine kadar biricik bir isyan hareketi olarak görünüyordu bana. Her türden kuramsal içerikten önce bu motifi öylesine benimsedim ki bunu örtük veya belirtik olarak hatırlamayan hiçbir şey yazdığımı düşünmüyorum” (akt. Blechman, 2008:138). Yazışmalarının ve sohbetlerinin ana teması genellikle ortak ilgi alanları olan müzik olmakla birlikte fenomenoloji, idealizm, Marksizm de başlıca sohbet ve tartışma konularıdır. 1931’den itibaren aralarına soğukluk girer. Bunun muhtemel sebebi Adorno’nun İzler (1930) hakkında Benjamin tarafından yapılan eleştirileri haklı bulması ve Bu Zamanın Mirası’na (1935) da bizzat Adorno’nun getirdiği eleştirilerdir. Fakat ilişkilerindeki esas kalıcı kopuş ABD’deki sürgün yıllarında meydana gelir. Herhangi bir geçim kaynağı olmayan Ernst Bloch, merkezi New York’a taşınmış olan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ne dahil olmayı umut ediyordu. Ancak bu konuda Max Horkheimer ve T. W. Adorno ihtiyatlı davranır ve ancak kimi kitap eleştirileri ve makalelerle katkıda bulunmasına onay verir. Bu çekimserliklerinin ardında hiç şüphesiz siyasal nedenler, özellikle de Bloch’un 1936 ve 1937 yıllarında Moskova duruşmalarına verdiği destek yatıyordu. Bardağı taşıran son damlaysa 1942’de New York’taki Alman-Yahudi mültecilerin dergisi Aufbau’da Adorno’nun bir çağrı yayınlatarak Bloch için para toplama talebinde bulunması olur. Metin, bu fikre baştan karşı çıkmasına rağmen, Bloch’un kendi iradesi olmadan yayınlanmıştır. Bloch, Adorno’ya yazarak, dergide kendi düzeltme metninin yayınlanmasını sağlar. Fakat zaten örselenmiş olan dostlukları artık iyiden iyiye kopmuştur. 1958’den itibaren kimi görüşmeler ve yazışmalar meydana gelse de ve özellikle Bloch tekrar ilişki kurmak için uğraşsa da dostluklarını tamir etmenin pek imkânı yoktur artık (Münster, 2008). 1964’te radyoda ütopya hakkında yaptıkları sohbet gayet dostane biçimde gelişse de her iki düşünürün de bunu bir polemiğe çevirmemeye gayret ettiği, aralarındaki anlaşmazlık noktalarını geçiştirdiği açıktır. Militan iyimserliğin kuramcısı ile Negatif Diyalektik’in yazarının ütopya konusunda hemfikir olma ihtimalleri elbette sınırlıydı (David, 2008; Löwy, 2008). Ölümünden hemen önce Adorno’nun 1969 yılında Frankfurt Üniversitesi bünyesinde Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün öğrenciler tarafından işgal edilmesine gösterdiği tepkinin de, burayı boşaltmak için polisi çağırmasının da 68 hareketine açıkça sahip çıkan (ve öğrenci lideri Rudi Dutschke ile yakın bir dostluk kuran) Ernst Bloch tarafından tepkiyle karşılandığını tahmin etmek zor değil (Münster 2008).

Yukarıda değindiğimiz gibi bol seyahatli geçen ve (gerilimli) entelektüel-siyasi dostlukların kurulduğu yirmili yılların ardından Ernst Bloch 1930 yılında, 1933’e kadar (kısa seyahatler dışında) ikamet edeceği Berlin’e döner. Kısa hikâyelerden, aforizmalardan oluşan, Kracauer’in “modern peri masalları” olarak tarif ettiği İzler kitabı o sene yayınlanır. Walter Benjamin’in Tek Yönlü Yol’unu açıkça andıran bu kısa felsefi hikâyeler, varoluşunun gizemini aydınlatacak, çözüme ulaştıracak (farklı çağlarda geçmekle birlikte) gündelik hayattaki ‘izler’i sürer (Bloch, 1998). İzler, Bloch’un felsefesini irdeleyen çalışmalarda büyük oranda göz ardı edilmiş, diğer büyük eserlerinin gölgesinde kalmıştır. İzler’deki kısa masallar, anekdotlar, hikâyeler Ütopyanın Ruhu ve Umut İlkesi’ndeki gibi teorik bir söyleme veya analitik bir bakışa sahip olmamakla birlikte aslında Bloch’un maddeci anlayışındaki gibi maddede (bu, hikâyelerde daha çok bireysel varlık şeklinde yer alır) rüşeym halinde mevcut olan ileriye dönük değişim/dönüşüm eğilimini örtük veya belirgin biçimde resmetmektedir. Thierry Labica’ya göre bu hikâyelerde, başarılı olsun veya olmasın birey, sabit, kendine özdeş ve aslında örselenmiş bir şimdiki zamanın içinden (“delikten”) çıkmaya, kendinden uzaklaşarak ötekine dönüşmeye (ölüm ve yeniden doğum temaları), henüz olmadığı şeye evrilmeye veya varlığının görünmeyen diğer yarısını gerçekleştirmeye dönük bir hareket içindedir (Labica).

 

Faşizm, Stalinizm ve Kültür

İkinci eşi Linda Oppenheimer’den 1928’de boşanmış olan (ve aynı yıl, geçici bir ilişkisinden bir kızı doğan) Bloch artık Karola Piotrowska ile birlikte yaşamaktadır. Nasyonal Sosyalist Parti’nin giderek yükselmesinin yarattığı tedirginlik ve angajman ihtiyacı karşısında Karola Bloch Alman Komünist Partisi’ne üye olmuştur ve düzenli olarak hücre toplantılarına katılmaktadır. Ernst Bloch ise, bu partiye hiç şüphesiz sempati duymakla birlikte, dostu Lukács’ın örneğinde görüldüğü gibi bu türden bir angajmanın parti hattına uygun eserler üretmesi gerektireceği çekincesiyle üye olmamayı yeğler. Fakat Naziler’in baskısı artık iyiden iyiye artmaktadır. 1933 yılında bir ev baskını sırasında iki bavul dolusu el yazmasını yakalattırmaya ramak kalır (bir tanıdığa teslim edilen ve tamamlanmış Mantık kitabının el yazmalarıysa bu sırada sonsuza dek kaybolur). Bunun üzerine Bloch çifti İsviçre’ye yerleşmek üzere Almanya’yı terk eder. Ne var ki burası da Naziler’den kaçan mülteciler için güvenli bir yer olmaktan çıkmıştır. Hatta Ernst ve Karola Bloch, bir geceliğine de olsa Karola’nın Komintern ajanı olduğu şüphesiyle gözaltına alınırlar. Bu olayın sonucu olarak iltica talepleri reddedilir ve tekrar yollara düşmeleri gerekir. Elias Canetti ve Gustav Mahler’in kızı Anna Mahler gibi dostlarının bulunduğu Viyana’da kaldıkları sene içerisinde evlenirler. Karola Bloch’un aktivizmi de bu yıllarda giderek artmaktadır. Alman Komünist Partisi’nin emriyle, sahte evraklarla Polonya’ya geçip hükümetin Almanya ve SSCB’ye yönelik tutumuna ilişkin bilgiler taşımakla yükümlü kılınır. Ne var ki Yahudiler ve anti-faşistler için Avusturya da artık tehlikeli hale gelmektedir. Sırada ABD’ye demir atmadan önceki son sürgün uğrakları Paris ve Prag vardır.

Viyana’da bulunduğu zaman içerisinde 1935 yılında Bloch’un Weimar kültürünü, faşizmin yükselişini ve başarısını analiz ettiği Bu Zamanın Mirası eseri yayınlanır. Bu çalışmanın merkezinde “eşzamansızlık” (veya “çağdaş olmama”) kavramı bulunur. Bloch’a göre belirli toplumsal kesimler davranış ve düşünme biçimleriyle, özlemleri, arzuları ve korkularıyla, çalışma ve toplumsal örgütlenme biçimleriyle mevcut toplumsal-siyasal yapının çağdaşı değildir. İktisadi krizle birlikte yoksullaştıkları oranda Almanya’nın savaş öncesi refah döneminin özlemiyle tutuşan orta sınıfların yanı sıra, hâlâ ataları gibi çalışan ve düşünen köylülük de bu eşzamansız bilinçle yüklüdür. “Köyde tüm gençliklerine rağmen öylesine yaşlı yüzler vardır ki, kentlerin en yaşlıları bile onları hatırlamaz” der Bloch. Dolayısıyla kapitalizm (“kapitalizmin ölüm makinesi”), modernlik, kent karşısındaki tutumları da bir çağdaş-olmayan çelişkinin ürünüdür. Faşizmin özgüllüğüyse demagoji ve manipülasyonla bu bilince, onun taşıyıcısı olduğu pre-kapitalist özlemlere ve öfkeye hitap ederek saflarına katmayı başarmasında yatmaktadır. Sol ise bilimciliğe ve dogmatizme saplanarak bunu, burada yatan, henüz “onurlandırılmamış” dilek-imgeleri ve ütopik arzuları kurtarmayı, özgürleşimci bir siyasete dahil etmeyi becerememiştir. Esas amaç çağdaş nesnel çelişkinin ürünü olan “proletaryan negativite” ile çağdaş-olmayan bilincin taşıyıcısı olan toplumsal kesimler (köylülük ve yoksullaşmış orta sınıflar) arasında bir eklemlenmenin yaratılmasıdır. Ancak devrimci güçlerin hegemonyası altındaki böylesi bir ittifak “geçmişin içinde kapalı bulunan hâlâ olası geleceği serbest kılabilir” (Lachaud, 1985).

 

  

 Alexej von Jawlensky, Portrait of Alexander Sakharoff, 1909

 

Kitabın bir kısmı ise dışavurumculuğa odaklanır. Bu kısımlar esasen Lukács’ın dışavurumculuğa (ve aslında her türden modernist avangard sanat akımına) dönük eleştirilerine bir yanıt teşkil eder. Ernst Bloch’un dışavurumculukla olan hısımlığı, özellikle üslup açısından, daha Ütopyanın Ruhu’ndan beri aşikârdır. Bu kitap kimilerine göre “dışavurumculuğun İncil’i” olarak tanımlanır hatta. Bloch Der Blaue Reiter’in, Franz Marc’ın, Kandinsky’nin, Paul Klee’nin eserlerinin hayranıdır ve kuramsal olarak da bu akımın savunusuna soyunur. Yirmilerden itibaren iki dost arasında estetik alanında başlayan bu anlaşmazlık dinmeksizin sürecek ve dostluklarındaki kopuşun başlıca sebebi olacaktır.

Dışavurumculuk Marksistler arasındaki en önemli estetik tartışmalardan birine konu olur. Otuzlu yılların ikinci yarısında, 1935’te yapılan Kültürün Savunusu için Uluslararası Antifaşist Kongre’nin kararı olarak Rusya’da yayınlanan Das Wort dergisinin sayfalarında başlayan tartışmanın başlıca aktörleri Lukács, Bloch ve Bertolt Brecht’tir. Başta Balzac ve Tolstoy olmak üzere, burjuvazinin devrimci çağına tekabül ettiğini düşündüğü 19. yüzyıl gerçekçiliğinin büyük bir hayranı olan Lukács kendi çağının modernist akımlarının küçük burjuva, gerici ve “dekadan” [çöküş halinde] bir sanat ürettiği kanısındadır. Ona göre “geniş kitleler avangard edebiyattan hiçbir şey öğrenemezler; çünkü bu edebiyatın anlayışı çok öznel, karışık ve parçalıdır”. Dışavurumculuğun akıldışı öznelciliği Lukács’a göre, tarihsel-toplumsal “totalite”yi kavramayı sağlayamadığı gibi faşist ideolojinin gelişmesine de katkıda bulunmuştur. Gerçek bir antifaşist halk cephesi kültürü oluşturabilmek içinse, sanatçılar “biçimciliğe” saplanmayıp Cervantes’ten Balzac’a ve 20. yüzyılda Thomas Mann ve Maxim Gorki’ye uzanan hümanist-gerçekçi kültürel sürekliliği geliştirmelidirler.

İlk oyunlarında dışavurumcu bir üslup kullanmış olmakla birlikte bu akıma özel bir yakınlık duymayan Brecht’se yazılarında Lukács’ın gerçekçilik anlayışını hedef alır. Ona göre yalnızca belirli bir çağın belirli bir roman tipini gerçekçi olarak niteleyip model almanın kendisi aslında “biçimciliğe” hapsolmaktır: “Gerçekçiliği var olan belirli eserlerden çekip çıkarmaya çalışmamalıyız; insanlığa, gerçekliği kendilerinin hâkim olabileceği bir biçim içinde vermek için, eski yeni, denenmiş denenmemiş ve isterse sanat dışı bir alandan elde edilmiş olsun, her türlü aracı kullanmalıyız.” Avangard eserlerin halk tarafından anlaşılmaması meselesinde de Lukács’a karşı çıkar. Lukács’ın halkçı (popüler) olduğunu iddia ettiği gerçekçi eserlerin de geniş kitleler için ilgi çekici ve anlaşılabilir hale gelmek için birçok zorluğu aşması gerektiğini hatırlatır: “Yalnızca halkçıyım demekle yetinemeyiz; halkçı olmanın da bir süreçten geçmeyi gerektirdiğini unutmayalım.”

Theodor W. Adorno’nun “dışavurumculuğun filozofu” olarak tanımladığı Bloch bu konuda Lukács’ın tam karşıt kutbunda yer alır. Bloch, Lukács’ın kendi kriterlerine uymayan her eseri egemen sınıfın kefesine koymaya dönük analizinin diyalektik değil tümüyle mekanik olduğu kanısındadır. Lukács’ın sanata atfettiği gerçekliği yansıtma ve totaliteyi kavranabilir sağlama ilkeleri Bloch’u tatmin etmez. Her sanat eseri, ona göre iki dünyaya köklerini salar: biri şimdinin, diğeriyse geleceğin var olabilecek dünyası. Dışavurumcular da bir yandan gerçekliğin üzerindeki aldatıcı görünümü bozarak bu gerçekliğin esasını kavramaya çalışır, diğer yandansa “henüz-varlık-olmayan”ı duyumsatır. Blaue Reiter’in tuvalleri, yüzeyde görünen ilişkilerin arkasındaki çatlakları, “süreksizliği” işlerken, bu kopukluklar arasında bir başka gerçekliğin imkânlarını aramakta, henüz gerçekleştirilmemiş muhtemel bir dünyanın tasvirine soyunmaktadır. Bir çöküş sanatı olmak şöyle dursun dışavurumculuk burjuva uygarlığının dekadansını resmetmektedir Bloch’a göre: “İşitmek isteyenin işitmemezlik edemeyeceği devrimci öğeler vardı çığlıklarında” (Palmier, 1978; Lunn, 1995; Bloch, 1985).

1935 Haziranı’nda başta André Gide ve André Malraux olmak üzere Fransız edebiyat dünyasından çeşitli isimlerin inisiyatifi ve aralarında Robert Musil, H.G. Wells, Bertolt Brecht, Aldous Huxley, André Breton, Tristan Tzara, Ilya Ehrenburg, Louis Aragon gibi yazarların bulunduğu 230 civarında delegenin katılımıyla faşist hareketin Avrupa çapında yükselişine karşı Paris’te Kültürün Savunusu için Antifaşist Kongre gerçekleştirilir. O tarihte artık Fransa’ya geçmiş olan Ernst Bloch bu tarihî –ve bol tartışmalı – toplantıya Marksizm ve Şiir başlıklı bir sunumla katılır (Opolka, 1976). Paris’te geçirdiği aylar Bloch için Ulusal Kütüphane’de Diderot, d’Alembert, d’Holbach gibi Fransız maddeciler üzerine aralıksız bir çalışma vesilesi olur. Bu çalışması ancak 35 yıl sonra, bütün eserlerinin yayını kapsamında 1972’de basılacaktır. Paris’te Bloch, Heinrich Mann’ın öncülük ettiği ve bir Alman Halk Cephesi’nin kurulması yönünde oluşturulan komiteye ve aynı başlıktaki çağrıya da katkıda bulunur. Bu cephe, Fransa’da kurulmakta olan halk cephesi örnek alınarak işçi sınıfının aygıtlarının (KP ve sosyal demokrat parti) yanı sıra tüm (burjuva) demokratik ve antifaşist güçlerin bir ittifakı olarak sunuluyordu. Sosyal demokratları dahi sosyal faşist ilan eden sekter ve sorumsuz tutumunu 1934’ten itibaren terk eden Komintern’in dümeni tam tersi yöne kırarak faşizme karşı sınıflararası bir ittifakı savunmaya başlamış olması da bu girişimi hiç şüphesiz kolaylaştırıyordu. Fakat Bloch, halk cephesi taktiğinin (ihanetle yüklü) iflasına rağmen, direngen bir iyimserlikle bu yönelimi savunmaya devam edecek, bunu “Marksizm’de mevcut olanın gerçekleştirimi ve genişletilmesi” olarak değerlendirecekti...

Fransa’da Halk Cephesi hükümeti kurulduktan sonra Haziran 1936’da yükselen işçi hareketini, grevleri, fabrika işgallerini izlerken Bloch çifti artık altı aydır Prag’dadır. Komintern yönetimi açısından Karola Bloch’un görevlerini yerine getirmesi için Paris fazlasıyla tehlikeli hale gelmiştir. Ernst Bloch bu süre içinde maddeciliğin tarihi üzerine çalışmasını kaleme alırken bir yandan da Neue Weltbühne gazetesine siyasal analiz yazıları yazıyordu. Bu, Ütopyanın Ruhu’nun yazarının SSCB’ye dair hâlâ yanılsamalarla yüklü bir bakışa sahip olduğu bir dönemdir. Stalinizm’e dair bu iflah olmaz iyimser tavrı, onu Mart 1937 tarihli bir yazısında (“Bir Duruşmanın Eleştirisinin Eleştirisi”) Hitlerci-Troçkizm’e dair resmî Stalinist tezi müdafaa etmeye ve Moskova duruşmalarını aklamaya sürükler. Komintern için çalışmaya devam eden Karola Bloch’un bu duruşmalar konusundaki şüpheleri karşısında dahi Stalin’i savunma ihtiyacı duyar; onun için SSCB’de faşizmin zaferi ve kapitalizmin restorasyonunu önlemek için, “Nazi hayvanı, Japon av devleti ve Troçkist nefretin birleşik enerjisi”ne karşı bu mahkemeler gereklidir. Ernst Bloch’un özgürlükçü, anti-otoriter Marksist anlayışı içerisinde kendine zorlukla yer bulabilecek bu analiz, yazarın gözünde de hatalı bir tutum olarak değerlendirilmiş olmalı ki, otuz yıl sonra bütün eserleri derlenirken onu dahil etmeyi reddeder.

Avusturya’nın Nazilerce işgalinin ardından sıranın Çekoslovakya’ya da geleceği artık aşikârdır Bloch’a göre. Bloch çifti, sekiz aylık oğulları Jan Robert’le birlikte, seyahat ücretini Karola Bloch’un (son kez göreceği ve Treblinka’da öldürülecek olan) ailesinin ödediği gemiye binerek Temmuz 1938’de Manhattan’a doğru yola koyulurlar.

 

Sürgünden Yıldıza

Bloch’lar ABD’de 1949 yılına kadar, on bir yıl yaşayacaktır. Daha önce de vurgulandığı gibi büyük maddi sıkıntıların damgasını vurduğu bir dönemdir bu. Karola Bloch’un bulduğu geçici işlerin (barlarda, sigorta şirketi, mimarlık ofislerinde) dışında düzgün bir gelirleri yoktur. Zaman zaman kimi kuruluşlardan veya dostlardan alınan yardımlarla yaşamlarını idame ettirdikleri yıllardır. İngilizceye hâkim olmadığından Bloch’un bir üniversitede ders verme imkânı yoktu. Max Horkheimer, Leo Löwenthal ve T. Adorno’yla yapılan tüm yazışmalara rağmen, yukarıda belirttiğimiz gibi Ernst Bloch’un Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nde görev edinme çabalarıysa sonuçsuz kalır. Maddi imkânsızlıklarına rağmen kendisiyle dayanışmadıklarını düşündüğünden Bloch, Almanca bir kelime oyunuyla bu çevre için ileride “Toplumsal Tahrifat Enstitüsü” adını kullanacaktı. Karola Bloch bir yandan çalışıp bir yandan da siyaset yapma yasağına rağmen sahte isimle Amerikan Komünist Partisi’nde faaliyet gösterirken Ernst Bloch Umut İlkesi, Hegel hakkındaki kitabı ve Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün ilk versiyonunu basmayı reddettiği Doğal Hukuk ve İnsan Onuru üzerine çalışıyordu. Sovyetler Birliği’yle askeri anlaşmasına rağmen antikomünist iklimin hâkim olduğu ABD’de mülteci antifaşist entelektüeller için vatandaşlık almak çok gayret ve dikkat gerektiriyordu. Üstelik Ernst Bloch, İltica Bürosu tarafından, Pearl Harbor’ın bombalanmasından yani ABD’nin savaşa girmesinden önce antifaşist olanları ifade eden “premature antifaşist” sınıfına sokulmuştu, ki bu işini iyice zorlaştırıyordu. Bloch ancak 1946’da, siyasal faaliyetlerini gizlemeyi başaran eşinden iki yıl sonra vatandaşlığa alınır. Bu yıl aynı zamanda 1935’ten beri herhangi bir kitabı basılmamış olan Bloch’un Umut İlkesi’nin ikinci cildi Özgürlük ve Düzen. Toplumsal Ütopyalar Özeti adı altında New York’ta Almanca basılır. 1949’daysa Hegel üzerine kitabı, Hegel’in Düşüncesi adıyla, Meksika’ya iltica etmiş bir İspanyol felsefe profesörü aracılığıyla Mexico City’de İspanyolca yayınlanır. Bloch tam o sıralarda Almanya’nın SSCB işgali altında bulunan kesimindeki Leipzig Üniversitesi’nden Profesör Werner Krauss’tan felsefe kürsüsünde çalışmak üzere aldığı davet sonucu, birikmiş el yazmalarıyla yüklü bavullarıyla Avrupa’ya dönme hazırlığı içindedir.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC) Bloch artık maddi sıkıntıların cenderesinden kurtulmuş biçimde kendini çalışmalarına verebilir durumdadır. Felsefe Tarihi kürsüsünün başına geçmesi onun hem bu alanda daha da şevkle çalışması için kışkırtıcı bir etki hem de yeni kurulan bu cumhuriyetin gençliğinin demokratik, antifaşist bir ruhla yetişmesine katkıda bulunma olanağını sağlıyordu. Tıpkı Bertolt Brecht, besteci Hanns Eisler, Anna Seghers ve Hans Mayer gibi Bloch da, ABD dönüşü “demokratik Almanya”yı tercih etmesi sebebiyle el üstünde tutulur ve DAC’nin Batı Almanya karşısında bir çeşit “entelektüel vitrinini” oluşturanlara dahil olur. Bloch’un yıldızı hızla parlamaya başlar. Hegel üzerine çalışması Özne-Nesne; Hegel Hakkında Aydınlatmalar 1951’de, İbn-i Sina ve Aristotelesçi Sol başlıklı küçük kitabı 1952’de ve nihayet büyük eseri Umut İlkesi’nin ilk iki cildi 1954 ve 1955’te basılır. Yetmişinci yaş günü için üniversite tarafından büyük bir kutlama düzenlenir ve ona ithafen bir kitap yayınlanır. Yine aynı yıl, 1955’te Bloch, Berlin Bilimler Akademisi üyesi seçilir ve DAC’nin kuruluşunun altıncı yılı vesilesiyle kendisine DAC Ulusal Ödülü verilir. Böylece birkaç yıl içinde Ernst Bloch bir şekilde DAC’nin entelektüel sembolü haline gelir.

Umut İlkesi Bloch’un fikriyatında Ütopyanın Ruhu’ndan beri filizlenmiş, şekillenmiş, zaman içinde olgunlaşmış temel kavramların bir çeşit ütopik güdüler, imgeler, tasarımlar ansiklopedisi bağlamında açımlandığı, devreye sokulduğu devasa bir Marksist felsefe çalışması oluşturur. Dükkân vitrinlerinden korku romanlarına, pantomimden ilaçlara, simyadan kadın hareketine, resimde perspektifin keşfinden sekiz saatlik işgünü talebine, Pompei’nin duvarlarından Zerdüşt öğretiye Bloch toplumsal, coğrafî, sanatsal, mimarî, tıbbî, dinî, hukukî, teknik alanlarda “dik yürüyüşün” mümkün olduğu daha iyi bir hayata dair arayışların, gündüz düşlerinin, dilek-imgelerin izini sürer. Bu ütopik iradeyi irdelerken Ernst Bloch’un başvurduğu kavramsal çerçeve daha önceki çalışmalarında da derinleştirmeye giriştiği ve Blochçu felsefe için asli sayılacak bir dizi nosyona dayanmaktadır. Henüz-varlık-olmayan, Henüz-bilincinde-olunmayan, Henüz-görünür-olmayan, nesnel (açıdan) reel, mümkün, gerçekleştirilmiş nesnenin yetersizliklerini ifade eden “ütopik artık” gibi kavramlar Bloch’un (Marx’ın yanı sıra Aristoteles, İbn-i Rüşd, İbn-i Sina ve Giordano Bruno gibi düşünürlerden de esinlenerek şekillendirdiği – Bloch, 2008; Bloch, 2002) maddeci anlayışını oluşturan unsurlardır. Marksizm öncesinin ve sonrasının mekanik maddeciliklerine karşı “tarihsel-diyalektik materyalizmi” yeniden tanımlama çabasında madde ve ruh (veya bilinç) arasındaki ayrımı reddederek varlığın ve bilincin de maddenin unsurları, ürünleri olduğunu ileri sürer. Böylece potansiyel açıdan olabilecek olanın, tamamlanmamış olanın, nesnel-reel mümkün’ün dayanağını oluşturan bir “açık madde”, bir “ileriye dönük madde” yahut bir “ütopik madde”dir söz konusu olan. Dolayısıyla Bloch’un savunuculuğunu üstlendiği “militan iyimserlik” de bu “ütopya yüklü”, “hareket halinde”, “süreçsel”, “yaratıcı” maddenin içinde barındırdığı potansiyellerin, eğilimlerin bilincine dayanır. Latan (gizil) haldeki bu eğilimler, ancak kendisi de maddeye dahil olan insanın bilinçli emeği ve eylemi aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu bağlamda Ernst Bloch militan iyimserliği “ilerlemeye olan otomatik inancın düz iyimserliği”nden ayırır. Dolayısıyla özne kollarını kavuşturup otururken kapitalizmin kendiliğinden yıkılacağını ummanın kendisi halkın yeni afyonu haline gelmişken, Bloch’a göre bu “ütopik olmayan iyimserlik” karşısında “bir tutam kötümserlik” tercih edilebilir. “Gerçeklik kaygısı olan bir kötümserlik” kapitalizmin neden olduğu ve olacağı yenilgiler ve felaketler karşısında şaşıp kalmamayı, hazırlıksız yakalanmamayı sağlar. Durumun, koşulların, olasılıkların kötümser, (bir detektif gibi soğukkanlı) analizi ve buna göre tasarlanacak strateji Marksizm’in “soğuk akıntısı”nı oluştururken, eyleme yönelten heyecan, inanç, hayal gücü, öfke ve arzu gibi unsurlar da –ki “soğuk” analiz bunları da hesaba katmalıdır– sınıf mücadeleleri tarihinin “sıcak akıntısı”nı oluşturur. Böylece henüz-varlık-olmayanın gerçekleştirimi, “insan ve doğanın birbirine yabancı gibi davranmayı bıraktığı o özdeşlik yurdu”nun yaratımı için sıcak ve soğuk akıntılar, özne ve nesne “maddenin diyalektik süreci”nde bir araya gelmelidir. “Eve-Varış” ancak bu şekilde mümkün hale gelebilir (Bloch, 1976, 1982, 1991).

 

Doğu’dan Batı’ya

Bu süre zarfında çeşitli vesilelerle (bilhassa özel sohbetlerde) DAC yönetimine eleştiriler getirmekle birlikte Bloch rejimin otoriter uygulamaları konusunda kendi çevresinde tanık olduğu vakalara sessiz kaldığı gibi 1953 Haziranı’nda Doğu Berlin’de meydana gelen işçi ayaklanmasının Kızıl Ordu birimleri tarafından kanla bastırılmasına da sesini çıkarmaz. Fakat 1956’da üç yıl önce ölmüş olan Stalin’in cürümlerini teşhir eden ünlü Kruşçev Raporu’nun yayınlanması ve yine aynı yıl Polonya ve Macaristan’da meydana gelen ayaklanmalarla oluşan atmosferle birlikte Ernst Bloch eleştirilerini artık daha kamusal ortamlarda ifade etmeye başlar. “Özgürlük, Yapısı ve Hakikatle İlişkisi” yahut “Hegel ve Sistemin Şiddeti” temalı seminerlerinde sosyalist rejimler için “dayanışma içinde özgürlüğün” önemini vurgulaması, sahiplendiği “özgürlük sosyalizmi” doğrudan adını anmasa da SSCB ve Doğu Bloku’ndaki otoriter rejimlerin bir eleştirisini ifade ediyordu. Ne var ki demokratikleşme talepleri karşısında baskı ve tutuklama dalgası gecikmez. Bloch’un da dostları olan Wolfgang Harich ve (Umut İlkesi’ni basan) Walter Janka gibi muhalif Marksist aydınlar tutuklanır. Öte yandan Macar ayaklanmasının bastırılmasının ardından, Imre Nagy’nin geçici hükümetinde Kültür Bakanlığı yapan Georg Lukács da tutuklanarak Romanya’ya gönderilir. Bloch, Harich ve Lukács’ın serbest bırakılması için partinin ve DAC’nin yetkili makamlarına başvurur. Çember artık iyice daralmakta, Bloch da rejimin ve siyasi polis Stasi’nin hedef tahtasında yerini almaktadır.

Fakat Bloch’un ünü dolayısıyla öncelikli olarak bir çeşit ideolojik yıpratma hamleleri gerçekleştirilir. Bloch’un meslektaşı ve daha birkaç zaman öncesine kadar kendisini yere göğe koyamayan Profesör O. R. Gropp Umut İlkesi’nin yazarının fikriyatındaki “mistik, idealist ve spekülatif” eğilimlerin bilimsel sosyalizmle bağdaşamayacağını ve gençlik için tehlikeli olduğunu ileri sürdüğü bir makale yayımlar. Bir ikinci hamleyse Leipzig Karl Marx Üniversitesi’ndeki parti yönetimi tarafından 1957 yılının başında Ernst Bloch’a bir “Açık Mektup” yazılmasıyla gelir. Burada, felsefi yaklaşımındaki idealizm eleştirilerek, Macaristan ve Polonya’daki ayaklanmalar sırasındaki tutumu ve müdahaleleri kınanır ve kendisine “Marksist-Leninist kadrolar yetiştirmekle yükümlü Felsefe Enstitüsü’nde profesörlük faaliyetlerini sürdürme noktasında artık Parti’nin güvenini kaybettiği” bildirilir. Bunun üzerine Bloch da yanıtını bir açık mektup şeklinde kaleme alır. Dostları gibi “karşı-devrimci komploya katkıda bulunmak” suçuyla tutuklanmasının an meselesi olduğunun bilinciyle Macaristan konusunda Parti’nin hattına katıldığını ve “Moskova mahkemeleri döneminde bile” SSCB’nin yanında durduğunu ifade etmeyi tercih ederek Harich grubuyla davrandığına dair suçlamalarını reddeder (ki gerçekten bu çevreye dahil olmamıştır). Öte yandan, bu uzun mektupta felsefi suçlamalara yanıt vererek “ileriye dönük rüya” anlayışının Leninizm’le ilişkisinin altını çizer. Sonuç olarak da bu toplu reddiyeye karşın eğer hükümet ve parti kendisini emekliye ayırmaya karar verirse buna itiraz etmeyeceğini ve barış, birlik ve sosyalizm davasına hizmet etmek için felsefi çalışmalarını sürdüreceğini bildirir. Bu yıpratma kampanyası karşısında küçük çaplı da olsa üniversitede bir tepki oluşur ve Stasi’nin baskısına rağmen (komünist ve sosyal demokrat partilerin birleşmesinden oluşan) SED’in Genel Sekreteri Walter Ulbrich uluslararası bir skandalın patlaması çekincesiyle Bloch’u tutuklatmayı göze alamaz. Fakat bu noktadan itibaren Bloch’un entelektüel açıdan tecrit dönemi başlar. Erken emekliliğe alınır; üniversite binasına ve kütüphanesine girişi yasaklanır; apartmanı sürekli gözetim altında tutulur; telefonu dinlenir; evine baskın gerçekleştirilip mektuplarına el konulur; onunla görüşmeye devam eden asistanları işten çıkarılır, partiden atılır. En yakın asistanı Jürgen Teller ise tutuklanır ve işçi olarak yerleştirildiği fabrikada bir iş kazası sonucu kolunu kaybeder... (Münster, 2001).

Artık ders verme imkânı olmayan Bloch için yeni bir seyahat dönemi başlar: Fransa, Romanya, Yunanistan, Mısır, Arnavutluk… Leipzig’e dönüşünün ardından, Umut İlkesi’nin de artık (20 bin nüsha) basılmış olduğu Batı Almanya’dan, Tübingen Üniversitesi’nden “Henüz-Varlık-Olmayan’ın Ontolojisi” konusunda bir konferans verme daveti alır. Mayıs 1960’ta yaptığı ve büyük rağbet gören bu sunumun ardından aynı kurumdan bu kez de bir sömestr boyunca misafir öğretim üyesi olarak bir ders teklifi alır. Bloch başta bu konuda mütereddit davransa da, Münih’teyken DAC rejimi tarafından Batı Almanya’ya yönelik kitlesel göçü durdurma amacıyla “antifaşist koruma duvarı” adıyla sunulan Berlin duvarının inşasını öğrenmesiyle birlikte kanaatini belirler. Artık Doğu Almanya’ya dönmeyecektir.

Leipzig’deki evinde bulunan el yazmalarını da Batı Almanya’da eserlerini basmaya başlamış olan Suhrkamp yayınevinin bir görevlisi aracılığıyla gizlice getirterek güvence altına alır. Ernst Bloch, hayatının 1961’den 1977’deki ölümüne dek uzanacak yeni evresine hazırdır artık. Yüksek katılımlı dersleri ve tıpkı bir zamanlar Simmel ve Weber’in ikametgâhındakiler gibi kendi evinde verdiği özel seminerlerinin yanı sıra yayınlanmamış çalışmaları da hızla basılmaya başlanır. Son iki yıldır üzerinde tekrar çalışmaya başladığı ve mitolojilerden Fransız Devrimi’ne mutluluk, adalet ve haysiyet arzusunun ve karşısına dikilen engellerin izini sürdüğü, özgürlük ve insan haklarını Marksist bir perspektiften (Pašukanis’in yanında saf tutarak) tartıştığı Doğal Hukuk ve İnsan Onuru kitabı yayınlanır 1961’de. Bu sırada Surhkamp yayınevi çeşitli makalelerini, çalışmalarını, gazete yazılarını 16 cilt halinde Bütün Eserler adıyla basmayı önüne koymuş ve adım adım bu projeyi gerçekleştirmektedir. 1968’de daha ABD’deyken sosyalist Protestan ilahiyatçı Paul Tillich’le yaptığı sohbetlerle temelleri atılan ve Latin Amerika’daki Kurtuluş Teolojisi akımının önemli kaynaklarından biri haline gelecek olan Hıristiyanlık’taki Ateizm yayımlanır (Löwy, 1996). Eski ve Yeni Ahit’in radikal, yıkıcı bir okumasını yapan, “sadece bir ateistin iyi bir Hıristiyan, sadece bir Hıristiyan’ın iyi bir ateist” olabileceğini iddia eden Bloch burada da “otantik Hıristiyanlık”taki ütopik artık’ı, “özgürlükler Krallığı”na dair umudu kurtarmaya girişir. Ama öte yandan burjuva ateizminin ve pozitivist Marksizm’in de bir eleştirisini sunar: “Ateizm somut ütopyanın önkoşuludur, ama somut ütopya da gene, ateizmin vazgeçilmez niyeti ve amacıdır. Somut ütopyaya yönelik ateizm, aynı temel edimin içinde, hem dinin imhasını hem de dinin ayakları yere basan, insansı, heretik umududur. Somut ütopya dünyada gizli eğilimlerin ve içeriklerin, demek, nihai amaçlara uygun hale getirilen maddenin felsefesi ve pratiğidir” (Bloch, 2013:391).

1972 ile 1974 arasında kaleme aldığı ve 1975’te yayınlanacak olan son eseri ise Experimentum Mundi’dir. Bloch, felsefi çalışmalarının bir çeşit zirvesi sayılabilecek olan bu yapıtta henüz-varlık-olmayan kavramı ekseninde kurduğu ontolojisinin kategorilerini sistematik biçimde belirlemeye girişir. Artık tarihsel maddeci felsefe açısından miadını doldurmuş saydığı Aristoteles ve Kant’ın statik kategoriler tablosunun yerine özgürleşime dönük bir felsefi projenin diyalektik kategorilerini ortaya koymaya çalışır (Münster, 1989).

 

 

Wassily Kandinsky, Der Blaue Reiter (Mavi Süvari), 1903

 

1968 yılı aynı zamanda Fransa’dan Meksika’ya, ABD’den Almanya’ya dünyayı kasıp kavuran bir isyana tanıklık etmektedir. Ernst Bloch, eylem biçimlerini her zaman onaylamamakla birlikte Batı Almanya’daki öğrenci hareketinin yanında yer almaktan çekinmez. Hızla hareketin lideri haline gelen, konuşmalarında Marx, Luxemburg ve Marcuse’un yanı sıra Bloch’tan da alıntılar yapmayı seven, artık görme yetisini yitirmekte olan yaşlı düşünürü “sosyalizm için yeni bir yolun felsefi ruhu” olarak tanımlayan Rudi Dutschke ile Bloch arasında sıkı bir dostluk gelişir. Anti-otoriter, enternasyonalist bir sosyalizm konusunda aralarındaki görüş birliği, 1968 dalgasının en önemli cephelerinden biri olan Prag Baharı’nın bastırılışı sırasında da teyit edilecektir. Bloch için Prag’da meydana gelenleri kabul etmek, unutmak mümkün değildir: “Stalin bir şahıs değil, aşılamamış bir müessesedir” der o günlerde kaleme aldığı bir gazete yazısında. Fakat Batılı antikomünist entelijansiyayı da eleştirmekten geri kalmaz: “Vietnam savaşını onaylayanın Sovyetler Birliği’nin Prag’a karşı eylemini yargılama hakkı, meşruiyeti yoktur”. Hayatının sonuna kadar uzanan bu dönem zarfında umudu diriltecek hiçbir mücadeleye, insanlık onurunu ayaklar altına alan hiçbir girişime kayıtsız kalmaz. Amerikalı siyah aktivist Angela Davis’in idam kararına karşı ABD Başkanı’na yönelik bir açık mektuba (Georg Lukács ile birlikte) imza atar; yakından takip ettiği Şili’deki Halk Cephesi iktidarına destek amaçlı kurulan Şili komitelerine maddi manevi destekte bulunur; ölümünün arifesinde ABD’nin nötron bombası projesini teşhir eden bir yazı kaleme alır.

Doksan ikinci yaş gününü kutladıktan bir ay sonra, 3 Ağustos 1977 akşamı “dik yürüyüş”ün filozofu, Beethoven’ın Leonore Uvertürü’nü dostu Otto Klemperer’in yorumuyla son bir kez dinledikten sonra, geçmişe ve geleceğe bıraktığı işaret fişekleriyle ütopyaya uzanan patikalarını aydınlatmaya çalıştığı bu kan ve ateşle örülü yüzyılı, kendi yüzyılını terk eder.

 

Kaynakça

Bensaïd, Daniel. “Utopie et messianisme: Bloch, Benjamin et le sens du virtuel”, La discordance des temps. Essais sur les crises, les classes, l’histoire. Paris: Les Editions de la Passion, 1995.

Blechman, Max. “‘Pas Encore’. Adorno et l’utopie de la conscience”, Europe. No. 949, Mayıs 2008. ss.138-153.

Bloch, Ernst. “Dışavurumculuğun Tartışılması”, Estetik ve Politika. Ed. Ronald Taylor. Çev. Ünsal Oskay. İstanbul: Eleştiri Yay., 1985.

Bloch, Ernst. Avicienne et la gauche aristotélicienne. Çev.: Claude Maillard. Saint-Maurice: Premières Pierres, 2008.

Bloch, Ernst. Hıristiyanlıktaki Ateizm. Çev. Veysel Atayman. İstanbul: Ayrıntı, 2013.

Bloch, Ernst. Le Principe Espérance I. Paris: Gallimard, 1976.

Bloch, Ernst. Le Principe Espérance II. Les épures d’un monde meilleur. Paris: Gallimard, 1982.

Bloch, Ernst. Le Principe Espérance III. Les images-souhaits de l’Instant exaucé. Paris: Gallimard, 1991.

Bloch, Ernst. L’esprit de l’utopie. Paris: Gallimard, 2008.

Bloch, Ernst. Rönesans Felsefesi. Çev. Hüsen Portakal. İstanbul: Cem yayınevi, 2002.

Bloch, Ernst. Traces. Paris: Gallimard, 1998.

Bloch, Ernst. Umut İlkesi. Cilt 1. Çev. Tanıl Bora. İstanbul: İletişim, 2011.

Bloch. Ernst. Thomas Münzer. Théologien de la révolution. Paris: 10/18, 1975.

David, Christophe. “Adorno et la conception blochienne de l’utopie”, Europe. No. 949, Mayıs 2008.

Hartweg, Frederic. “Thomas Münzer, théologien de la Révolution”, Utopie Marxisme selon Ernst Bloch içinde, der. Gerard Raulet. Paris: Payot, 1976.

Karadi, Eva. “Bloch et Lukacs dans le cercle de Weber”, Réification et Utopie. Ernst Bloch et György Lukacs, Un Siècle Après içinde. Actes du Colloque Goethe Institut Paris 1985, Arles: Actes Sud, 1986.

Labica, Thierry. “A propos de ‘Traces’ d’Ernst Bloch”. www.marxau21.fr.

Lachaud, Jean-Marc. Marxisme et philosophie de l’art. Paris: Anthropos, 1985.

Löwy, Michael. “Ernst Bloch et Georg Lukacs: une rencontre à Heidelberg en 1910”, Juifs heterodoxes. Romantisme, messianisme, utopie. Paris: Editions de l’éclat, 2010.

Löwy, Michael. “Lumières de romantisme chez Adorno et Bloch”, Europe. No. 949, Mayıs 2008.

 Löwy, Michael. Marksizm ve Din. İstanbul: Belge, 1996.

Löwy, Michael. Pour une sociologie des intellectuels révolutionnaires. L’évolution politique de Lukacs 1909-1929. Paris: PUF, 1976.

Lunn, Eugene. Marksizm ve Modernizm. Lukacs, Brecht, Benjamin ve Adorno Üzerine Bir Tarihsel İnceleme. çev. Yavuz Alogan. İstanbul: Alan, 1995.

Münster, Arno. “De l’amitié à la polémique. A propos de la Correspondance Adorno-Bloch (1928-1968), Europe. No. 949, Mayıs 2008.

Münster, Arno. “Ernst Bloch et Walter Benjamin: Eléments d’analyse d’une amitié difficile”, L’Homme et la société, 1983, no:69-70. www.persee.fr

Münster, Arno. Ernst Bloch. Messianisme et Utopie. Paris: PUF, 1989.

Münster, Arno. L’Utopie Concrète d’Ernst Bloch. Une Biographie. Paris: Edition Kime, 2001.

Opolka, Uwe. “Héritage et réalisme. Ernst Bloch et le débat sur l’expressionnisme (1937-1938)”, in Gerard Raulet (dir.) Utopie Marxisme selon Ernst Bloch. Paris: Payot, 1976.

Palmier, Jean-Michel. L’expressionnisme comme révolte. Paris: Payot, 1978.

Pelletier, Lucien. “Ernst Bloch et les Juifs. Autour d’une traduction récente”, Philosophiques 37/1. Printemps 2010, s. 219-236.

Scholem, Gershom. Walter Benjamin. Histoire d’une amitié. Paris: Hachette, 2001.

 

*Bu metin, Habitus yayınları tarafından yayınlanan Ernst  Bloch’la Söyleşiler (der. U. Uraz Aydın, 2014) başlıklı kitapta yer alır.



[1] Ernst Bloch’la ilgili biyografik bilgiler büyük oranda Arno Münster’in L’Utopie concrète d’Ernst Bloch. Une Biographie (Paris: Editions Kimé, 2001) çalışmasından alınmıştır. Bloch’un felsefi kavramları için çoğunlukla Tanıl Bora’nın Umut İlkesi tercümesi temel alınmıştır (İstanbul: İletişim, 2011).