Çağdaş Sanat ve Kapitalist Modernleşme

Aşağıdaki pasajlar, Octavian Esanu’nun derlediği Contemporary Art and Capitalist Modernization (Routledge, 2021) başlıklı kitabın “Sunuş” bölümünden seçildi. Görseller, kitabın farklı bölümlerinden seçilerek eklendi. Kitabın ilk kısmını oluşturan bölümlerde “çağdaş sanat”la ilgili teorik ve metodolojik bir çerçeve sunulurken, ikinci kısımda Lübnan, Mısır, Hindistan, Macaristan, Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Ermenistan ve Moldova’da “çağdaş sanat” kategorisinin ortaya çıkışıyla ilgili vaka incelemelerine yer veriliyor.


 

Aşağı yukarı 21. yüzyılın başlarında, sanat tarihçileri ve eleştirmenleri arasında sanki gafil avlanmışlar gibi ani bir kımıldanma baş gösterdi. O tarihe kadar yaygın olarak kullanılagelmiş bir tabir, adeta bir yasayı çiğneyerek kendi sınırını açmış ve “modernizm” yahut “postmodernizm” gibi yerleşik ve saygın kültürel dönemleştirme kategorilerinin yanı başına kuruluvermişti. Sanat tarihçileri, eleştirmenler, dergi editörleri, peş peşe, akın akın, şunu sormaya başladılar: “Çağdaş sanat nedir?”

Sanat veya kültür tarihinde sık rastlanan bir durumdur: Yeni bir duyarlılığı veya yeni bir sanat yapma biçimini adlandırmak üzere alışkanlıkla veya kolaylık olsun diye kullanılan bir kelime veya ifadenin, alttan alta şeyleştiği veya kurumsallaştığı fark edilir. Bir kavram olarak veya sanat-tarihsel, eleştirel ya da dünya-tarihsel bir dönemleştirme kategorisi olarak “çağdaş sanat”ta da böyle oldu – gerçi çağdaş sanatın hikâyesi (veya teorisi), küreselleşme süreçleriyle arasındaki dolaysız bağlar nedeniyle, daha geniş ölçeklidir. “Çağdaş sanat” tabiri, 20. yüzyıl boyunca, yeni sanat pratiklerini ayırt etmek veya yeni sanat kurumlarını, yeni himaye biçimlerini veya Batı sanat piyasasındaki yeni satış stratejilerini adlandırmak amacıyla gelişigüzel biçimde kullanılmışken, Soğuk Savaş’ın sonuna doğru, yeni ortaya çıkan bir küresel sanat sisteminin işareti ve sembolü oldu; bu sistem tek bir zamansallık rejiminin egemenliğinde ve tek bir mantığa tabiydi: küresel sermayenin mantığı.

Geçtiğimiz onyılda terimin anlamına dair tartışmalar çoğalarak bereketli bir akım oluşturdu; “çağdaş” bayrağı altında, sanatın çağdaş coğrafyasını dolaşan dizi dizi etkinlik düzenlendi. Bu “çağdaş”, çeşitli ideolojik ve metodolojik perspektiflerden irdelendi durdu. Ancak bizce çağdaş sanatın (artık bu ifade günümüzde ne anlam taşıyorsa) […] aynı zamanda bir tür yapısöküme de tabi tutulması gerekiyor. Başka türlü söylersek, çok temel ve bildik görünen şeyleri acilen yeniden masaya yatırmak gerek: çağdaş sanat söyleminde eksik veya gizli kalmış olan, öteki konumunda olan şeylerin “izini” aramak gerek. […] Bir kavram, sembol veya etiket olarak küresel ölçeğe ulaşmış olması bakımından “çağdaş sanat”, zaten son derece etkili tarihsel güçler tarafından önemli ölçüde yapılandırılmış ve değiştirilmiş durumda: küresel sermayenin yükselişi ve yayılması, sosyalizmin ve refah devletinin yıkılışı; piyasa ve demokrasiye geçiş süreçleri; Batı kalkınma sanayisinin eski İkinci ve Üçüncü Dünya sanatı ile kültürü üzerindeki etkileri; serbestleşme, kuralsızlaşma, özelleşme, piyasalaşma ve neoliberalizmle bağlantılı daha pek çok süreç… “Çağdaş”, tam da bu pratiklerle ve onların yanı sıra tesis edildi; bu nedenle de başat çelişkileri Batı dünyasının çeperlerinde bilhassa görünür oldu.

Çağdaş durumun tikel, yerel ve/veya “ulusal” semptomlarını şu veya bu ölçüde değerlendirmeye almadan, […] çoğunlukla ulusaşırı veya ulusallık-sonrası toplumsal deneyimin bir tezahürü olarak sunulan “çağdaş sanat” kavramını tüm yönleriyle ele alabilmek mümkün değildir. Sermayenin yeniden üretimi ile kapitalist modernleşmenin küresel süreçlerinin en açık biçimde yeni sanat pratiklerine, izleyicilerine, alışkanlıklarına, kurumlarına ve ideolojilerine tercüme olduğu yer tam da burası, yani vaktiyle yaygın olarak İkinci ve Üçüncü Dünya denen yerlerdir. “Çağdaş”ın çok sayıdaki çelişkisinin en belirgin ve yaygın halde görüldüğü yerler de buralardır.

Theodor Adorno’nun Estetik Kuramı’ndan bir cümleyi bağlamımıza uyarlarsak: “gerçeklikteki bir şey; kurumların ve sahte ihtiyaçların etkileşimiyle örülmüş peçenin ardındaki bir şey, [çağdaş] sanatı gerektiriyor ve […] peçenin gizlediği şey adına konuşacak bir sanatı talep ediyor”. Ulusal devletin ve kültür kurumlarının yeni güçlerce ele geçirilme sürecinin parçası olarak ivedilikle örülmüş olduğu yerlerde o peçeyi kaldırmak (ideoloji eleştirisinin ve oryantalizmin modası geçmiş metaforuyla söylersek), bize çok şey kazandıracaktır.

 

Saraybosna Soros Çağdaş Sanat Merkezi birinci yıllık sergisi “Meeting Point”in açılışı, 1997.

 

Amerikalı sanat eleştirmeni ve küratör Kathy Rae Huffman’ın video sanatı üzerine “İnteraktif TV’nin 50 Yılı, 1935-1998” başlıklı konuşması, Saraybosna Soros Çağdaş Sanat Merkezi.

 

Sözgelimi, Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkelerinde ve eski SSCB cumhuriyetlerinde bugün “çağdaş sanat” denen şeyin, 1990’ların “demokrasiye geçiş” ve piyasa retoriğiyle, her şeyden çok da hayırsever iş adamı George Soros’un toplumsal mühendislik girişimleriyle yakından bağlantılı olduğu artık herkesin malumudur. Post-sosyalizm bağlamında “çağdaş sanat”ın somut bir anlamı vardı: bir “özgürlük” aracı işlevi görüyor, Popper’cı “açık toplum”un diğer pek çok vaadini ifade ediyordu – George Soros’un sosyalizmin tarihsel enkazı üzerinde inşa etmeye giriştiği 20. yüzyıl burjuva ütopyası. Ortadoğu’da ise çağdaş sanat çoğunlukla ekonomik çerçevede, yerel özel sanat galerilerinin artan iktidarıyla bağlantılı olarak anlaşılıyor. Keza Lübnan’da çağdaş sanatın büyük ölçüde anlatılmamış hikâyesine baktığımızda, 11 Eylül’den sonra, belli bir kategoriye giren Ortadoğulu sanatçılara cömert hibeler veren Batılı bağışçılarla (başta Ford Vakfı’yla) karmaşık ilişkileri görüyoruz. Bir diğer aydınlatıcı örnek, Kabil’deki ilk Çağdaş Sanat Merkezi’nin, Amerikan askerlerinin Afganistan’ı işgalinden kısa bir süre sonra kurulmuş olması.

[…] Şunu da vurgulamak gerekiyor ki, “kapitalist modernleşme”, kapitalizmin kenar bölgelerinde iş gören Batılı yapıların çağdaş sanatı ille mekanik biçimde “ithal” etmelerine işaret etmiyor. Çağdaş sanat ile kapitalist modernleşme arasındaki ilişkiye daha ziyade sanatsal kuvvetlerdeki bir dizi dönüşüm, değişiklik ve başkalaşım olarak bakmak gerekiyor; bunlar, yerel aktörler ile metropol ülkeleri arasındaki, (Doğu Avrupa’da) eski sosyalist yenilikçiler [noncorformists] veya (Ortadoğu’da) “1990’lar kuşağı” ile Batılı müze eleştirmenleri, küratörler ve bağışçılar arasındaki diyalogların sonucuydu. Post-kolonyal, bağlantısız [non-aligned] ve/veya sosyalist modernitenin neoliberal çağdaşlığa dönüşmesi, serbestleşme, ekonomik kuralsızlaşma ve modern gelecekçiliğin tarih-sonrası şimdiciliğe indirgenme süreçlerini izlemiştir ve bunu besleyen ana itki de sosyalizm karşıtı, evrenselcilik karşıtı ve modernizm karşıtı derin bir hınç olmuştur.

Dahası, sanatın Batı-dışı bağlamlarda kapitalist modernleşmeyle arasındaki ilişkiye dair yaygın bir yanlış anlamayı da düzeltecek olursak, enstalasyon gibi, kavramsal sanat veya süreç sanatı gibi “yeni” sanatsal eğilimlerin bu bölgelerde daha önce var olmadığı da doğru değildir (SSCB’de, veya Ortadoğu’da özellikle Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde, yenilikçi çevrelerde bu eğilimlerin gelişmiş olduğuna şüphe yoktur). Doğrusu, çağdaş sanata dönüşümü tamamına erdiren, şu iki süreç olmuştur: Bir yanda sermayenin dolaşımını, dağıtımını ve birikimini engelleyen son bariyerler de kaldırılmış, öte yanda geçimlerini sağlama baskısı altındaki kültür üreticileri, aniden, bireysel özgürlük, açık toplum, “teröre” veya dinî köktendiciliğe karşı savaş diye etiketlenen yepyeni bir ideolojik pozisyonun –bile isteye veya istemeden– somut temsilcileri olduklarını görmüşlerdir (Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında soyut ekspresyonistlerin, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın modernleştirme ajandasına alet edildiklerini fark etmelerinde olduğu gibi).[1]

 

Al Nitaq Festivali afişi, 2001. Townhouse Gallery, Kahire.

 

Basim Magdy, The Three Angels, 2001. Enstalasyon, Townhouse Gallery, Kahire.

 

[…] “Çağdaş”ın bölgesel veya ulusal tekerrürleri, yalıtılmış, tikel bağlamlarında ele alınmamalı; İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın geçiş halindeki çeşitli bölgelerinde, farklı zamanlarda ve farklı ölçeklerde, ABD’nin siyasi ve kültürel hegemonyası altında hayata geçen kapitalist modernleşme süreçlerinin parçası olarak değerlendirilmelidir: 1940’ların sonunda Batı Avrupa için öngörülen Marshall Planı dönüşümüyle başlayıp, 1970’lerde Güney Avrupa’nın, 1980’lerde Latin Amerika’nın, 1990’larda Doğu Avrupa’nın ve 1990’larla 2000’lerde Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesiyle devam eden süreçlerdir bunlar. Küresel kapitalist modernleşmenin can alıcı momentlerinin, çağdaş sanattaki en beylik dönemleştirme işaretleriyle aynı tarihsel düzlemi paylaştığı, hatta yer yer örtüştüğü de unutulmamalı: 1945, 1968 ve 1989. Bu bize, “çağdaş”ın ani bir kopuş olmadığını veya 1989’dan sonra sermayenin serbest bıraktığı, sınırlarından kurtulmuş kültürel “yeniliğin” yarattığı ani bir bolluk olmadığını gösteriyor. “Çağdaş sanat” denen bu yeni küresel sistem, daha ziyade, neoliberalizm mantığını izleyerek, ulus-aşırı ve yerli elitler arasındaki çeşitli diyaloglarla neoliberalizme paralel olarak inşa edilerek, yavaş yavaş gelişti. Küresel çağdaş sanatı kurma yönündeki bu girişimler, Jamie Peck’in “neoliberal aklın inşaları” dediği şeyi akla getiriyor. Peck’in dediği gibi, neoliberalizme geçişte tek bir ana süreç söz konusu değildir; geçen yüzyılın ikinci yarısı boyunca, dünyanın farklı yerlerindeki çeşitli güçler arasında yaşanan “samimi” ilişkilerin parçası olarak meydana gelen çok sayıda sürecin sonucudur neoliberalizme geçiş. Dolayısıyla, Milton Friedman’ın “Şikago Oğlanları”nın 1970’ler ve 1980’ler boyunca başta Şili olmak üzere Latin Amerika sanatı üzerinde yarattığı etki, “Viyanalı Soğuk Savaş liberalleri”nin (Friedrich Hayek, Ludwig von Mises, Karl Popper ve nihayet Soros’un) 1990’larda Doğu Avrupa üzerinde yarattığı etkiye ölçeği açısından benzer, ama kronolojik açıdan ondan farklıdır.  

[…]

Ulusal, ulusallık-sonrası ve bölgeler-aşırı düzeylerde farklı hızlarda hayata geçen çağdaş sanatın meydana geliş sürecine, estetik deneyimin zamansallığı, dönemselliği, mekânsallığı veya ontolojisine ilişkin algılarımızda tarihsel değişiklikler eşlik etti. Sonuçta, artık “çağdaş” dediğimiz yeni sanat pratiklerine, davranış ve alışkanlıklarına tercüme olan şey, geç kapitalizmin küresel modernleştirme kuvveti ve ruhudur.    

 



çağdaş sanat, Soros