Hayalî Evrenlerde Feminizm ve Ekoloji

Aşağıdaki metin, Sophie Coudray’nin William Blanc’la contretemps.eu sitesi için yaptığı mülakatın ikinci bölümüdür. Ara başlıklar e-skop tarafından konulmuştur. İlk bölüm için bkz. Süper Kahramanlar, Fantazya ve Siyaset

 

 

Sophie Coudray: Fantezi ve comic’lerde resmedilen dünyalar çoğu kez son derece erkeksi, eril nitelikler taşırken kadınların varlığı (hatta yokluğu) problematik bir boyut kazanıyor. Feminist gruplar bu tür yayınlara nasıl yaklaştı, bu kodları kendilerine göre dönüştürüp bu anlatı türünü geliştirdiler mi? Bir ek soru da bu çevrelerde kadınların (yazar, çizer vs.) konumuna ilişkin. Wonder Woman ve Red Sonja’dan Arthurvari kadın savaşçılara, böylesi kadın kahramanların yaratılması gerçekten hâkim eğilim karşısında bir ağırlık oluşturabildi mi?

William Blanc: Esasında erkek kahramandan kadın kahraman arketipine geçilmesi yönünde belirgin bir eğilim söz konusu. Özellikle de Marvel’in sinema evreninde bunu görebiliyoruz. Başlıca üç erkek kahramandan (Thor, Kaptan Amerika, Iron Man) biri ölüyor, diğeri kostümünü ve kalkanını bir başkasına devrediyor, sonuncusu ise kral unvanını bir LBGT kadına bırakıyor. Burada hiç şüphesiz #MeToo hareketinin etkisini görmek mümkünse de bu motifi popülerleştiren, 1997’den itibaren yayınlanan Buffy Vampir Avcısı dizisi olmuştur. Canavarın kurbanı olan ergenlik çağındaki sarışın kadın stereotipi, bu dizide saldırgan canavarları öldürebilecek doğaüstü güçlere sahip kadın kahramana dönüşür. ABD’de bu dizinin, akademik alan da dahil olmak üzere çok sayıda analizinin yapılması ve yaratıcısı Joss Whedon’un ilk iki Avengers filmini (2012 ve 2015) yönetmiş olması tesadüf değildir. Bu filmlerde Kara Dul figürünün öne çıktığı da not edilmeli. O zamandan bu yana Marvel evreninde bir dizi kadın karakter önem kazandı ve gelecek filmlerde yıldırım tanrısı Thor’un artık bir kadın tarafından canlandırılacağı söyleniyor.

Benzer bir değişimi Arthur mitinin çağdaş temsillerinde görebiliyoruz. Arthur’ün henüz gençken meşru hükümran olduğunu ispatlamak için kılıcı kayadan çektiği hikâyeyi hepimiz biliriz. Bu efsanenin birçok yeni versiyonunda kılıcı kayadan çekip çıkartanlar erkek değil kadın olarak resmediliyor. Aynı şekilde 1980’li yıllardan beri (ama giderek artan biçimde) diğer şövalyelerin yanında Yuvarlak Masa’ya oturan kadın savaşçı sayısı artıyor. Bu elbette ki Ortaçağ’ın gerçekliğinin bir sonucu değil. Bunu daha çok Batılı toplumlarda silahlı güçlerin (doğrudan muharebe birlikleri de dahil olmak üzere) kadınlara daha fazla yer açmasıyla ilişkilendirmek gerekir. Buna paralel olarak uzun süre neredeyse sadece erkeklerin tekelinde bulunan futbol gibi kolektif spor dallarında da kadınların sayısının tedrici olarak arttığını (özellikle Anglo-Sakson ülkelerde) vurgulamak lazım.

 


 

Savaşçılar ve Pasifistler

SC: Fantezi dünyası, tıpkı comic’lerinki gibi, bir hayli savaşçı ve şiddetli. Buna karşın, Greenpeace’ten Campaign for Nuclear Disarmament’a kadar çok sayıda pasifist topluluğun militanları veya özellikle ABD tarafından yürütülen savaşlara karşı çıkan aktivistler, belli başlı eserler üzerinden fantezi edebiyat evrenine göndermeler yapıyor. Burada bir paradoks yok mu? “Savaşa karşı savaş” yürütmek isteyen bu militanlar, tam da savaşçıları konu alan bu hikâyelere nasıl bir işlev atfediyor?

WB: Bu evrenlerin savaşçılığı büyük oranda yüzeyde. Şöyle anlatayım: Yüzüklerin Efendisi’nde gerçekten bir savaş anlatılsa da başlıca kahramanların savaşçı herhangi bir yönü yok. Frodo bir “gentleman farmer” iken, birçok insan için gerçek kahraman olan Sam bir bahçıvan. Zaten hobbitler de Tolkien tarafından düzenli orduya sahip olmayıp çok nadiren dış politikayla ilgilenen kişiler olarak tarif ediliyor. Comic’lere gelice, iyi bir süper kahraman hikâyesi her zaman bir veya birkaç epik çarpışma içerir. Fakat çoğu kez karşı karşıya gelenlerin kuvveti ve devreye soktukları güçler ne olursa olsun, ölen olmaz (ve nadiren ciddi bir yaralanma söz konusu olur). Hatta bu kahramanların büyük çoğunluğu çıplak elle yahut öldürücü olmayan silahlarla savaşır: Hulk ve yumrukları, Thor ve çekici, Kaptan Amerika ve kalkanı, Wonder Woman ve kementi… Esasında tüfek veya pençe gibi öldürücü silahlarla donanmış süper kahramanlar hayli azdır, daha geç dönemde yaratılmışlardır ve her zaman muğlak karakterlerdir, Punisher, Wolverine veya Cable gibi; son derece özgün bir vaka olan Deadpool’dan söz etmiyorum bile.

 

 

Bununla birlikte fantezinin, süper kahramanlardan da fazla ve kimi zaman abartıya kaçarak savaşçı, şövalyemsi ve erilliği yücelten bir evren tasvir ettiğini inkâr etmek mümkün değil ve bu da kimi zaman aşırı sağcı gruplar tarafından bu imgelerin yeniden kullanılmasına yol açıyor. Ancak burada söz konusu olan özellikle sanayi-öncesi çağlarda yürütüldüğü veya en azından hayal edildiği biçimiyle bir savaşı sahneye koymak, erkeklerin cesaretle kılıçla veya beden bedene eşit biçimde karşılaştığı bir savaş. Dolayısıyla fantezinin bize gösterdiği savaş, idealleştirilmiş bir “geçmiş zaman” nostaljisiyle birlikte, çoğu zaman uzmanlar tarafından uzaktan yürütülen ve yıkıcı teknolojiyi seferber eden çağdaş savaşların bir reddiyesini geliştirir.  

 

İklim Krizinin Etkisi

SC: Fantezinin yanı sıra kimi comic’ler hatta Arthur miti sıklıkla ekoloji çerçevesinde okunuyor ve bu yorumlar dünya kapitalizminin yıkıcı deliliği sonucu dünyanın ve nüfusun geniş kesimlerinin yok oluşu kaygısına dayanıyor. Ki aslında bu da pek yeni sayılmaz çünkü Winter is Coming kitabınızda “Anglo-Sakson ülkelerde, 1960’lı yıllar fantezi alanında net bir gelişime tekabül ediyor ve çok sayıda yazar ekolojik söylemin damgasını vurduğu evrenler yaratıyor” diyorsunuz. Daha yakın zamanda ise ekoloji hareketlerinde Taht Oyunları’na göndermeler görüyoruz. Bu kurguların (kimi zaman yazarın söylemiyle çelişik olsa dahi) ekolojist okumalarından ve edebi veya sinematografik eserlerin siyasal hareketlere dahil oluş biçimlerinden söz eder misiniz?

WB: Evet. Bence konunun güncelliği itibariyle ekolojik duruma ilişkin imalar çağdaş popüler kültürde giderek artıyor. Son dönemde çıkmış olan Avengers: Endgame’e bakarsak (2019), bu filmin nüfusun yarısını yok eden dünya (hatta evren) çapında bir felaket sonrasında geçtiğini görürüz. Sonuç, hayvanlar geri geliyor (Hudson’da tekrar balinalar var diyor Kaptan Amerika) ve hayal kırıklığına uğramış kimi kahramanlar emekli olup kırsala gidiyor yahut bahçıvanlık yapmayı veya balık tutmayı öğreniyor.

Fantezi alanındaysa bu çok daha eski bir olgu. William Morris’in romanlarında tasvir edilen kır manzaraları İngiltere’yi 19. yüzyılın sonunda kangren eden sanayiye karşı hayalî bir karşıtlık oluşturuyordu. Fakat yeni olan, bu harikulade diyarların ekolojist siyasi gruplar tarafından spontane biçimde militan amaçlı kullanımıdır. Bu, 1970’li yılların ortasında Greenpeace aktivistlerinin Tolkien’e göndermede bulunmasıyla başlıyordu. Aynı zamanda Almanya veya Fransa’da nükleer karşıtı kampanyalarda Asteriks çizgi romanları yazıları değiştirilerek kullanılıyordu. Bugün aynı olgu Taht Oyunları ile devam ediyor. 1990’lı yılların başında G.R.R. Martin romanlarını yazarken Batıdiyar’ı [Westeros] koruyan Duvar’la veya Akgezenlerle küresel ısınmaya imada bulunmayı düşünmüyordu. Bu mesele o dönem henüz çok gündemde değil (Kyoto Protokolü 1997’de, bu diziye ilham kaynağı olacak roman dizisinin ilki yayınlandıktan bir sene sonra imzalanır). Esasında 2010’lu yılların başında Taht Oyunları’nın iklim krizinin bir metaforu olduğunu iddia edenler dış analistler, gazeteciler veya daha geniş biçimde dizinin izleyicileri olmuştur. Bu bakış da bence dizinin senaristlerini etkilemiştir ve romana göre, böyle bir yoruma müsait olacak biçimde ciddi çapta değişiklikler yapılmıştır.

 

 

 

Bu oldukça çarpıcı bir fenomen, sanki halkın hayalî evren üretimini ele alışına tanık alıyoruz. Benzer bir durumu süper kahramanlarla da görüyoruz. Bir hikâye hoşlarına gitmediği zaman veya kendileri için önemli görünen bir dizi iptal edildiğinde fanlar sosyal medya üzerinden yayıncılara basınç uyguluyorlar. Bu seferberliklerin çoğu zaman hiçbir siyasi içeriği olmayabiliyor, ama mesela bir LGBT karakteri işleyen bir comic serisinin yayınının durdurulmasına tepki göstermek söz konusu olduğunda böyle bir nitelik de taşıyabiliyor.

 

Kahramanlık Yapısı Değişiyor

SC: Fanteziyi, comic’leri veya mitleri düşündüğümüzde aklımızda genelde (süper) kahramanların İyiliği canlandırdığı son derece maniheist dünya imgeleri vardır. Bu imgenin aksine siz kitaplarınızda siyasal söylemin çok daha karmaşık olduğu eserlerin veya daha müphem, kontrastlı hatta rahatsız edici kahraman figürlerinin (Wolverine, Punisher) varlığından söz ediyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Sözünü ettiğiniz örneklerden biri, “Machiavelli ile buluşan ve realpolitik tarafından yönetilen bir olağanüstü dünya doğuran fantezi” olarak tanımladığınız G.R.R. Martin’in Demir Taht’ı. Bu çelişkili, kendi içinde gölgesini de taşıyan ve siyasal okunuşu daha muğlak, daha karmaşık olan eserler veya karakterler bugün neden daha geniş bir kitle için cazip hale geliyor.

WB: Kesin bir cevap veremeyeceğim karmaşık bir mesele bu. Bence, ki bu söyleyeceklerim basit ve tamamen tartışmaya açık varsayımlardır, bu konu dipten gelen birkaç harekete tekabül ediyor. Öncelikle ABD dahil olmak üzere Batı’da genelleşmiş biçimde dinî duygularda gerileme yaşanıyor ve bu durum tektanrılı dinlere özgü maniheizmin reddiyesini getiriyor. Mesela Taht Oyunları’nda hiçbir dış doğaüstü güç müdahale etmiyor, görünür hiçbir Kötülük figürü söz konusu değil. Sorunları yaratanlar insanlar ve bunu kurdukları iktidarla yapıyorlar. Bu gelişimde belki 19. ve 20. yüzyılın siyasetini kalıcı olarak etkilemiş büyük ideolojik anlatıların tükenişinin etkilerini de görebiliriz. Bu olgu aynı zamanda bilime ve ilerlemeye olan mutlak inancın sona erişiyle de paralellik içinde ele alınmalı. Bu da bilhassa sanayileşmenin ve aşırı tüketimin yıkıcı etkilerinin yanı sıra otoriter rejimler veya bugün büyük internet şirketleri tarafından kontrol ve propaganda tekniklerinin kullanımına dair bilinçlenmeyle meydana gelmiştir.

İlk comic yazarları gibi, özü itibariyle iyi olacak kahramanların bilimsel araçlarla baştan aşağı yaratılabileceğine inanmak artık mümkün değil. İlk kez 1941’de karşımıza çıkan Kaptan Amerika’nın durumudur bu. Ayrıca “bilimsel” olarak mükemmel bir rejim yaratılabileceğine de inanmak mümkün değil günümüzde. Bugün süper kahramanlar bilimden istifade eden karakterlerden ziyade onun kurbanı olarak resmediliyor daha çok (Wolverine, Deadpool).

Bu açıklamalara bir de Batı’nın ve daha da çok ABD’nin merkezî konumunun sona erişini eklemek isterim. Bu hiç şüphesiz ikili bir dünya görüşünün (“biz”e karşı “onlar”) reddedilmesini getiriyor ve daha karmaşık bir yaklaşıma elverişli, farklı bakış açılarının sahneye konduğu anlatılara yol açıyor. Mesela fantezide Orklar ve ejderhalar canavar statüsünden kendi başına birer karakter olmaya evrildiler. Taht Oyunları’nda Duvar’ın arkasındakiler salt bir yıkım arzusuna sahip düşmanlar olarak değil, rasyonel ve açıklanabilir nedenlerle hareket eden aktörler olarak tasvir ediliyor.

Tüm bu unsurları yan yana koyarsak bence dünyayı ve kahramanları ikili karşıtlık içinde tasvir edemeyeceğimiz bir duruma geliyoruz. Farklı bakış açıları göz önünde bulundurulmalı, dünün uzlaşmazlarının bugün artık daha karmaşık motivasyonları var.

popüler kültür, kitle kültürü