İnsanlar Neden Sahte Haber Paylaşıyor?

Chelsea Beck, National Public Radio için illüstrasyon, www.chelseadrewthis.com

 

“Sahte haber” [fake news] terimi bilim çevrelerinde bir süredir çeşitli içerik türlerini tarif etmek için kullanılıyor. Birkaçını sayacak olursak, The Onion gibi hicvî haber siteleri, oynanmış fotoğraflar, uydurma haberler, propaganda ve basın bültenleri.[1] 2016 ABD Başkanlık seçimleri sırasında “sahte haber” tanımlaması, önce, çevrimiçi haber sitelerinin yerleşik görsel tasarımını taklit eden, ama yegâne varlık sebebi Amerikalıların seçime olan ilgisinden yararlanıp reklam geliri elde etmek olan, sansasyonel bilgilerle dolu ucuz web siteleri için kullanıldı.[2] Terim sonra, ideolojik taraflılığı belli olsa da illa asılsız haberlere vermeyen, Breitbart, Daily Caller, Occupy Democrats gibi aşırı taraflı haber sitelerini de içermeye başladı.[3] Daha sonra, o sırada henüz Başkan adayı olan Donald Trump, bu terimi kendi aleyhinde yapılan ana-akım medya haberleri için kullandı. “Sahte haber” terimindeki tek sorun, analitik açıdan kullanışsız olmasına sebep olacak kadar değer yüklü ve belirsiz olması değil; beyaz üstünlükçü, yabancı düşmanı, anti-Semitik fikirlerin ana-akıma karışmasında payı olan, aşırı-sağ gruplarca üretilmiş politik meme’ler, YouTube videoları ve podcast’ler gibi diğer sorunlu enformasyon türlerini içermemesi de önemli bir sorun.[4]


 

Hicvî haber sitesi The Onion’dan bazı başlıklar (Erişim tarihi: 25.08.2018)


 

Donald Trump’ın kendisiyle ilgili olumsuz haberleri “sahte haber” olarak tarif ettiği  tweet’lerinden biri. Kaynak: https://www.dailydot.com

 

“Sahte haber” ne anlama gelirse gelsin, tipik olarak, haberleri televizyon veya gazete yerine sosyal platformlar üzerinden almanın yol açtığı demokratik sonuçlar konusundaki endişelerle bağı var. Bu yüzden Facebook ve Twitter gibi platformlar, “sahte haberler”in yayılmasındaki, kolaylaşmasındaki, hatta teşvik edilmesindeki rolleri nedeniyle ağır eleştirilere konu oluyor.[5] Fakat bugün haberler, dijital ağlardaki kesintisiz bilgi akışının unsurlarından sadece bir tanesi. İnsanların bir hikâyeye inanma ihtimalleri, o hikâyeyi kimin yayınladığından ziyade kimin paylaştığına bağlı.[6] Dahası, “sahte haberler” veya aşırı-taraflı hikâyeler, özellikle sağ kesimde, kolektif kimliği pekiştiren ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet anlatılarını kuvvetlendiriyor.[7] Sahte haberlerin paylaşılmasına, grup kimliğinin kendini sunması ve pekiştirilmesi bağlamında bakmak gerekiyor.

Veri doğrulama siteleri ve medya okur-yazarlığı kampanyaları, internet kullanıcılarını medya elitlerinin insafına kalmış kültürel ahmaklar yerine koyan bir varsayımdan yola çıkıyor: Buna göre, insanlar doğru olmadığını bilseler sahte haberleri paylaşmazlardı. Fakat bu, 20. yüzyılın ilk yarısında rağbet gören, medya etkisini “sihirli mermi” modeliyle açıklayan yaklaşımın yeni bir türünden ibaret. Bu teoriye göre medya mesajları, “iletişimsel uyarıcıları pasif biçimde alımlayan ve onlara temelde aynı şekilde tepki gösteren dinleyicileri büyüleme gücüne sahip birer sihirli mermi” gibidir.[8] İletişim incelemeleri alanında, medya etkileri kuramına ilişkin değerlendirmelerde 1930-1950’lerin propaganda araştırmacılarının genelde “sihirli mermi” veya “hipodermik şırınga” teorisine bağlı kaldıkları kabul edilir. Sihirli mermi teorisinin üç temel varsayımı vardır: (i) insanlar –izleyiciler– farklılaşmamış bir kitle oluşturur; (ii) medya bütün insanları aynı şekilde etkiler; ve (iii) ister bir deterjanın satın alınmasını isterse bir siyasi partinin desteklenmesini sağlamak olsun, medya mesajı, yaratıcılarının amaçladığı etkiyi uyandırır.

Ampirik ve deneye dayalı araştırma çerçevelerinde, medyanın uzun süreli veya tutarlı etki bıraktığına dair kanıt bulunamadığından, sihirli mermi teorisi araştırmacılar arasında kısa bir süre sonra gözden düştü.[9] Örneğin Lazarsfeld ve Merton, kitlesel medyanın ikna edici etkisi olabilmesi için, aynı görüşü paylaşan biriyle yüz yüze ve olumlu temasla tamamlanması gerektiğini bulgulamışlardı.[10] Birçok davranış araştırması da, medya uyarıcılarının etkisinin önemsiz veya geçici olduğunu gösteriyordu.[11] Bu bakış açıları, sihirli mermi teorisinde öne sürülenin aksine, medyanın etkisinin düşük düzeyde olduğuna işaret etmiş, bu da medya incelemelerinde “sınırlı etki” modelini doğurmuştu. Fakat “sınırlı etki” teorileri de, Todd Gitlin gibi eleştirel araştırmacılar tarafından ağır eleştirilere konu edildi. Gittlin’e göre bu teorilerin medya izlenmesi ile sonuçlar arasında doğrudan nedensel ilişki bulamaması, medyanın gücünü göz ardı etmelerinden kaynaklanıyordu: “toplumsal ve siyasi faaliyette neyin normal neyin anormal olduğunu tanımlama; neyin siyaseten gerçek ve meşru olduğunu belirleme; iki taraflı siyasi yapıyı meşrulaştırma; toplumun dikkatini çekecek belirli siyasi gündemleri yerleştirip başka gündemleri kısıtlama, yönlendirme veya dışlama; muhalif hareketlerin imajını şekillendirme” gücü.[12]

Daha yakın geçmişte araştırmacılar insanların medyayla faal ilişkisini anlamaya çalıştılar. “Aktif izleyici” teorisinin temel aldığı birkaç paradigma vardı: Britanya kültürel çalışmalar ekolü;[13] iletişim incelemelerindeki “kullanımlar ve doyumlar” geleneği;[14] ve izleyiciyi farklılaşmamış bir kitle olarak ele alma fikrine karşı çıkan izleyici araştırmacıları.[15] Yeni “aktif izleyici” paradigması, bireysel konumsallık, toplumsal bağlam, ve kitle iletişim araçları üzerinden ifade edilen hegemonik ideolojiler arasındaki ilişkiye dair derinlemesine analizlerle, insanların medyadan nasıl anlam çıkardığını inceliyordu. Bu tür niteliksel çalışmaların en sağlam örnekleri, bireysel faillik ile kitle iletişim araçlarında ifade edilen hegemonik iktidar arasındaki etkileşimi irdeliyor; en zayıf örnekleri ise, medya metinlerini özü gereği çokanlamlı ve her türlü yorumlayıcı direnişe açık ifadelermiş gibi gösteriyordu.

1990’larda kültürel çalışmalar alanındaki araştırmacılar genel bir “izleyici” modelinden uzaklaşıp, yaygın olarak akılsız veya hastalıklı insanlar olarak tasvir edilen “hayran kitlesi” kavramını yapıbozuma uğratarak, hayranların bazı medya türlerine duygulanımsal yatırımda bulunduğunu öne sürdüler. Bu çalışmaların birçoğunda, hayranlığın katılımcı niteliği vurgulanıyordu: Hayranlar sadece içeriği tüketmekle kalmıyor, orijinal içerikten hareketle yarattıkları sanat, film ve kurgularda kendi içeriklerini de üretiyorlardı. İnternetin doğuşuyla beraber bu süreçler, bilgisayar dolayımlı iletişimden çok daha önce de derin ağlar oluşturup üretken olan hayran kültürlerinin ötesine taşındı. İnternet, bir hayran kitlesi mensubu olsun ya da olmasın herkesin kendi medya türlerini yaratmasını, kitle iletişim araçları üzerine yorumda bulunmasını, ve Wikipedia ya da yurttaş gazeteciliği gibi projelerde işbirliği yapmasını kolaylaştırdı. Böylece hayranların çevrimiçi üretkenliği herkesi kapsayacak şekilde genişledi. Bu eşitlikçi katılım biçimlerinin önündeki yegâne engel, hızla değişen bir dünyada denetimi korumaya çalışan telif hakkı yasaları, yayın aracı şirketleri vb. idi.

Çevrimiçi katılıma ilişkin ilk çalışmaların birçoğu, internetin ilk zamanlarını “genişlemiş hayran kitleleri” olarak tanımlayan ütopyacı yaklaşımı yansıtıyordu.[16] Ancak günümüzde internet araştırmacılarını ilgilendiren asıl konu büyük medya şirketleri değil, veri madenciliği işlemleri, hükümet gözetimi, ve Google ile Facebook gibi dev platformlar. Yine de, aktif izleyici ve katılımcılık paradigmaları, bir sahte haberin veya Youtube videosunun kaç kişiye ulaştığını görmenin yeterli olmadığına işaret ediyor: İzleyenlerin bunlarla ne yaptığını da anlamamız gerek.

  

İnsanlar Neden “Sahte Haber”leri Paylaşıyor?

İnsanların neden sahte haber paylaştıklarını tam olarak anlamak için, üç bölümden oluşan “sosyo-teknik” bir medya etkileri modeli kullanmamız gerek: birincisi, insanlar bilgiden toplumsal konumları, kimlikleri, söylemsel kaynakları ve beceri kümeleri temelinde anlam çıkarırlar; ikincisi, medya mesajları çoğunlukla, malların tüketimini artırmak, bir web sitesinde geçirilen zamanı artırmak veya bir siyasi görüşü desteklemek gibi çeşitli gündemleri kolaylaştırmayı sağlayacak belirli biçimlerde yapılanmıştır; üçüncüsü, medya tüketiminin maddi araçları (gazete, kablolu televizyon veya sosyal medya), hem anlam çıkarma hem de mesaj iletme süreci üzerinde etkili olan belirli teknik imkânlara sahiptir. Başka deyişle, insanlar medyadan anlam çıkarabilir, nitekim çıkarırlar da, ama her anlamı çıkaramazlar. Ağ tabanlı ortamlarda bu durum, hem ağa bağlı diğer insanların varlığıyla, hem de sosyal medyayı yönlendiren algoritma ve reklamcılık modelleriyle, iyice karmaşık bir hal alır.

 “Sosyo-teknik” model çerçevesinde kendi yürüttüğümüz araştırma kapsamındaki bulgularımızı bu üç başlık altında şöyle özetleyebiliriz:

1. Aktörler: Belli bir konuda taraflı olan Amerikalılar, mevcut inançlarını destekleyen ve kimliklerini kendi benzerlerine belli eden sahte haberleri paylaşıyorlar.

2. Mesajlar: İstenen sonuca ulaşan sorunlu enformasyon, ana-akım muhafazakâr medyada yer alan “derin hikâyeler” üzerine geliştiriliyor veya parti sınırlarını aşan duygulara hitap edecek çokanlamlı içeriğe başvuruyor.

3. İmkânlar: Algoritmik görünürlük ve sosyal paylaşım, sorunlu enformasyonun ölçeğini ve yayılımını çok büyük oranda artırıyor.

Bu model, “sahte haberler”le mücadele etmek için önerilen iki başat çözümü zora sokuyor: veri doğrulama ve medya okur-yazarlığı.

  

 

Facebook’un Türkiye’de teyit.org ile birlikte hayata geçirdiği “üçüncü taraf haber doğrulama programı”yla ilgili tanıtım. Kaynak: https://sivilalan.com/

 

Veri Doğrulama

Veri doğrulama, insanların doğru bilgiye ulaştıklarında fikirlerini değiştirecekleri varsayımına dayanır, bu da pasif bir izleyici modeline işaret eder. Buna göre, bir izleyici sahte bir haber okuduğunda ona inanacak, haberdeki verilerle çelişen gerçekler kendisine sunulduğunda ise fikrini değiştirecektir. İzleyicinin kendi failliği ve eğilimleri bu modelde tamamen devredışıdır. Birçok toplumsal ve kültürel etkeni göz ardı eden bu varsayım ampirik kanıtlarla da desteklenmemektedir. Hatta veri doğrulamanın, tam tersi bir etki yaratarak bazı hikâyelerin “yapışmasına” sebep olduğu durumlar olabilir. Gordon Pennycook ve ekibinin bulgularına göre mesajlar tekrarlama üzerinden pekişiyor; insanlar sahte haber başlıklarını ne kadar sık görürse, doğru olduğunu düşünme ihtimalleri de o kadar artıyor. Haberin, yalanlanmak amacıyla tekrarlandığı durumlarda bile geçerli bu durum.[17] Nyhan ve Reifler’in bulgularına göre ise insanlar dünya görüşlerine ters düşmesi halinde haberlerde yapılan düzeltmeleri reddetmekle kalmıyor; düzeltme, “ters tepme etkisi” yaratarak, yanlış kanaatlerine olan inançlarını daha da güçlendirebiliyor.[18] Bazı durumlarda da insanlar veri doğrulamaya “liberal taraflılığın” kanıtı olarak bakıyor.

 

Medya Okur-Yazarlığı

Medya okur-yazarlığı, yani “aldığımız ve oluşturduğumuz mesajlar üzerine aktif sorgulama ve eleştirel düşünme”,[19] “sahte haberler”le mücadelede bir çözüm olarak öneriliyor.[20] Ancak, araştırma modelimizin gösterdiği gibi insanlara medya okuma yetilerini geliştirecek beceriler kazandırmak, sahte haber paylaşımı sorununa kesin çözüm olmayacaktır. Francesca Tripodi’nin araştırmasına katılanlar, son derece gelişmiş bir metin eleştirisi modeline vâkıf olmalarına rağmen, ana-akım medyanın yanlı veya “sahte” olduğu yolundaki inançları nedeniyle aşırı-taraflı veya karşı-olgusal çevrimiçi kaynaklara yöneliyorlar. Dahası pek çok durumda önemli olan, bir haberin doğruluğundan ziyade duygusal çekiciliği. Sahte haber paylaşanların, yanlış olduğunu bilmelerine rağmen sırf kimlik-belirtici özelliklerinden ötürü haberi paylaşmayı seçtikleri birçok örnek mevcut.

Medya okur-yazarlığı, sorunlu haberleri yapısal (ve çevrimiçi içerikte temel alınan ekonomik modelin pekiştirdiği) bir sorun olarak ele almak yerine, bilginin doğruluğuna karar verme sorumluluğunu bireye yüklüyor.[21] Araştırmalar, kapsamlı medya okur-yazarlığı eğitiminin bile öğrencilerin çevrimiçi bilgiyi isabetle değerlendirme becerileri üzerinde fazla etkisi olmadığını gösteriyor; sorunlu web sitelerinin, saygın çevrimiçi kaynaklardaki meşruiyet göstergelerini taklit etme becerisi de cabası.[22]

 

Sonuç

“Sahte haberler” daha geniş bir medya ekosisteminin parçası olarak ele alınmalıdır. Algoritma ve reklam sistemlerinin, sorunlu içerikleri teşvik etme veya özendirme biçimlerini mercek altına almamız, aşırılıkçı içeriklerin ne sıklıkta ortaya çıktığını dikkatle incelememiz gerekir. Medya okur-yazarlığı ve veri doğrulama girişimleri, bütün iyi niyetlerine rağmen, halihazırda aşırı ölçüde kutuplaşmış ve medyaya güvenini kaybetmiş bir toplumda sahte haber sorununa çare olmayabilir.

Sahte haber sorununu çözmek için, sahte haberlerin etkilerini sosyo-teknik çerçevede ele almak gerekiyor. Sahte haber yalnızca mevcut kutuplaşmanın yarattığı bir sorun değil; yalnızca çevrimiçi reklamlara ve algoritmik hedeflemeye bağlı bir sorun değil; yalnızca aşırı sağın yükselişiyle veya Fox News gibi kanalların popülerliğiyle ilgili bir sorun değil. Sahte haberlerin yaygınlaşmasının tek sebebi, geleneksel gazeteciliğe olan güvenin kaybolması, veya haberlerin sosyal paylaşım modeliyle alınmaya başlaması değil. Sorun bunların tümünün birleşimi. İnsanların neden sahte haber paylaştığını anlamakla kalmayıp, sahte haberlerin etkisini nasıl azaltabileceğimizi görmek için, daha bütünsel bir yaklaşıma ihtiyacımız var.

 

Alice E. Marwick’in Georgetown Law Technology Review dergisinde yayınlanan “Why Do People Share Fake News” başlıklı yazısından seçilmiş bölümlerin çevirisidir. Araştırma yazısının tamamını okumak için bkz. fake_news.pdf 



[1] Edson C. Tandoc, Jr. et al., Defining “Fake News” A Typology of Scholarly Definitions, 6 DIG. JOURNALISM 137, 5, 5–11 (2017).

[2] Craig Silverman & Lawrence Alexander, How Teens In The Balkans Are Duping Trump Supporters With Fake News [https://perma.cc/7TKF-8PWA]. 

[3] Yochai Benkler et al., Study: Breitbart-Led Right-Wing Media Ecosystem Altered Broader Media Agenda [https://perma.cc/8RWA-MR4J].

[4] Alice E. Marwick & Rebecca Lewis, Media Manipulation and Disinformation Online

[7] Francesca Polletta & Jessica Callahan, Deep Stories, Nostalgia Narratives, and Fake News: Storytelling in the Trump Era, 5 AM. J. CULTURAL SOC. 392 (2017).

[8] J. Michael Sproule, Progressive Propaganda Critics and the Magic Bullet Myth, 6 CRITICAL STUDS. MEDIA COMM. 225, 225 (1989).

[9] Kevin Arceneaux & Martin Johnson, More a Symptom Than a Cause: Polarization and Partisan News Media in America, in AMERICAN GRIDLOCK: THE SOURCES, CHARACTER, AND IMPACT OF POLITICAL POLARIZATION 309 (James A. Thurber & Antoine Yoshinaka eds., Cambridge U. Press 2015); Lowery & DeFleur, supra note 14.

[10] Paul F. Lazarsfeld ve Robert K. Merton, Mass Communication, Popular Taste, and Organized Social Action, MEDIA STUDS. 18 (1948).

[11] STAIGER, supra note 28.

[12] Todd Gitlin, Media Sociology: The Dominant Paradigm, 6 THEORY & SOC’Y 205 (1978).

[13] JOHN FISKE, TELEVISION CULTURE (Routledge, 2d ed. 2011) (1987); Stuart Hall, Encoding and Decoding in the Television Discourse (1973), yeniden basım CULTURE, MEDIA, LANGUAGE: WORKING PAPERS IN CULTURAL STUDIES 1972–79 128 (Stuart Hall et al., 1980); DAVID MORLEY, THE NATIONWIDE AUDIENCE: STRUCTURE AND DECODING (1980).

[14] Tamar Liebes & Elihu Katz, Patterns of Involvement in Television Fiction: A Comparative Analysis, 1 EUR. J. COMM. 151 (1986); Denis McQuail et al., The Television Audience: A Revised Perspective, in SOCIOLOGY OF MASS COMMUNICATIONS (Denis McQuail ed., 1972), reprinted in MEDIA STUDIES: A READER 271, 284 (Paul Marris & Sue Thornham eds., 2d ed. 1996).

[15] IEN ANG, DESPERATELY SEEKING THE AUDIENCE 2 (2006); Virginia Nightingale, What’s Happening to Audience Research?, 39 MEDIA INFO. AUSTL. 18, 18–20 (1986).

[16] HENRY JENKINS, MIZUKOH ITO & DANAH BOYD, PARTICIPATORY CULTURE IN A NETWORKED ERA 3 (2016).

[18] Brendan Nyhan ve Jason Reifler, When Corrections Fail: The Persistence of Political Misperceptions, 32 POL. BEHAV. 303, 303-330 (2010).

[19] Renee Hobbs & Amy Jensen, The Past, Present, and Future of Media Literacy Education, 1 J. MEDIA LITERACY EDUC. 1 (2009).

[20] Monica Bulger ve Patrick Davison, The Promises, Challenges, and Futures of Media Literacy, DATA & SOC’Y RES. INST. (21 Şubat 2018).

[21] A.g.e.

[22] Sam Wineburg & Sarah McGrew, Lateral Reading: Reading Less and Learning More When Evaluating Digital Information (Stanford Hist. Educ. Group, Working Paper No. 2017-A1, 2017)