Neoliberal Sosyalizm

Aşağıdaki metin, William Davies’in Guardian’da yayınlanan “How Friendship Became a Tool of the Powerful” başlıklı yazısının ikinci bölümünden kısaltılarak çevrilmiştir. Fotoğraflar: www.washingtonpost.com

 

İrtibat Bağımlılığı

Geçtiğimiz on yıl içinde, dijital medyanın –özellikle de sosyal medyanın– her yerdeki varlığı, bir medya histerisinin önünü açtı. Genç kesimin giderek daha da narsist olmasının, bağlayıcı ilişkiler kuramaz veya interaktif olmayan hiçbir şeye odaklanamaz hale gelmelerinin sorumluluğu internete veya Facebook’a yüklenebilir. Gerçekten de sosyal medyayı takıntılı biçimde kullanan insanların daha benmerkezci, teşhirciliğe ve büyüklenmeci davranışlara daha yatkın olduklarını gösteren bazı kanıtlar var. Fakat teknolojiye, insanlarda psikolojik ve nörolojik bozulma yaratan bir nevi virüs muamelesi etmektense, bir adım geri gidip burada işleyen daha geniş çaplı kültürel mantık üzerine düşünmekte yarar var.

Sosyal medyayı bağımlılık derecesinde zorlayıcı kılan nedir? Beraberinde getireceği bütün hayal kırıklıklarından ve yükümlülüklerden arıtılmış bir sosyal hayat deneyimi. Akıllı telefonlarını ellerinden bırakamayan insanlar, imajlarla veya ıvır zıvırla sadece bunların kendisi için iştigal etmiyor, can havliyle şu veya bu biçimde bir insani etkileşim arıyorlar – ama kendi kişisel bağımsızlıklarına dokunmayacak bir etkileşim.

Sosyal medya bağımlısında gördüğümüz şey, insani ilişkileri ancak verdikleri psikolojik haz çerçevesinde tahayyül edebilen bir toplumun daha patolojik boyutu sadece. Bir akşam yemeğinde sözümona arkadaşının anlattıklarını dinlerken Facebook sayfasına bakmak için yanıp tutuşan bir kişi, insanların varlık gerekçesinin her an birbirlerinin egosunu tatmin etmek ve olumlamakla sınırlı olduğu bir yaşam felsefesinin kurbanıdır. Bu durum ister istemez kısır döngülere yol açar: Toplumsal bağ, bu en düşük psikolojik düzeye indirgendi mi, insanın aradığı tatmini bulması giderek daha da zorlaşır. Başka insanları kendi tatmininin araçları olarak görmek, dostluğun, sevginin ve diğerkâmlığın en temel etik ve duygusal hakikatlerinin reddidir.

 

 

 

 

 

 

 

Bu benmerkezci sosyallik fikrinde hesaba katılmayan önemli bir gerçek, hiç kimsenin (en azından neredeyse hiç kimsenin) sürekli ilgi odağı olup övgü toplamasının mümkün olmaması. Nitekim Facebook’ta bu durum açıkça görülüyor. Abartılı başarı veya olumlu imaj gösterilerinin durmaksızın aktığı Facebook, çoğunlukla insanların kendileri ve sürdükleri hayat hakkında kendilerini kötü hissetmelerine yol açıyor. Ağların matematiği uyarınca, çoğu insanın ortalamanın altında arkadaşı olabilirken, sadece çok az sayıda insanın ortalamadan fazla arkadaşı olabilir. Bu aşağılık duygusunu telafi etmek üzere, herkes başarıları veya olumlu yönleri hakkında kendi abartılı teşhirlerini yayarak ötekinin bakışının peşinde koşar, böylece toplu bir kısır döngü iyice pekişir. Pozitif psikoloji uzmanlarının hevesle vurguladığı gibi, dinleme ya da empati kurma beceriksizliği depresyonun önemli unsurlarındandır.

Mutluluk, bireyci bir toplumun sunduğu ilişkiler kadar benmerkezci ve hazcı olmayan ilişkiler kurmakta yatıyorsa, Facebook ve benzeri sosyal medya biçimlerinin mutluluk reçetesi olabilmesi çok zor. Sosyal medyanın, daha sağlam, daha doyurucu sosyal ilişkiler tesis etmeye yönelik özgül bazı kullanımları olabilir. Bir grup pozitif psikoloji uzmanı, hangi tür sosyal ilişkilerin daha fazla mutluluğa götürdüğü konusunda kendi saptadıkları verilerden hareketle yeni bir sosyal medya platformu kurdu: Happier, ruh sağlığının en önemli unsurları olarak kabul ettiği şükran ve cömertlik ifadeleri üzerine kurulu bir platform.

Sosyal ağları insanlara daha fazla mutluluk verecek şekilde yeniden tasarlama yönündeki bu tür girişimlerde sorgulanmayan nokta, bütün bunların altında yatan mantık: İlişkilere, bireysel esenliği en yüksek düzeye çıkarma güdüsüyle, yaratılacak, yatırım yapılacak ve –potansiyel olarak– vazgeçilebilecek şeyler olarak bakılıyor. İlişkileri, stratejik bir yaklaşımla, pozitif duygular hissetmenin aracı olarak görmenin daha da vahim boyutu, bir ilişkinin kişiye sunduğu ruhsal değerle tartılması. İnsan, arkadaşlarının etraflarına yeterince haz veya mutluluk yaymadığını görüyorsa, “arkadaş listesi”ni “gözden geçirmesi” gerekebilir.

 

Neoliberal Sosyalizm

Aşırı derecede bireyci bir toplumda yaşıyoruz. Piyasalar her şeyi bir tür bireysel hesaba ve bencilliğe dönüştürüyor. Arkadaşlık ve diğerkâmlıkla ilişkili değerleri yeniden kazanamadığımız takdirde toptan bıkkınlık haline sürükleneceğiz.

Bu tür iddialar, asırlardır kapitalizme ve piyasalara yönelik eleştirilere kaynaklık etti. Piyasaların kapsamını daraltmaktan, kapitalist sistemin toptan revize edilmesine kadar envai çeşit reform talebine zemin oluşturdu. Bugün de aynı şikâyetleri duymak mümkün – ama çok farklı kesimlerden. Artık piyasanın bireyci ve maddiyatçı varsayımlarına saldıranların başında, pazarlamanın, davranışsal ekonominin, sosyal medya ve işletmenin pîrleri geliyor. Ama onların önerdikleri, sosyalleşmenin her şeyden önce bireyi tıbbi, duygusal ya da parasal kazanca götürecek bir araçtan ibaret olduğu, bambaşka bir bireysel psikoloji ve davranış kuramı.

İş dünyasının, medyanın ve politika yapıcıların ağız birliği ederek sosyalliği göklere çıkardığı mevcut durumu “neoliberal sosyalizm” olarak adlandırabiliriz. Paylaşmak satmaya tercih edilebilir, yeter ki egemen şirketlerin mali çıkarlarını zedelemesin. İnsanların manevi yanlarına ve diğerkâmlık duygularına hitap etmek, onları hiçbir söz haklarının olmadığı gündemlere doğru yöneltmenin en iyi yolu oldu. Markaları ve davranışları, para hiç el değiştirmeden, sosyal bulaşıcılıkla yaymak mümkün. Empati de ilişkiler de teşvik edilebilir, ama sadece mutlu insanların temrin ede ede kazandığı özel huylar olarak. Dostluk gibi, vaktiyle ekonomi mantığının dışında yer alan her şey şimdi sessiz sedasız bu mantığa dahil ediliyor.

Peki bu tuzaktan nasıl kurtulacağız? Doktorların önerdiği “sosyal reçete” cazip görünüyor: Kişilerin, dernek vs. yapılara katılıp başkalarıyla ortaklaşa çalışarak mutluluklarını artırabilecekleri gibi faydacı bir varsayımdan yola çıksa da, sonuçta mutluluğun yolu için bilişsel ya da davranışsal formüllere değil kurumlara işaret ediyor. İnsanlar kendi içlerine kapanıp hasetle başkalarını gözetler hale geldiyse, bu durum kurumsal, politik ve kolektif cevaplar bulmayı gerektiren soruları gündeme getiriyor demektir, sosyalliği salık veren psikolojik yaklaşımla düzeltilmesi mümkün değildir. Bu yaklaşım, dijital medyayla ve bu medyanın sunduğu benmerkezci bağlantı modeliyle birleştiğinde, deva olmaya çalıştığı sorunları daha da şiddetlendirme tehlikesi taşıyor.

İnternetin bambaşka örgütlenme biçimlerinin önünü açmayı vaat ettiği günler çok da geride değil. Kültür ve siyaset kuramcısı Jeremy Gilbert'ın dediği gibi, Rupert Murdoch’un medya imparatorluğunun Myspace’i kâr getirecek bir yapıya dönüştürme girişiminin fiyaskoyla sonuçlanmasının üzerinden sadece birkaç yıl geçti. Açık ağ mantığı ile özel yatırım mantığı arasındaki gerilim çözülememiş ve Murdoch yarım milyar dolar kaybetmişti. Facebook, aynı hataları tekrarlamamak için kılı kırk yardı – her şeyden önce, çevrimiçi kimlikleri “gerçek” çevrimdışı kimliklerde sabitledi ve tasarımını pazarlamacılarla pazar araştırmacılarının çıkarlarına uygun hale getirdi. Yine de, başarılı olduğunu söylemek için çok erken olabilir.

Sosyal hayatın psikolojiye, veya sosyal nörobilimin yaptığı gibi fizyolojiye indirgenmesi geri dönüşsüz bir olgu değil. Karl Marx’a göre, kapitalizm, işçileri fabrikalarda biraraya getirip birlikte çalışmaya zorlamakla, bizzat kendi sonunu getirecek sınıf formasyonunu kendi eliyle yaratıyordu. Piyasada işlem yapan bireylerin önceliğini vurgulayan “burjuva ideolojisi” bu durumu değiştiremezdi. Bugün de insanlar sırf kendi ruhsal ve fiziksel sağlıkları ya da kişisel haz deneyimleri için biraraya getiriliyor olabilir; ama toplumsal birlikteliklerin kendi iç mantıklarını geliştirme ihtimali de vardır ve bu da bireysel haz ya da mutluluğa indirgenemez. Neoliberal sosyalizm koşullarında bel bağlayabileceğimiz ihtimal de işte bu.

ağ toplumu