/ Pasajlar / Küresel İç Savaş: Neoliberal Düzenin Ölüm Ekonomisi


 

Neoliberal kuralsızlaşma, dünya çapında bir nekro-ekonominin önünü açtı: her şeyi kapsayan rekabet, ne ahlak ilkesi bıraktı ne de hukuk kuralı. Thatcher’ın neoliberal felsefesi, daha ilk evrelerinden itibaren, insanlar arasında savaşı salık veriyordu.

Kitlesel şiddetin faillerinin dinî ya da ideolojik etiketlerini bir tarafa bırakıp gerçek özlerine bakın. Mesela Sinaloa Karteli’ni ve IŞİD’i, Blackwater ve Exxon Mobil’le karşılaştırın. İlk bakışta düşündüğünüzden çok daha fazla ortak yanları olduğunu göreceksiniz. Hepsinin amacı, çağdaş ekonominin en heyecan verici ürünlerine –terör, dehşet ve ölüm– yaptıkları yatırımdan azami kâr elde etmek. Nekro-kapitalizm, dünyanın yeni ekonomik düzeni.

Uyuşturucu ticareti Meksika ekonomisinin temel direklerinden biri; nitekim Sinaloa Karteli’nin başı Joaquín “El Chapo” Guzmán, Fortune dergisinde 2012 yılının en önemli iş adamları listesine dahil edilmişti. Neden olmasın ki? Sonuçta o da bildiğiniz neoliberal bir girişimci, iş alanı da insan kaçırma, uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayet.

Büyük iş sahalarına yatırım yapan neoliberal şirketler gibi, IŞİD ve Meksika uyuşturucu ordusu da, birer nekro-proleter olan askerlerine maaş ödüyor. Uyuşturucu patronları elemanlarını Monterrey, Sinaloa ve Veracruz’daki işsiz gençler arasından devşiriyor. IŞİD ise Londra, Kahire, Tunus ve Paris varoşlarından devşirdiği gençlere, insan kaçırma ve katletme eğitimi veriyor. IŞİD maaşlarının ayda 1000 dolar olduğu tahmin ediliyor.

IŞİD’in reklam ajansı Dabiq’in yayınladığı bir videoda kullanılan retoriğin herhangi bir reklamdan hiçbir farkı yok: Bu ürünü alırsanız, mutlu olacaksınız. Değişik kamera açıları, ustalıklı grafikler, ağır çekimler, hatta hikâyeye dramatik bir hava katan suni rüzgâr: Davamıza katılın, aradığınız dostluğu, sıcaklığı ve mutluluğu bulacaksınız. Cihat, depresyonun en iyi ilacıdır.

Yugoslavya’yı hatırlıyor musunuz? Vaktiyle 25 milyon nüfuslu, gayet sağlam bir federasyondu. Farklı etnik ve dinî topluluklar birlikte yaşıyor, fabrikalar işçiler tarafından yönetiliyordu; herkesin kendi evi vardı ve kimse aç değildi – ta ki, IMF; Hırvatları Ortodoks Sırplara karşı dinî savaşa kışkırtan Papa; ve faşist Ustaşalar’a silah gönderen Almanya devreye girene kadar.

Yugoslavya’nın yıkılışına, Hitler’in hayaletinin geri dönüşü olarak bakabilirsiniz. Federasyonun her yanında etnik temizlikler uygulanırken, etnik-dinî savaşların sonucunda 170 bin kayıp verildi. Yedi yıl süren şiddetin ardından, yeni devlet düzeni, etnik-dinî özdeşlik paradigması üzerine kuruldu – İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Naziler’in yenilmesinden sonra soyunun tükendiği sanılan bir ilkeydi bu.

Yugoslavya’daki Nazi-neoliberal savaşlarından yirmi yıl sonra, küçük ulus-devletlerin hepsinde (belki Slovenya hariç) işsizlik ve yoksulluk hâkim, okullar özelleştirilmiş, altyapı harap durumda. Bugün, 1990’ların Yugoslavya’sı, geleceğin Avrupa’sı için bir model olabilir: Alman Ordoliberalizmi[1] toplum hayatını yoksullaştırdı, Kıta’nın tamamında kamu hizmetlerini yok etti, ve Avrupa dayanışmasının özünü tehdit edecek bir hamleyle Syriza hükümetini utanca mahkûm etti.

Küreselleşme, modern evrenselciliğin sonunu getirdi: Sermaye her yerde serbestçe akıyor ve emek piyasası küresel çapta bütünleşti; ama bu, ne insanların özgürce dolaşımını, ne de evrensel aklın tüm dünyada olumlanmasını getirdi. Tam tersi: Toplumun zihinsel enerjisi finansal soyutlama ağı tarafından kapılırken, bilişsel emek soyut değer biçme yasasına tabi kılınırken, insan iletişimi bedensizleşmiş dijital failler arasındaki soyut etkileşime indirgenirken, toplumsal beden genel zihinden kopuyor. Genel zihnin, şirketlerin soyutlama krallığında içerilmesi, yaşayan toplulukları zekâdan, anlayış ve duygudan mahrum bırakıyor.

Beynini kaybeden beden de buna tepki veriyor – bir yanda koca bir ruh hastalıkları dalgası, öte yanda bol bol reklamı yapılan depresyon ilacı: fanatizm, faşizm, savaş. Ve en sonunda, intihar.

 

Franco “Bifo” Berardi’nin e-flux dergisinde yayınlanan “The Coming Global Civil War” başlıklı yazısından alınmış pasajlar.



[1] İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da, Freiburg Okulu olarak adlandırılan ve Ordo dergisi etrafında biraraya gelen Wilhelm Röpke, Walter Eucken, Franz Böhm, Alexander Rüstow, Alfred Müller-Armack gibi kişiler tarafından gündeme getirilen ekonomik yaklaşım. Buna göre, piyasa kendi yasaları olan doğal bir gerçeklik değildir ve ancak devletin müdahalesi ve yasalar yoluyla ayakta tutulabilir (nitekim rekabet de öyledir). Böylece devletin müdahalesi ve piyasanın serbestliği birbirine zıt kutuplar olmaktan çıkar ve müdahale söz konusu serbestliğin koşulu haline gelir. [Sibel Yardımcı’nın  “Neoliberalizm İş Başında” başlıklı yazıya eklediği çevirmen notundan alındı.]

pasajlar