/ Pasajlar / Proust’un Hafıza Katedrali

  

Marcel Proust’un büyük romanı Kayıp Zamanın İzinde’yi bir Gotik katedralin mimarisine benzetenler çok olmuştur, çünkü ikisinde de en ufak ayrıntılar bile kendine ait bir yere sahiptir. Proust’un kendisi de, romanın sonuna gelene kadar bunu açık etmese de, kitabını “bir katedral gibi inşa etmeyi”, “bir kilise gibi kurmayı” amaçladığını yazmıştır. Ziyadesiyle kişisel bir duygu ve anı birikiminden parça parça biraraya getirilen Kayıp Zamanın İzinde, bütünlüğünü ancak yazarının betimleyebileceği bir iç dünyayı resmeder. Betimleme inşanın temel aracıdır, ama süreç içinde şekillenip ortaya çıkan şey, bizzat yazarın “benliği”nin topraklarıdır. Katedralin yeniden inşa edilmesi, geçmiş zamana yapılan bir yolculuktur ve bu yolda, rastgele parçalardan, bir insanın hayatının bütünlüğü kurulur. Zaman içinde ortaya çıkan ve bir ömrü temsil eden heybetli yapı, görünmez olsa da kendi iç dünyasındaki egemenliğinin bilincinde olan bir “benliğin” paradoksal metaforudur.

Öte yandan Gotik katedral, gerçekte var olduğu biçimiyle, modern “benliğin” kendi estetik bilincine çekildiğinde yaşadığı büyük kaybın sembollerinden biridir. Böyle bakıldığında katedral artık kişisel kozmosun imgesi değildir, insanların ortak bir dini paylaştıkları kayıp bir geçmişin anısını canlandırır. O zamanlarda katedral kolektif inancın mekânıdır, modern bakışla algılandığı gibi salt bir sanat eseri değil. Yaşanan değişimle birlikte katedral, fiziki bir yapı olarak herkesin bakışına ve keşfine hâlâ açık olsa da, ancak geçip gitmiş bir çağa yolculuk ederek ulaşılabilecek bir notalji yerine dönüşür. Proust katedrali bu ikinci anlamıyla, kayıp bir dinî şaheser olarak görür – yalnızca hafızada var olan bir eser.

Modern dönemde (dinî inancın yerini alan) sanat inancı, kültürlü kesimler arasında zamanla damıtılarak bir kendini-keşif ihtiyacına dönüşür. Sanat, “benliğe” geçici de olsa bütünsel bir özerklik sağlayan estetik bir yaşam tarzına işaret etmeye başlar. Ancak, katedralin uyandırdığı hayranlık, sanatın aynasına bakıp kendi kendiyle baş başa kalan “benliğin” yaşadığı bir eksikliği ifşa eder. Burjuva sanatının hızla sönen hayalleri karşısında katedral, sanatın yalıtılmış konumundan kurtulup yeniden hayatın içinde bir yer edindiği ütopik Gesamtkunstwerk tasavvurunu somutlaştırmasıyla, modern Salon’a tezat teşkil eden bir ideal olarak görünür. [...]

Proust’un tasavvurundaki katedral modern bir kurgudur – sanatın hem gözler önüne serildiği hem de gözlerden saklandığı mutlak şaheser kadar modern. Oysa kadim katedral asla bir şaheser olmamıştır, hatta şaheserin tam tersidir; şimdiyse, yalnızca sanatın aracılığını kabul eden bir bakış nezdinde şaheser olarak yeniden belirmektedir. Bu bakış, katedrali tarihteki yerinden koparır ve onu modern hayal gücünün zamandışı, ütopik bir idealine dönüştürür. Katedralin Gotik formu, bir bütünsel sanat eseri gibi algılanmaya başlar, modern sanatta neyin eksik olduğunu hatırlatan bir andaca dönüşür. Artık katedral farklı insanlara çok farklı anlamlar ifade edebilir. Yok olmuş bir sanatın sembolü olarak, insan hafızasına tuhaf ve yabancı bir imge sunar. İnşa edilmesi için gereken sürenin uzunluğu, onu modern bakışlardan ayıran büyük zaman dilimiyle boy ölçüşebilir ancak. [...]

Proust’un fikrinin anlamını tüm boyutlarıyla kavrayabilmek için onu daha geniş bir bağlama, Monet ve Rodin’i de kapsayan bir bağlama yerleştirmemiz gerekir. Üçü de, katedrali modern bir bakışın hedefi haline getirmiştir. Monet, Rouen Katedrali’ni 28 resimden oluşan bir diziye konu etmiş, saat başı değişen ışığın altında geçirdiği dönüşümleri resmetmiştir. Rodin, yıllarca Fransa’daki katedraller üzerine yaptığı çizimleri bir kitapta biraraya getirmiştir – doğayla dolup taşan bir sanat tasavvurunu, geçmişe yönelik tek bir parlak bakış içinde damıtan bir kitaptır bu. Nihayet Proust, Amiens’deki katedrali betimlerken, John Ruskin’in kelimeleri ile Monet’nin renklerini kullanmış, kendi bakışını hem modern edebiyatın hem de modern sanatın süzgecinden geçirmiştir. Hafızası böylece başka iki sanatçının hafızalarını kendine katmıştır; sanat, bir hafıza sanatı gibi sunulmuştur.   


      


     

Claude Monet, “Rouen Katedrali” dizisinden, 1892-1894


Hans Belting, The Invisible Masterpiece içinde, çev. Helen Atkins (Reaktion Books, 2001) s. 225-226. 

Proust, pasajlar